hasret çekmek
özlem duymak: ‘Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim gelmedi.’ –N. Hikmet.
hasret gidermek
özleme son vermek, kavuşmak: ‘Sonra ver elini ana baba ocağı. Hem hasret giderecektim hem de ruhumla dinlenecektim.’ –C. Uçuk.
hasret gitmek
özlemini çektiği, sevdiği bir yere veya kimseye kavuşamadan ölmek.
hasret kalmak
özlemek.
hasta düşmek
hastalanmak.
hasta etmek
1) hasta olmasına yol açmak; 2) mec. bezdirmek, bıktırmak, usandırmak.
hastalık almak (kapmak, hastalığa tutulmak)
bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak.
hastanelik etmek
birini aşırı derecede dövmek.
hastanelik olmak
1) hastanede tedavi görmeyi gerektirecek kadar hastalanmak: ‘Şu son turnuvada dört futbolcu hastanelik olmuş.’ –H. Taner. 2) çok dayak yemek: Çıkan kavgada beş kişi hastanelik oldu.
hastaneye kaldırmak (yatırmak)
tedavi amacıyla hastaneye götürmek.
hat çekmek
telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek.
hata etmek (eylemek, işlemek)
yanlışlık yapmak, yanılgıya düşmek: ‘Batıla alkış tutanların karşısına geçip hata eylediğimi yeni yeni öğrenmiş bulunuyorum.’ –S. Ayverdi.
hataya düşmek
yanılmak: ‘Bu soruya evet cevabını vermekle bir hataya düşmüş sayılmayız.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
hatiften gelmek
gaipten ses gelmek.
hatim indirmek
Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek.
hatim sürmek
okunan Kur’an’ı, önündeki Kur’an’dan takip etmek.
hatime çekmek
son vermek.
hatır (hatırını) saymak
gerekli saygıyı göstermek.
hatır almak
gönül almak.
hatır eylemek
hatırlamak: ‘Benim Orhan isminde bir tanıdığım olmadığından, başka bir nam altında bir nankörü hatır eylemiş olsan bile…’ –P. Safa.
hatır gönül bilmek (saymak veya tanımak)
kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymak.
hatır gönül yapmak
birini tutum ve davranışlarıyla mutlu etmek.
hatır gönül yıkmak (kırmak)
kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymamak.
hatır için çiğ tavuk yemek
bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak.
hatır sormak
hâl hatır sormak: ‘Önce karşılıklı hatır sormakla başlayan konuşmaların ardından, tarlaların durumuna geçti.’ –N. Cumalı.
hatıra (hatır ve hayale) gelmemek
bir şeyin gerçekleşeceği, olacağı hiç düşünülmemek: ‘Yemin, her hatır ve hayale gelmez cümlelerin ucunda bir kurdele, bir fiyonk gibi açılıveriyordu.’ –A. Ş. Hisar.
hatırı sayılır
1) oldukça çok: ‘Adamları aracılığıyla bu konuda hatırı sayılır bir külliyata sahip oldu.’ –İ. O. Anar. 2) önemli, saygın, saygıdeğer: ‘Sabit Bey Ağabey mahalle tulumbacıları arasında en hatırı sayılır adamlardandır.’ –H. Taner.
hatırına bir şey gelmesin
bir düşüncede, sözde veya davranışta kötü bir amaç güdülmediğini anlatan bir söz.
hatırına gelmek
hatırlamak, aklına gelmek: ‘İçeriyi dinlemediği hatırına geldi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
hatırına getirmek
hatırlamasına yol açmak: ‘Tüfeğini omzuna vurup çapraz fişeklerini kuşanan bir kişinin ölümü hatırına getirmesi garip olmaz mı?’ –N. Cumalı.
hatırında kalmak
unutmamak, hatırlamak: ‘Birçok söz daha söylemişti. Hepsi hatırımda kalmamış olsa gerek.’ –N. F. Kısakürek.
hatırında tutmak
unutmamak.
hatırından (hatır ve hayalinden) geçmemek
aklına gelmemek, düşünmemek: ‘Herhangi bir devletin İstanbul’a taarruzu artık hatırından geçmiyordu.’ –Y. K. Beyatlı.
hatırını hoş etmek
sevindirmek, memnun etmek.
hatırını sormak
hâl hatır sormak: ‘Herkes içten görünüyor, hatta yıldızımın hiç barışmadığı insanlar bile dostça elimi sıkıyor, hatırımı soruyorlar.’ –A. Ümit.
hava açmak (açılmak)
bulutlar dağılmak.
