Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

(birinin) gönlü ile oynamak

sever görünüp eğlenmek.

(birinin) gönlünü etmek (yapmak)

birini razı ve hoşnut etmek: ‘Ben patronun gönlünü ederim, hafta arasında.’ –N. Cumalı.

(birinin) gönlünü hoş etmek

birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek: ‘Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü hoş etmek istiyordu.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) gözlerine mil çekmek

birinin gözlerini kızgın mille kör etmek.

(birinin) gözü önünde

yanında, yakınında: ‘Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) gözüne girmek

sevgi ve ilgisini kazanmak: ‘Tevfik Bey’in gözüne girdiğini de etraflıca anlattı.’ –T. Buğra.

(birinin) gözünü açmak

görüşünü değiştiren bilgi vermek, uyarmak.

(birinin) gözünü korkutmak

yıldırmak: ‘Şimdiden gözünü korkutmazsan ileride büsbütün başa çıkılmaz bu bacaksızlarla.’ –N. Cumalı.

(birinin) gözünün (gözlerinin) içine bakmak

1) bir kimsenin üstüne titremek; 2) buyruğunu yerine getirmeye hazır bulunmak; 3) bir arzunun gerçekleşmesi için gözleriyle birine yalvarmak.

(birinin) gözünün yaşına bakmamak

acımamak, merhamet etmemek.

(birinin) günahına girmek (günahını almak)

1) birisi için haksız olarak kötü düşünmek, kuşkulanmak: ‘Ne yazık, günahına girdim bu halkın demin / Zehir nefesleri var bu seslerde matemin’ –F. N. Çamlıbel. 2) iftira etmek.

(birinin) günahını çekmek

birinin yaptığı veya birine karşı yapılan kötülüğün cezasını görmek.

(birinin) güzel hatırı için

yüzünden, sebebiyle: ‘İnanınız ki müdürün güzel hatırı için işime başladım.’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) harcı olmamak

bir iş, birinin yapabileceği nitelikte olmamak: ‘Gitmeyin, uzaktan davulun sesi hoş gelir, yazı yaban, sizin harcınız değil, dedik.’ –O. Kemal.

(birinin) hatırı için

bir kimsenin, gönlü hoş olsun diye: ‘Ama bunca eziyete sırf oğlunun hatırı için katlandığına emin değildi artık.’ –A. Kulin.

(birinin) hatırı kalmak

gücenmek, kırılmak: ‘Eve geldiğiniz, gittiğiniz, bir yerde rastlaştığımız zaman elimi saygıyla öpmezseniz hatırım kalır.’ –N. Hikmet.

(birinin) hatırından çıkmamak

sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek.

(birinin) hatırını kırmak

üzmek, gücendirmek.

(birinin) havası olmak

bir kimsenin albenisi veya cana yakınlığı olmak.

(birinin) hesabına gelmek

yararına uygun, elverişli olmak.

(birinin) hışmına uğramak

birinden zulüm görmek.

(birinin) hoşuna gitmek

beğenmek: ‘Zamanları yararak hatta zamanı geriye doğru sürerek kendisini bulmam hoşuna gitmişti.’ –A. Kabaklı.

(birinin) huyuna suyuna gitmek

birini kızdırmayacak veya ürkütmeyecek biçimde uysalca davranmak, alışkanlıklarına, isteklerine uygun davranışlarda bulunmak.

(birinin) içini okumak

birinin gizli, saklı düşüncelerini anlamak: ‘Çökük gözlerinin arkasında insanın içini ezberden okuyan bir hayat sezişi var.’ –H. E. Adıvar.

(birinin) içini sarmak

sürekli düşünmek, hep onunla meşgul olmak: ‘Saat dokuza yaklaşırken onun içini bir bayram sevinci sarardı.’ –H. Taner.

(birinin) ifadesini almak

1) sorguya çekmek: ‘Komiser Efendi, masanın başına oturup ifadesini almaya başladığı zaman ayağa kalktı.’ –R. N. Güntekin. 2) görgü tanığının anlattıklarını yazmak; 3) argo tepelemek; 4) argo üstün gelmek, yenmek.

(birinin) iltiması olmak

arkası, kayırıcısı olmak.

(birinin) ipini çekmek

birini ölçülü davranmaya zorlamak.

(birinin) ipiyle kuyuya inilmez

‘kendisine güvenilmez’ anlamında kullanılan bir söz: ‘O tüysüz keratanın ipiyle kuyuya inilmez.’ –A. İlhan.

(birinin) işi başından aşmak (aşkın olmak)

pek çok işi olmak.

