(birinin) gönlü ile oynamak
sever görünüp eğlenmek.
(birinin) gönlünü etmek (yapmak)
birini razı ve hoşnut etmek: ‘Ben patronun gönlünü ederim, hafta arasında.’ –N. Cumalı.
(birinin) gönlünü hoş etmek
birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek: ‘Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü hoş etmek istiyordu.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) gözlerine mil çekmek
birinin gözlerini kızgın mille kör etmek.
(birinin) gözü önünde
yanında, yakınında: ‘Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) gözüne girmek
sevgi ve ilgisini kazanmak: ‘Tevfik Bey’in gözüne girdiğini de etraflıca anlattı.’ –T. Buğra.
(birinin) gözünü açmak
görüşünü değiştiren bilgi vermek, uyarmak.
(birinin) gözünü korkutmak
yıldırmak: ‘Şimdiden gözünü korkutmazsan ileride büsbütün başa çıkılmaz bu bacaksızlarla.’ –N. Cumalı.
(birinin) gözünün (gözlerinin) içine bakmak
1) bir kimsenin üstüne titremek; 2) buyruğunu yerine getirmeye hazır bulunmak; 3) bir arzunun gerçekleşmesi için gözleriyle birine yalvarmak.
(birinin) gözünün yaşına bakmamak
acımamak, merhamet etmemek.
(birinin) günahına girmek (günahını almak)
1) birisi için haksız olarak kötü düşünmek, kuşkulanmak: ‘Ne yazık, günahına girdim bu halkın demin / Zehir nefesleri var bu seslerde matemin’ –F. N. Çamlıbel. 2) iftira etmek.
(birinin) günahını çekmek
birinin yaptığı veya birine karşı yapılan kötülüğün cezasını görmek.
(birinin) güzel hatırı için
yüzünden, sebebiyle: ‘İnanınız ki müdürün güzel hatırı için işime başladım.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) harcı olmamak
bir iş, birinin yapabileceği nitelikte olmamak: ‘Gitmeyin, uzaktan davulun sesi hoş gelir, yazı yaban, sizin harcınız değil, dedik.’ –O. Kemal.
(birinin) hatırı için
bir kimsenin, gönlü hoş olsun diye: ‘Ama bunca eziyete sırf oğlunun hatırı için katlandığına emin değildi artık.’ –A. Kulin.
(birinin) hatırı kalmak
gücenmek, kırılmak: ‘Eve geldiğiniz, gittiğiniz, bir yerde rastlaştığımız zaman elimi saygıyla öpmezseniz hatırım kalır.’ –N. Hikmet.
(birinin) hatırından çıkmamak
sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek.
(birinin) hatırını kırmak
üzmek, gücendirmek.
(birinin) havası olmak
bir kimsenin albenisi veya cana yakınlığı olmak.
(birinin) hesabına gelmek
yararına uygun, elverişli olmak.
(birinin) hışmına uğramak
birinden zulüm görmek.
(birinin) hoşuna gitmek
beğenmek: ‘Zamanları yararak hatta zamanı geriye doğru sürerek kendisini bulmam hoşuna gitmişti.’ –A. Kabaklı.
(birinin) huyuna suyuna gitmek
birini kızdırmayacak veya ürkütmeyecek biçimde uysalca davranmak, alışkanlıklarına, isteklerine uygun davranışlarda bulunmak.
(birinin) içini okumak
birinin gizli, saklı düşüncelerini anlamak: ‘Çökük gözlerinin arkasında insanın içini ezberden okuyan bir hayat sezişi var.’ –H. E. Adıvar.
(birinin) içini sarmak
sürekli düşünmek, hep onunla meşgul olmak: ‘Saat dokuza yaklaşırken onun içini bir bayram sevinci sarardı.’ –H. Taner.
(birinin) ifadesini almak
1) sorguya çekmek: ‘Komiser Efendi, masanın başına oturup ifadesini almaya başladığı zaman ayağa kalktı.’ –R. N. Güntekin. 2) görgü tanığının anlattıklarını yazmak; 3) argo tepelemek; 4) argo üstün gelmek, yenmek.
(birinin) iltiması olmak
arkası, kayırıcısı olmak.
(birinin) ipini çekmek
birini ölçülü davranmaya zorlamak.
(birinin) ipiyle kuyuya inilmez
‘kendisine güvenilmez’ anlamında kullanılan bir söz: ‘O tüysüz keratanın ipiyle kuyuya inilmez.’ –A. İlhan.
(birinin) işi başından aşmak (aşkın olmak)
pek çok işi olmak.