hava atmak
herhangi bir üstünlüğünden dolayı şişinmek, caka yapmak.
hava basmak
1) hava vermek; 2) argo büyüklenmek, gururlanmak.
hava bozmak
havada yağmur, kar, dolu veya fırtına başlamak: ‘Hava birden bozmuş, daha doğrusu poyraza çevirmişti.’ –S. F. Abasıyanık.
hava bulanmak
yağmur yağacak duruma gelmek.
hava çarpmak
iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek.
hava değiştirmek
iklimi değişik bir yere gidip bir süre oturmak: ‘Hekimleri Seniha’ya biraz yer ve hava değiştirmeyi, biraz kırlarda ve denizlerde gezip eğlenmeyi tavsiye ettiler.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
hava fena esmek
ortamla ilgili her türlü şart kötü durumda olmak.
hava iyi esmek
ortamla ilgili her türlü şart uygun durumda olmak.
hava kaçırmak
1) nesneler için içindeki havayı tutamayıp dışarıya vermek; 2) yellenmek.
hava kapanmak
gökyüzü bulutlarla örtülmek.
hava kararmak
1) güneşin batmasıyla ortalık kararmak: ‘Hava iyice kararmış, caddenin bütün elektrikleri yanmıştı.’ –P. Safa. 2) gökyüzü iyice bulutlanmak.
hava patlamak
fırtına çıkmak: ‘Hava patlamışken, dalgalarla yumruk yumruğa boğuşan bir adamın yazgısını paylaştın mı?’ –Z. Selimoğlu.
hava vermek
1) tekerlek vb. cisimleri hava ile şişirmek, şişkinliğini artırmak, hava basmak; 2) tıp akciğerlere basınç altında hava veya oksijen doldurmak.
hava yapmak
1) kalorifer peteğinde sıvının yerine hava dolmak; 2) mec. böbürlenmek.
havada kalmak
1) yerden yüksekte bulunmak: Masanın bir ayağı kısa olduğundan havada kalıyor. 2) mec. sonuca ulaşmamak: ‘Yine de bir öğretmenin iyi niyetinin, ilgisinin böyle havada kalışından acı duydu.’ –A. Ağaoğlu. 3) mec. bir iddia dayanaksız olduğundan kanıtlanmamak.
havadan nem kapmak
en küçük bir şeyden alınmak, çok alıngan olmak: ‘Burası, bir loca meydanı gibi, havadan nem kapmaya alışık bir çevreydi.’ –A. N. Karacan.
havalara uçmak
çok sevinmek: ‘Buna pek sevinmişti, oğlum memur oldu diye havalara uçuyordu.’ –E. Bener.
havale gelmek
1) postane veya banka yoluyla para gelmek; 2) gebe ve çocuklara çoğu zaman bayılma, yüksek ateşle beraber çırpınma krizleri gelmek.
havan batsın
‘böbürlenmen boşa çıksın’ anlamında kullanılan bir söz.
havan dövücünün hınk deyicisi
‘başkasına yardım edecek veya yüreklendirecek gücü olmadığı hâlde öyle görünüp yardakçılık eden kimse’ anlamında kullanılan bir söz.
havanda su dövmek
boşuna uğraşmak: ‘Havanda su dövmeyelim, önce namussuzu bulalım sonra bunları konuşalım.’ –M. İzgü.
havanın gözü yaşlı
‘nerede ise yağmur yağacak’ anlamında kullanılan bir söz.
havasına uymak
1) bulunduğu çevre ve ortamı benimsemek; 2) birinin huyunu almak.
havasını almak
1) kalorifer peteğinde oluşan havayı boşaltarak sıvı maddenin dolmasını sağlamak; 2) mec. birinin eli boş çıkmak; 3) mec. birini sakinleştirmek; 4) mec. karşıdaki kişinin böbürlenmesinin boşuna olduğunu ortaya çıkarmak.
havasını bulmak
keyiflenmek, neşelenmek.
havaya girmek
1) hazır olmak; 2) kibirlenmek.
havaya gitmek
hiçbir şeye yaramamak, boşa gitmek.
havaya pala (kılıç) sallamak
boşuna, gereksiz çaba harcamak.
havaya savurmak
gereksiz yere harcamak.
havaya uçmak
1) patlama dolayısıyla zarar görmek; 2) mec. havaya gitmek.
havayı bozmak
bir topluluğun keyfini kaçırmak: ‘Şirket kurulalı beri Nihat kadar ticarethanenin havasını bozan bir memur gelmemişti.’ –H. E. Adıvar.