(birinin) işi rast gitmek

şans yardımıyla işi iyi, istediği gibi olmak.

(birinin) işini bitirmek

argo öldürmek.

(birinin) ismini vermek

adını vermek.

(birinin) iştahı açılmak

yemek isteği artmak.

(birinin) iştahı kabarmak

isteği çoğalmak, heveslenmek: ‘Derken, yavaş yavaş benim de iştahım kabarmaya başladı.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) izinden yürümek

birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek.

(birinin) izine basmak

esk. gözden uzaklaştırmayarak ne yaptığını gözetlemek.

(birinin) kafasını vurmak

esk. bir kimsenin kafasını kesmek.

(birinin) kalbini doldurmak

yüreğini sevgiyle ısıtmak.

(birinin) kanı kaynamak

coşkun ve kıpırdak olmak: Çocuğun kanı kaynıyor.

(birinin) kanına ekmek doğramak

1) birinin ölümüne yol açarak sevinmek; 2) birini küçük düşürmek, birine zarar vermek.

(birinin) kanına susamak

belasını aramak: ‘Ben onun kanına susadım diyor, başka bir şey demiyor.’ –Y. Kemal.

(birinin) kanını kurutmak

canından bezdirmek.

(birinin) kanını yerde koymak

birini öldüreni ölümle cezalandırmamak: ‘Oğlum Halil’in kanını yerde koyarsanız bu dünyada da öteki dünyada da ak sütüm size haram olsun.’ –Y. Kemal.

(birinin) kanlısı olmak

birinin katili olmak: ‘Ananın kanlısı olmak, ölünceye kadar ateşten gömlek giymektir.’ –Y. Kemal.

(birinin) kapısını aşındırmak

yanına çok sık gitmek: ‘Sabahtan akşama kadar belki kapısını aşındıranlar elli altmışı bulur.’ –E. İ. Benice.

(birinin) kapısını çalmak

birine başvurmak: ‘İskele memurluğu isteyen işçiler hep benim kapımı çalıyorlar.’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) kârı olmamak

yapabileceği iş olmamak: ‘Yaralı yaban domuzu gibi kaçan canavara yetişmek lalanın kârı değildi.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) karışanı görüşeni olmamak

işine kimse karışmamak, özgür olmak.

(birinin) karşısına geçmek

1) karşı düşünceye katılmak; 2) karşı partiye, gruba gitmek.

(birinin) kaydını silmek

kayıttan düşmek.

(birinin) kazanı kapalı kaynamak

içyüzü bilinmemek.

(birinin) keli görünmek

tkz. kusuru ortaya çıkmak.

(birinin) keli kızmak

öfkelenmek.

(birinin) kellesini uçurmak

kafasını keserek koparmak.

(birinin) kellesini vurdurmak

öldürtmek: ‘Atı kimin evinde, kimin elinde bulursa onun kellesini vurduracakmış.’ –Y. Kemal.

(birinin) kemikleri sayılmak

çok zayıflamak.

(birinin) kemiklerini kırmak

birini çok dövmek, aşırı dayak atmak: ‘Kim ona yan bakarsa kemiklerini kırar, anasını ağlatırım.’ –H. E. Adıvar.

(birinin) kestiği tırnak olamamak

bir kimse, söz konusu olan kimseden değerce çok aşağı olmak.

(birinin) keyfini kaçırmak (bozmak)

üzmek: ‘Ne istedin adamdan, dedi. Keyfini kaçırdın oruçlu oruçlu.’ –H. Taner.

(birinin) keyfini yapmak

her türlü istek ve dileği yerine getirmek: ‘Ben dünyaya sanki herkesin keyfini yapmak, herkesin menfaatine hizmet etmek için gelmiştim.’ –H. C. Yalçın.

(birinin) keyfinin kâhyası olmamak

birine alışkanlıklarına, davranışlarına, düzenine karışmaya hakkı olmamak: ‘Eloğlunun keyfinin kâhyası değiliz.’ –N. Hikmet.

(birinin) kirli çamaşırlarını ortaya dökmek

birinin ayıp, kusur veya suçlarını açıklamak, söylemek.

(birinin) kılığına girmek

onun gibi giyinmek.

(birinin) kılına dokunmamak

bir kimseye dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bile bulunmamak.

(birinin) kızı kısrağı

birinin ailesindeki kızlar ve kadınlar.

(birinin) koluna girmek

kolunu birinin koltuğu altından geçirmek: ‘Koluna iki polis girmişti.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) kolunda altın bileziği olmak

kazanç sağlayan bir mesleği, zanaatı olmak.