(birinin) işi rast gitmek
şans yardımıyla işi iyi, istediği gibi olmak.
(birinin) işini bitirmek
argo öldürmek.
(birinin) ismini vermek
adını vermek.
(birinin) iştahı açılmak
yemek isteği artmak.
(birinin) iştahı kabarmak
isteği çoğalmak, heveslenmek: ‘Derken, yavaş yavaş benim de iştahım kabarmaya başladı.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) izinden yürümek
birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek.
(birinin) izine basmak
esk. gözden uzaklaştırmayarak ne yaptığını gözetlemek.
(birinin) kafasını vurmak
esk. bir kimsenin kafasını kesmek.
(birinin) kalbini doldurmak
yüreğini sevgiyle ısıtmak.
(birinin) kanı kaynamak
coşkun ve kıpırdak olmak: Çocuğun kanı kaynıyor.
(birinin) kanına ekmek doğramak
1) birinin ölümüne yol açarak sevinmek; 2) birini küçük düşürmek, birine zarar vermek.
(birinin) kanına susamak
belasını aramak: ‘Ben onun kanına susadım diyor, başka bir şey demiyor.’ –Y. Kemal.
(birinin) kanını kurutmak
canından bezdirmek.
(birinin) kanını yerde koymak
birini öldüreni ölümle cezalandırmamak: ‘Oğlum Halil’in kanını yerde koyarsanız bu dünyada da öteki dünyada da ak sütüm size haram olsun.’ –Y. Kemal.
(birinin) kanlısı olmak
birinin katili olmak: ‘Ananın kanlısı olmak, ölünceye kadar ateşten gömlek giymektir.’ –Y. Kemal.
(birinin) kapısını aşındırmak
yanına çok sık gitmek: ‘Sabahtan akşama kadar belki kapısını aşındıranlar elli altmışı bulur.’ –E. İ. Benice.
(birinin) kapısını çalmak
birine başvurmak: ‘İskele memurluğu isteyen işçiler hep benim kapımı çalıyorlar.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) kârı olmamak
yapabileceği iş olmamak: ‘Yaralı yaban domuzu gibi kaçan canavara yetişmek lalanın kârı değildi.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) karışanı görüşeni olmamak
işine kimse karışmamak, özgür olmak.
(birinin) karşısına geçmek
1) karşı düşünceye katılmak; 2) karşı partiye, gruba gitmek.
(birinin) kaydını silmek
kayıttan düşmek.
(birinin) kazanı kapalı kaynamak
içyüzü bilinmemek.
(birinin) keli görünmek
tkz. kusuru ortaya çıkmak.
(birinin) keli kızmak
öfkelenmek.
(birinin) kellesini uçurmak
kafasını keserek koparmak.
(birinin) kellesini vurdurmak
öldürtmek: ‘Atı kimin evinde, kimin elinde bulursa onun kellesini vurduracakmış.’ –Y. Kemal.
(birinin) kemikleri sayılmak
çok zayıflamak.
(birinin) kemiklerini kırmak
birini çok dövmek, aşırı dayak atmak: ‘Kim ona yan bakarsa kemiklerini kırar, anasını ağlatırım.’ –H. E. Adıvar.
(birinin) kestiği tırnak olamamak
bir kimse, söz konusu olan kimseden değerce çok aşağı olmak.
(birinin) keyfini kaçırmak (bozmak)
üzmek: ‘Ne istedin adamdan, dedi. Keyfini kaçırdın oruçlu oruçlu.’ –H. Taner.
(birinin) keyfini yapmak
her türlü istek ve dileği yerine getirmek: ‘Ben dünyaya sanki herkesin keyfini yapmak, herkesin menfaatine hizmet etmek için gelmiştim.’ –H. C. Yalçın.
(birinin) keyfinin kâhyası olmamak
birine alışkanlıklarına, davranışlarına, düzenine karışmaya hakkı olmamak: ‘Eloğlunun keyfinin kâhyası değiliz.’ –N. Hikmet.
(birinin) kirli çamaşırlarını ortaya dökmek
birinin ayıp, kusur veya suçlarını açıklamak, söylemek.
(birinin) kılığına girmek
onun gibi giyinmek.
(birinin) kılına dokunmamak
bir kimseye dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bile bulunmamak.
(birinin) kızı kısrağı
birinin ailesindeki kızlar ve kadınlar.
(birinin) koluna girmek
kolunu birinin koltuğu altından geçirmek: ‘Koluna iki polis girmişti.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) kolunda altın bileziği olmak
kazanç sağlayan bir mesleği, zanaatı olmak.