havayı koklamak
1) bir yere göz atmak; 2) gelişmeleri veya ortamı anlamaya çalışmak.
havlu atmak
1) sp. çalıştırıcı, sporcusunun karşılaşmayı terk ettiğini bildirmek için ringe havlu fırlatmak; 2) başarısızlığını kabul edip mücadeleyi bırakmak, pes etmek.
havsalası almamak
aklı kabul edememek: ‘Bir genç kızın evinden başka bir yerde sabahlamasını havsalası almıyormuş.’ –A. İlhan.
havsalasına sığmamak
1) aklı almamak, kavrayamamak; 2) kabul edememek.
havyar kesmek
argo çalışmadan vakit geçirmek, vakti boşa harcamak: ‘Bu adam bir gün doğar, fena bir aile içine girer, haylaz olur, mektebin arka sıralarında havyar keser, daima tekdir edilir.’ –P. Safa.
hay hayı gitmek vay vayı kalmak
sağlığını, gençliğini yitirerek yakınır duruma gelmek.
hayâ perdesi yırtılmak
utanç duymamak: ‘Atalarımızın ar ve hayâ perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır.’ –R. N. Güntekin.
hayal gibi
ince, zarif: ‘Dudaklarının kenarından hayal gibi beyaz bir dil geçti.’ –S. F. Abasıyanık.
hayal kırıklığına uğramak
çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden üzüntü duymak: ‘Bir hafta sonra sargıları açıp eserini incelediğinde hayal kırıklığına uğradı.’ –İ. O. Anar.
hayal kurmak
gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek: ‘Biz böyle hayal kurarken rüzgâr çıktı.’ –A. Erhat.
hayal olmak
1) gerçekleştirilememek; 2) geçmişte kalmak, hatıra olmak.
hayale dalmak
dış dünyadan uzaklaşarak gerçekleşmesi istenilen şeyleri veya hatıraları düşünmek.
hayale kapılmak
hayallerin etkisi altında kalmak: ‘Yine işi büyüttüğüne, hayale kapıldığına hükmetti.’ –R. H. Karay.
hayalî fenere dönmek
çok zayıflamak.
hayalinden geçirmek
olmasını istemek, düşünmek: Fransa’ya gitmeyi hayalinden geçirirdi.
hayat geçirmek
yaşamak, varlığını sürdürmek: ‘Gayet parlak ve kibar bir hayat geçiriyordu.’ –Ö. Seyfettin.
hayat memat meselesi (yapmak, olmak)
ölüm kalım meselesi.
hayata atılmak
geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak: ‘Altı yıllık ortaöğretim bitirmek, hayata atılmanın ilk koşulu sayılır orada.’ –A. Erhat.
hayata bağlamak
yaşamayı sevdirmek, hayattan kopmamak: ‘Bu sıcak ve içten ses Fikret’i hayata bağlıyor, yaşama sevincini artırıyordu.’ –R. Enis.
hayata geçirmek
uygulanır duruma getirmek, canlılık kazandırmak.
hayata gözlerini yummak (kapamak)
ölmek.
hayata küsmek
bezgin, kötümser olmak, yaşama isteğini yitirmek: ‘Adi günlerde size öyle gelir ki bunlar hayata küsmüş insanlardır.’ –R. N. Güntekin.
hayatı kaymak
her işi ters gitmek, mahvolmak.
hayatına girmek
yaşamında yer almak.
hayatından çıkarmak
ilgisini, ilişkisini tamamen kesmek: ‘Beni sırf, Müslüman olmayan bir erkeği sevdim diye hayatından çıkaran babamın evine dönmeyeceğim.’ –A. Kulin.
hayatını (birine) borçlu olmak
1) biri tarafından ölümden kurtarılmış olmak; 2) birinin yaşamı bir başkasının desteği ile sağlanmış olmak: Bu hayatımı ağabeyime borçluyum.
hayatını kazanmak
geçimini sağlamak: ‘Hayatımı kazandığımda senin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmam.’ –A. Kutlu.
hayatını yaşamak
her türlü baskıdan uzak, dilediğince, gönlünce yaşamak.
hayatının baharında olmak
hayatının en güzel dönemini yaşıyor olmak.
hayatının baharını yaşamak
hayatının en güzel günlerini yaşamak.
haybeye kürek çekmek
boşu boşuna uğraşmak.
haydi canım sen de
‘böyle şey olmaz, sana inanmam’ anlamında kullanılan bir söz.
haydi oradan
1) kovmak, azarlamak için kullanılan bir söz; 2) haydi canım sen de.