(birinin) konuğu olmak

birine konuk olarak gidip kalmak: ‘Onun köyüne gittim, onun konuğu oldum orada on beş gün.’ –Y. Kemal.

(birinin) koynuna girmek

biriyle yatıp sevişmek.

(birinin) kucağına oturmak

1) dizlerinin üstüne oturmak; 2) argo yaltaklanmak; 3) argo birinin amaçlarına alet olmak.

(birinin) kulağını bükmek

bir sorun karşısında dikkatli davranması için uyarıda bulunmak.

(birinin) kulağını çekmek

1) ceza olarak kulağını tutup bükerek çekmek; 2) uyarmak için hafif bir ceza vermek.

(birinin) kulağını çınlatmak

birini anmak.

(birinin) kulağını doldurmak

bir kimseye başkasından bilgi almadan önce konu üzerinde bilgi verirken kendi düşüncesini aşılamak.

(birinin) kulağının zarı patlamak

gürültü yüzünden rahatsız olmak.

(birinin) künyesini okumak

ayıplarını yüzüne vurarak bir kimseye sövmek.

(birinin) kuyruğuna basmak

birini incitip saldırıda bulunmasına yol açmak, tahrik etmek.

(birinin) kuyruğuna teneke bağlamak

1) biriyle aşırı derecede alay etmek; 2) birini, herkesin alay edeceği biçimde kovmak.

(birinin) kuyruğunu kıstırmak

birini güç bir duruma düşürmek.

(birinin) kuyusunu kazmak

birinin yıkımına çalışmak, kötü duruma düşmesini istemek: ‘Yüzden ağır durup arkadan kabinenin kuyusunu kazacaksın!’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) leşini çıkarmak

çok dövmek, adamakıllı dövmek.

(birinin) leşini sermek

öldürmek: ‘Evin içini allak bullak edip leşini gözünün önüne sereyim mi?’ –S. M. Alus.

(birinin) lokmasını dökmek

bir ölünün anısına lokma tatlısı yapıp dağıtmak.

(birinin) lokmasını saymak

sofrada yemek yiyen kimsenin ne kadar yediğine dikkat etmek.

(birinin) mahkemede dayısı olmak

yüksek bir makamda koruyucusu, kayırıcısı bulunmak.

(birinin) mahremiyetine girmek

bir kimsenin özel hayatını öğrenecek kadar ona yakın olmak: ‘Türkünün bir tarafında kapılar açılıyor ve siz durup dururken hiç tanımadığınız bir insanın mahremiyetine girmiş oluyorsunuz.’ –B. R. Eyuboğlu.

(birinin) maşası olmak

sakıncalı bir işte biri tarafından araç olarak kullanılmak.

(birinin) maskarası olmak

birinin eğlencesi olmak: ‘Süslü kafeslere, hazır yemeğe tamah edip insanların maskarası olmanın âlemi var mı?’ –H. Taner.

(birinin) maskarasını çıkarmak

birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak.

(birinin) muzipliğine uğramak

aldatılmak, şakaya hedef olmak: ‘Gülmüşler ve kendisine, arkadaşının bir muzipliğine uğradığını söylemişler.’ –F. R. Atay.

(birinin) nabzına girmek

elindeki imkânları kullanarak birinin hoşnutluğunu kazanmak, birini yola getirmek ve düşüncelerini benimsetmek.

(birinin) nabzına göre şerbet vermek

birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak: ‘Başına gelmeyen bela kalmadı. Azıcık nabza göre şerbet versen başına bu dertler gelmezdi.’ –A. Boysan.

(birinin) nazını çekmek

her istediğini yerine getirmek: ‘Ben karım için çalışıyorum. Epeyce kazanıyorum. Onun nazını çekerek bütün çocuklarına katlanıyorum.’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) notunu vermek

bir kimse için kötü bir kanıya varmak.

(birinin) ocağına düşmek

birine koruması için sığınmak veya yardım etmesi için yalvarmak: ‘Hanımefendi, gençliğin kadrini biliniz… Ocağınıza düştük.’ –P. Safa.

(birinin) ocağına incir (darı) dikmek (ekmek)

birinin evini barkını dağıtmak: ‘İhmal bütün ocaklara incir diker.’ –Ö. Seyfettin.

(birinin) ödünü koparmak (patlatmak)

çok korkutmak.

(birinin) öfke topuklarına çıkmak

çok öfkelenmek.

(birinin) öl dediği yerde ölmek, kal dediği yerde kalmak

onun sözünden çıkmamak.

Sayfa 9 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü