(birinin) ağzını dilini bağlamak
birini konuşamaz duruma getirmek: ‘O şıllık basmış büyüyü, adamcağızın ağzını dilini bağlamıştı.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) ağzını kapamak
kendisine çıkar sağlaması için bir kimseyi susturmak.
(birinin) ağzını kullanmak (satmak)
birinin söylediklerinin aynısını söylemek.
(birinin) ağzını tıkamak
sözünü kesmek, susturmak.
(birinin) ağzının içine bakmak
1) ne söyleyeceğini beklemek; 2) onun sözüne göre davranmak.
(birinin) ağzının içine girmek
1) çok yanaşmak, iyice sokulmak; 2) hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.
(birinin) ağzının kokusunu çekmek
bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak.
(birinin) ağzının kokusunu çekmek
birinin her türlü isteğine, kaprisine boyun eğmek: ‘Onca yıl gurbetin kahrını, gâvurun ağzının kokusunu çekmiştik.’ –M. İzgü.
(birinin) ahı tutmak
birinin ilenmeleri gerçekleşmek.
(birinin) ahı yerde kalmamak
yaptığı ilenme er geç etkisini göstermek.
(birinin) ahını almak
ah almak: Ana baba ahını almak doğru değildir.
(birinin) ak dediğine kara demek
inatçılık ederek karşısındaki ile anlaşmaya yanaşmamak.
(birinin) aklına koymak
bir kimse birine, bir şey telkin etmek.
(birinin) aklını çelmek
1) niyetinden, kararından caydırmak: ‘Böyle olursa zamanla kızının aklını çelmek kolaylaşırdı.’ –N. Cumalı. 2) ayartmak, baştan çıkarmak: ‘Hasan gelip Reha Bey’in, beni filan gazinoda beklediğini söyleyerek aklımı çeliyordu.’ –O. C. Kaygılı.
(birinin) aklını karıştırmak
birini ne yapacağını bilemez duruma getirmek, şaşırtmak, bocalatmak.
(birinin) aleyhine dönmek
destek vermekten vazgeçip karşı duruma geçmek.
(birinin) alnını karışlamak
küçümseyerek meydan okumak.
(birinin) anası ağlamak
çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek.
(birinin) anasını ağlatmak
kaba bir kimseye çok eziyet etmek, çok sıkıntı çektirmek: ‘Kim ona yan bakarsa kemiklerini kırar, anasını ağlatırım.’ –H. E. Adıvar.
(birinin) arkasını sıvamak
okşamak, övmek, iltifat etmek.
(birinin) ateşine yanmak
bir kimse yüzünden zarara uğramak.
(birinin) ayağına gitmek
alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak.
(birinin) ayağının türabı olmak
bir kimse başka bir kimseye kul gibi bağlanıp onun her emrini yerine getirmek: ‘Ayağınızın türabıyım, çakeriniz efendimizi dünyada bırakmam.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) bam teline basmak (dokunmak)
en çok kızacağı şeyi yapmak veya sözü söylemek: ‘Firuzan bam teline basıyor, aksi sesler çıkarıyor.’ –H. E. Adıvar.
(birinin) baş (başının) belası olmak
sıkıntı, üzüntü, eziyet vermek: ‘Benim bir köpeğim vardır. Başımın belası!’ –S. F. Abasıyanık.
(birinin) başı için
‘çocuğumuzun başı için, annenizin başı için’ vb. sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant veya yalvarma sözü: ‘Aman Ali Bey’in başı için beni ele vermeyin.’ –M. C. Kuntay.
(birinin) başına çalmak
bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
(birinin) başına çıkmak
birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak: ‘Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı.’ –T. Uyar.
(birinin) başına çorap örmek
birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak: ‘Ya başına bir çorap ördürüsrse?’ –O. Kemal.
(birinin) başına dikilmek
1) birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak; 2) bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak; 3) bir şeyin yanında ve ayakta beklemek: ‘Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için.’ –Z. Selimoğlu.
(birinin) başına ekşimek
1) ağır yük olmak; 2) üstüne kalmak.
(birinin) başına gaile açmak
sıkıntı yaratmak, üzüntü vermek: ‘Devletin başına sayısız gaileler açmak yolunda hiçbir fırsatı kaçırmadı.’ –S. Ayverdi.
(birinin) başına geçmek
en üstün yeri almak, önderlik yapmak: ‘Onları bahçeye toplayarak başlarına geçerek akşama kadar âdeta kudurturdum.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) başına gelmek
beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak: ‘Onu dinledikten sonra olanaklı olduğunca ilişkimizi gizleyerek Mine’nin başına gelenleri anlatıyorum.’ –A. Ümit.
(birinin) başına kâhya kesilmek
olur olmaz her işine karışmak.
(birinin) başına kalmak
istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluluğu ile karşılaşmak: ‘Adam yüzüstü bırakıp gidince böyle bir numara çevirip başına kalmayı deniyor anlaşılan.’ –E. Bener.
(birinin) başında değirmen çevirmek
gürültü ile tedirgin etmek.
(birinin) başını istemek
öldürülmesini istemek.
(birinin) başını nâra yakmak
birini ağır bir zarara uğratmak.
(birinin) başını yemek
güç duruma düşmesine yol açmak: ‘Birbirlerinden şüphelensinler, birbirlerinin başını yesinler.’ –N. Hikmet.
(birinin) başının etini yemek
karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek: ‘Köyde patladığını telefonlarla, telgraflarla bana bildirerek başımın etini yiyen sen değil misin?’ –N. F. Kısakürek.
(birinin) bedduasını almak
biri tarafından kendisine ilenilmek.
(birinin) bir dediğini iki etmemek
her istediğini hemen yapmak: ‘Bu adamın bir dediğini iki etmediği genç bir sevgilisi varmış.’ –A. Kulin.
(birinin) bir sözünü (dediğini) iki etmemek
birinin her istediğini hemen yerine getirmek: ‘Maliye müfettişi sizin beyin mektep arkadaşıymış. Sözünden çıkmaz, bir dediğini iki etmezmiş. O isterse arkasından söyler, kocamı kurtarır.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) bıraktığı (bağladığı) yerde (çayırda) otlamak
hlk. uzun süredir hiçbir ilerleme veya değişim gösterememek: ‘Tek suçu, kendini yeni devre uyduramayışı, bıraktığım yerde otluyormuş, ne bileyim.’ –E. Işınsu.
(birinin) bokunda boncuk bulmak
kaba birine hak etmediği hâlde çok değer vermek.
(birinin) borusu ötmek
hlk. sözü geçmek, yetkisi olmak.
(birinin) borusunu çalmak
çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek.
(birinin) burnuna girmek
birine çok sokulmak.
(birinin) burnundan ayrılmamak
yanından gitmemek, uzaklaşmamak: ‘Demesin ki gece gündüz kızın burnundan ayrılmıyor.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) çalımından geçilmemek
çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak.
(birinin) can damarına basmak
bir işin en önemli yönü üzerinde durmak.
(birinin) canı yok mu?
birinin katlandığı sıkıntıyı başkalarına örnek göstermek için söylenen bir söz: Onun canı yok mu, sabahtan beri çalışıyor.
(birinin) çanına ot tıkmak (tıkamak)
sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek, susturmak: ‘İsterseniz çanıma ot tıkar, beni mahvedersiniz.’ –O. Kemal.
(birinin) canına susamak
birini öldürmeyi istemek.
(birinin) canını acıtmak
birine acı vermek: ‘Korku, canını acıtacak, elle tutulur gözle görülür bir madde oldu.’ –N. Hikmet.
(birinin) cemaziyelevvelini bilmek
bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki her türlü yönünü veya kötü durumunu bilmek.
(birinin) çenesini açtırmak
söz fırsatı vermek: ‘Büyük hanım gece erken yatıp kocasının çenesini açtırmamak için şimdi öğle yemeklerinden sonra biraz kestiriyormuş.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) çenesini bıçak açmamak
sıkıntı ve üzüntüden konuşamamak: ‘Hiçbirimizin çenesini bıçak açmıyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) cesaretini kırmak
yürekliliğini gidermek, korkutmak: ‘Zekânız size yardım etmez, bilakis cesaretinizi kırar.’ –R. H. Karay.
(birinin) ciğerine işlemek
1) kötü söz, kötü davranış çok dokunmak, etkilemek; 2) kötü koku rahatsız etmek: ‘Tezek kokusu burnumun direğini kırmış, ciğerime işlemişti.’ –B. R. Eyuboğlu.
(birinin) ciğerini okumak
onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek: ‘Mademki … her baktığı insanın ciğerini dahi okuyordu, nasıl olup da etrafını saran mideci dalkavukların ikiyüzlülüğünü anlayamıyordu?’ –H. Taner.
(birinin) ciğerini sökmek
bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.
(birinin) ciğerini yakmak
bir kimseye büyük bir acı çektirmek.
(birinin) ciğerinin içini bilmek
çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek: ‘Ben böylelerinin ciğerinin içini bilirim, dedi. Bu kız hanım ölürse belki beni alır diye ümitlendi.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) çukurunu kazmak
birinin felaketine yol açacak bir düzen kurmak.
(birinin) damarını bulmak
hoşlanabileceği biçimde davranıp uysallığını sağlamak.
(birinin) dediğine gelmek
birinin düşüncesini önce kabul etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek.