(birinin) konuğu olmak
birine konuk olarak gidip kalmak: ‘Onun köyüne gittim, onun konuğu oldum orada on beş gün.’ –Y. Kemal.
(birinin) koynuna girmek
biriyle yatıp sevişmek.
(birinin) kucağına oturmak
1) dizlerinin üstüne oturmak; 2) argo yaltaklanmak; 3) argo birinin amaçlarına alet olmak.
(birinin) kulağını bükmek
bir sorun karşısında dikkatli davranması için uyarıda bulunmak.
(birinin) kulağını çekmek
1) ceza olarak kulağını tutup bükerek çekmek; 2) uyarmak için hafif bir ceza vermek.
(birinin) kulağını çınlatmak
birini anmak.
(birinin) kulağını doldurmak
bir kimseye başkasından bilgi almadan önce konu üzerinde bilgi verirken kendi düşüncesini aşılamak.
(birinin) kulağının zarı patlamak
gürültü yüzünden rahatsız olmak.
(birinin) künyesini okumak
ayıplarını yüzüne vurarak bir kimseye sövmek.
(birinin) kuyruğuna basmak
birini incitip saldırıda bulunmasına yol açmak, tahrik etmek.
(birinin) kuyruğuna teneke bağlamak
1) biriyle aşırı derecede alay etmek; 2) birini, herkesin alay edeceği biçimde kovmak.
(birinin) kuyruğunu kıstırmak
birini güç bir duruma düşürmek.
(birinin) kuyusunu kazmak
birinin yıkımına çalışmak, kötü duruma düşmesini istemek: ‘Yüzden ağır durup arkadan kabinenin kuyusunu kazacaksın!’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) leşini çıkarmak
çok dövmek, adamakıllı dövmek.
(birinin) leşini sermek
öldürmek: ‘Evin içini allak bullak edip leşini gözünün önüne sereyim mi?’ –S. M. Alus.
(birinin) lokmasını dökmek
bir ölünün anısına lokma tatlısı yapıp dağıtmak.
(birinin) lokmasını saymak
sofrada yemek yiyen kimsenin ne kadar yediğine dikkat etmek.
(birinin) mahkemede dayısı olmak
yüksek bir makamda koruyucusu, kayırıcısı bulunmak.
(birinin) mahremiyetine girmek
bir kimsenin özel hayatını öğrenecek kadar ona yakın olmak: ‘Türkünün bir tarafında kapılar açılıyor ve siz durup dururken hiç tanımadığınız bir insanın mahremiyetine girmiş oluyorsunuz.’ –B. R. Eyuboğlu.
(birinin) maşası olmak
sakıncalı bir işte biri tarafından araç olarak kullanılmak.
(birinin) maskarası olmak
birinin eğlencesi olmak: ‘Süslü kafeslere, hazır yemeğe tamah edip insanların maskarası olmanın âlemi var mı?’ –H. Taner.
(birinin) maskarasını çıkarmak
birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak.
(birinin) muzipliğine uğramak
aldatılmak, şakaya hedef olmak: ‘Gülmüşler ve kendisine, arkadaşının bir muzipliğine uğradığını söylemişler.’ –F. R. Atay.
(birinin) nabzına girmek
elindeki imkânları kullanarak birinin hoşnutluğunu kazanmak, birini yola getirmek ve düşüncelerini benimsetmek.
(birinin) nabzına göre şerbet vermek
birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak: ‘Başına gelmeyen bela kalmadı. Azıcık nabza göre şerbet versen başına bu dertler gelmezdi.’ –A. Boysan.
(birinin) nazını çekmek
her istediğini yerine getirmek: ‘Ben karım için çalışıyorum. Epeyce kazanıyorum. Onun nazını çekerek bütün çocuklarına katlanıyorum.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) notunu vermek
bir kimse için kötü bir kanıya varmak.
(birinin) ocağına düşmek
birine koruması için sığınmak veya yardım etmesi için yalvarmak: ‘Hanımefendi, gençliğin kadrini biliniz… Ocağınıza düştük.’ –P. Safa.
(birinin) ocağına incir (darı) dikmek (ekmek)
birinin evini barkını dağıtmak: ‘İhmal bütün ocaklara incir diker.’ –Ö. Seyfettin.
(birinin) ödünü koparmak (patlatmak)
çok korkutmak.
(birinin) öfke topuklarına çıkmak
çok öfkelenmek.
(birinin) öl dediği yerde ölmek, kal dediği yerde kalmak
onun sözünden çıkmamak.