(birinin) derdi başından aşkın (olmak)
1) birçok sorunu bulunmak: ‘Kendi derdimiz başımızdan aşkın, bir de başkasının derdi ile uğraşacak vaktimiz yok.’ –H. Taner. 2) aşırı derecede meşgul olmak: ‘Benim derdim başımdan aşkın, bir de onunla uğraşamam şimdi.’ –A. Ümit.
(birinin) derdi günü
çok ilgilenilen, üzerinde çok düşünülen şey: ‘Onun derdi günü roman okumak! Dağ başındasın / Derdin günün hasretlik / Akşam olmuş / Güneş batmış / İçmeyip de ne halt edeceksin?’ –O. V. Kanık.
(birinin) derdini deşmek (depreştirmek)
derdini hatırlatıp yeniden üzülmesine yol açmak.
(birinin) diline düşmek
yermek veya alay etmek amacıyla birinin kötü veya yanlış davranışını sürekli söylemek: ‘Mahallede acubelerin diline düşmekten korkuyorum.’ –P. Safa.
(birinin) dilini bağlamak
bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak: ‘Ortağım burada kocama basmış büyüyü, basmış büyüyü. Dilini, ağzını bağlamış adamcağızın.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) dişini sökmek
kötülük edemeyecek duruma getirmek.
(birinin) dizginini çekmek
birinin aşırı davranışlarına engel olmak.
(birinin) dizginini kesmek
üzerindeki baskıyı artırmak.
(birinin) dizlerine kapanmak
çok yalvarmak.
(birinin) düğününde kalburla (elekle) su taşımak
bir yardımına karşılık olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardımda bulunma sözü vermek.
(birinin) dümen suyunda gitmek
birine bağımlı olmak, her şeyde ona uyarak davranmak.
(birinin) dümenini bozmak
argo hileli işe engel olmak: ‘Müdür beyin onların dümenini bozabilecek bir kudreti olmadığı belliydi.’ –K. Korcan.
(birinin) ekmeğine yağ sürmek
istemediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak: ‘Bu name, cumhuriyetçilerin ekmeğine yağ sürdü.’ –N. F. Kısakürek.
(birinin) ekmeğiyle oynamak
geçim kaynağını tehlikeye düşürmek.
(birinin) eli ayağı (olmak)
yardımcısı (olmak), her işine yarar (olmak).
(birinin) elinde … var
yapar, bilir, bulundurur: Elinde güzel bir mesleği var.
(birinin) elinden (bir şey) düşmemek
bir şeyle sürekli ilgilenmek: ‘Hiç keser, çapa elinden düşmüyordu, yeri kazıyor kazıyordu.’ –M. İzgü.
(birinin) eline bakmak
1) bir kimsenin yardımıyla geçinmek: ‘Bir senedir burada oturuyorlar, o küçüğün eline bakıyorlar.’ –P. Safa. 2) ‘ne getirdi’ diye gözlemek.
(birinin) eline kalmak
ondan başka yardım edeni olmamak, yalnız ona muhtaç olmak.
(birinin) eline su dökemez
‘değerce ondan çok geride’ anlamında kullanılan bir söz.
(birinin) elini kolunu bağlamak
bir şey yapamayacak duruma getirmek.
(birinin) emrine girmek
bir kimsenin buyruğu altında bulunmayı kabul etmek.
(birinin) ensesine yapışmak
yakalayıp sıkıştırmak: ‘Polisler ikametgâhsız diye ensene yapışırlar, seni deliğe tıkarlar.’ –Y. K. Beyatlı.
(birinin) eteğini toplamak
1) birinin derli toplu olmasını sağlamak, birini düzenli yaşatmak: ‘Senin eteğini toplamaktan hamur açacak zamanı mı var onun?’ –A. Kulin. 2) birinin kötü yaptığı işleri düzeltmek.
(birinin) etrafında dört dönmek (pervane olmak)
isteğini elde etmek için birinin yanından ayrılmayıp gönlünü etmeye çalışmak.
(birinin) fikrini almak
fikir almak.
(birinin) fikrini çelmek
kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek: ‘Belki bir yolunu buluruz da kızın fikrini çeleriz, diyormuş.’ –S. F. Abasıyanık.
(birinin) geçmişlerini karıştırmak
1) birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek; 2) geçmişini araştırmak.
(birinin) geçtiği yoldan geçmek
daha önce aynı olayları yaşamış olmak, deneyimli olmak: ‘Onun geçtiği yollardan geçtiğim için tahminlerim biraz daha kolaylaşıyor.’ –H. Taner.
(birinin) gemisi şapa oturmak
iş, düzelemeyecek kadar bozulmak.
(birinin) gırtlağına basmak
birine bir şey yaptırmak için dayatmak veya inat etmek.
(birinin) gırtlağına sarılmak
peşini bırakmamak, musallat olmak: ‘Şimdiye kadar bana iki paralık faydan dokundu mu ki her gün alacaklı gibi gırtlağıma sarılıyorsun!’ –R. N. Güntekin.
