Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

(birinin) ağzını dilini bağlamak

birini konuşamaz duruma getirmek: ‘O şıllık basmış büyüyü, adamcağızın ağzını dilini bağlamıştı.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) ağzını kapamak

kendisine çıkar sağlaması için bir kimseyi susturmak.

(birinin) ağzını kullanmak (satmak)

birinin söylediklerinin aynısını söylemek.

(birinin) ağzını tıkamak

sözünü kesmek, susturmak.

(birinin) ağzının içine bakmak

1) ne söyleyeceğini beklemek; 2) onun sözüne göre davranmak.

(birinin) ağzının içine girmek

1) çok yanaşmak, iyice sokulmak; 2) hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.

(birinin) ağzının kokusunu çekmek

bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak.

(birinin) ağzının kokusunu çekmek

birinin her türlü isteğine, kaprisine boyun eğmek: ‘Onca yıl gurbetin kahrını, gâvurun ağzının kokusunu çekmiştik.’ –M. İzgü.

(birinin) ahı tutmak

birinin ilenmeleri gerçekleşmek.

(birinin) ahı yerde kalmamak

yaptığı ilenme er geç etkisini göstermek.

(birinin) ahını almak

ah almak: Ana baba ahını almak doğru değildir.

(birinin) ak dediğine kara demek

inatçılık ederek karşısındaki ile anlaşmaya yanaşmamak.

(birinin) aklına koymak

bir kimse birine, bir şey telkin etmek.

(birinin) aklını çelmek

1) niyetinden, kararından caydırmak: ‘Böyle olursa zamanla kızının aklını çelmek kolaylaşırdı.’ –N. Cumalı. 2) ayartmak, baştan çıkarmak: ‘Hasan gelip Reha Bey’in, beni filan gazinoda beklediğini söyleyerek aklımı çeliyordu.’ –O. C. Kaygılı.

(birinin) aklını karıştırmak

birini ne yapacağını bilemez duruma getirmek, şaşırtmak, bocalatmak.

(birinin) aleyhine dönmek

destek vermekten vazgeçip karşı duruma geçmek.

(birinin) alnını karışlamak

küçümseyerek meydan okumak.

(birinin) anası ağlamak

çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek.

(birinin) anasını ağlatmak

kaba bir kimseye çok eziyet etmek, çok sıkıntı çektirmek: ‘Kim ona yan bakarsa kemiklerini kırar, anasını ağlatırım.’ –H. E. Adıvar.

(birinin) arkasını sıvamak

okşamak, övmek, iltifat etmek.

(birinin) ateşine yanmak

bir kimse yüzünden zarara uğramak.

(birinin) ayağına gitmek

alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak.

(birinin) ayağının türabı olmak

bir kimse başka bir kimseye kul gibi bağlanıp onun her emrini yerine getirmek: ‘Ayağınızın türabıyım, çakeriniz efendimizi dünyada bırakmam.’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) bam teline basmak (dokunmak)

en çok kızacağı şeyi yapmak veya sözü söylemek: ‘Firuzan bam teline basıyor, aksi sesler çıkarıyor.’ –H. E. Adıvar.

(birinin) baş (başının) belası olmak

sıkıntı, üzüntü, eziyet vermek: ‘Benim bir köpeğim vardır. Başımın belası!’ –S. F. Abasıyanık.

(birinin) başı için

‘çocuğumuzun başı için, annenizin başı için’ vb. sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant veya yalvarma sözü: ‘Aman Ali Bey’in başı için beni ele vermeyin.’ –M. C. Kuntay.

(birinin) başına çalmak

bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.

(birinin) başına çıkmak

birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak: ‘Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı.’ –T. Uyar.

(birinin) başına çorap örmek

birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak: ‘Ya başına bir çorap ördürüsrse?’ –O. Kemal.

(birinin) başına dikilmek

1) birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak; 2) bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak; 3) bir şeyin yanında ve ayakta beklemek: ‘Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için.’ –Z. Selimoğlu.

(birinin) başına ekşimek

1) ağır yük olmak; 2) üstüne kalmak.

(birinin) başına gaile açmak

sıkıntı yaratmak, üzüntü vermek: ‘Devletin başına sayısız gaileler açmak yolunda hiçbir fırsatı kaçırmadı.’ –S. Ayverdi.

(birinin) başına geçmek

en üstün yeri almak, önderlik yapmak: ‘Onları bahçeye toplayarak başlarına geçerek akşama kadar âdeta kudurturdum.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) başına gelmek

beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak: ‘Onu dinledikten sonra olanaklı olduğunca ilişkimizi gizleyerek Mine’nin başına gelenleri anlatıyorum.’ –A. Ümit.

(birinin) başına kâhya kesilmek

olur olmaz her işine karışmak.

(birinin) başına kalmak

istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluluğu ile karşılaşmak: ‘Adam yüzüstü bırakıp gidince böyle bir numara çevirip başına kalmayı deniyor anlaşılan.’ –E. Bener.

(birinin) başında değirmen çevirmek

gürültü ile tedirgin etmek.

(birinin) başını istemek

öldürülmesini istemek.

(birinin) başını nâra yakmak

birini ağır bir zarara uğratmak.

(birinin) başını yemek

güç duruma düşmesine yol açmak: ‘Birbirlerinden şüphelensinler, birbirlerinin başını yesinler.’ –N. Hikmet.

(birinin) başının etini yemek

karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek: ‘Köyde patladığını telefonlarla, telgraflarla bana bildirerek başımın etini yiyen sen değil misin?’ –N. F. Kısakürek.

(birinin) bedduasını almak

biri tarafından kendisine ilenilmek.

(birinin) bir dediğini iki etmemek

her istediğini hemen yapmak: ‘Bu adamın bir dediğini iki etmediği genç bir sevgilisi varmış.’ –A. Kulin.

(birinin) bir sözünü (dediğini) iki etmemek

birinin her istediğini hemen yerine getirmek: ‘Maliye müfettişi sizin beyin mektep arkadaşıymış. Sözünden çıkmaz, bir dediğini iki etmezmiş. O isterse arkasından söyler, kocamı kurtarır.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) bıraktığı (bağladığı) yerde (çayırda) otlamak

hlk. uzun süredir hiçbir ilerleme veya değişim gösterememek: ‘Tek suçu, kendini yeni devre uyduramayışı, bıraktığım yerde otluyormuş, ne bileyim.’ –E. Işınsu.

(birinin) bokunda boncuk bulmak

kaba birine hak etmediği hâlde çok değer vermek.

(birinin) borusu ötmek

hlk. sözü geçmek, yetkisi olmak.

(birinin) borusunu çalmak

çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek.

(birinin) burnuna girmek

birine çok sokulmak.

(birinin) burnundan ayrılmamak

yanından gitmemek, uzaklaşmamak: ‘Demesin ki gece gündüz kızın burnundan ayrılmıyor.’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) çalımından geçilmemek

çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak.

(birinin) can damarına basmak

bir işin en önemli yönü üzerinde durmak.

(birinin) canı yok mu?

birinin katlandığı sıkıntıyı başkalarına örnek göstermek için söylenen bir söz: Onun canı yok mu, sabahtan beri çalışıyor.

(birinin) çanına ot tıkmak (tıkamak)

sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek, susturmak: ‘İsterseniz çanıma ot tıkar, beni mahvedersiniz.’ –O. Kemal.

(birinin) canına susamak

birini öldürmeyi istemek.

(birinin) canını acıtmak

birine acı vermek: ‘Korku, canını acıtacak, elle tutulur gözle görülür bir madde oldu.’ –N. Hikmet.

(birinin) cemaziyelevvelini bilmek

bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki her türlü yönünü veya kötü durumunu bilmek.

(birinin) çenesini açtırmak

söz fırsatı vermek: ‘Büyük hanım gece erken yatıp kocasının çenesini açtırmamak için şimdi öğle yemeklerinden sonra biraz kestiriyormuş.’ –M. Ş. Esendal.

(birinin) çenesini bıçak açmamak

sıkıntı ve üzüntüden konuşamamak: ‘Hiçbirimizin çenesini bıçak açmıyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(birinin) cesaretini kırmak

yürekliliğini gidermek, korkutmak: ‘Zekânız size yardım etmez, bilakis cesaretinizi kırar.’ –R. H. Karay.

(birinin) ciğerine işlemek

1) kötü söz, kötü davranış çok dokunmak, etkilemek; 2) kötü koku rahatsız etmek: ‘Tezek kokusu burnumun direğini kırmış, ciğerime işlemişti.’ –B. R. Eyuboğlu.

(birinin) ciğerini okumak

onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek: ‘Mademki … her baktığı insanın ciğerini dahi okuyordu, nasıl olup da etrafını saran mideci dalkavukların ikiyüzlülüğünü anlayamıyordu?’ –H. Taner.

(birinin) ciğerini sökmek

bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.

(birinin) ciğerini yakmak

bir kimseye büyük bir acı çektirmek.

(birinin) ciğerinin içini bilmek

çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek: ‘Ben böylelerinin ciğerinin içini bilirim, dedi. Bu kız hanım ölürse belki beni alır diye ümitlendi.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) çukurunu kazmak

birinin felaketine yol açacak bir düzen kurmak.

(birinin) damarını bulmak

hoşlanabileceği biçimde davranıp uysallığını sağlamak.

(birinin) dediğine gelmek

birinin düşüncesini önce kabul etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek.

(birinin) derdi başından aşkın (olmak)

1) birçok sorunu bulunmak: ‘Kendi derdimiz başımızdan aşkın, bir de başkasının derdi ile uğraşacak vaktimiz yok.’ –H. Taner. 2) aşırı derecede meşgul olmak: ‘Benim derdim başımdan aşkın, bir de onunla uğraşamam şimdi.’ –A. Ümit.

(birinin) derdi günü

çok ilgilenilen, üzerinde çok düşünülen şey: ‘Onun derdi günü roman okumak! Dağ başındasın / Derdin günün hasretlik / Akşam olmuş / Güneş batmış / İçmeyip de ne halt edeceksin?’ –O. V. Kanık.

(birinin) derdini deşmek (depreştirmek)

derdini hatırlatıp yeniden üzülmesine yol açmak.

(birinin) diline düşmek

yermek veya alay etmek amacıyla birinin kötü veya yanlış davranışını sürekli söylemek: ‘Mahallede acubelerin diline düşmekten korkuyorum.’ –P. Safa.

(birinin) dilini bağlamak

bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak: ‘Ortağım burada kocama basmış büyüyü, basmış büyüyü. Dilini, ağzını bağlamış adamcağızın.’ –R. N. Güntekin.

(birinin) dişini sökmek

kötülük edemeyecek duruma getirmek.

(birinin) dizginini çekmek

birinin aşırı davranışlarına engel olmak.

(birinin) dizginini kesmek

üzerindeki baskıyı artırmak.

(birinin) dizlerine kapanmak

çok yalvarmak.

(birinin) düğününde kalburla (elekle) su taşımak

bir yardımına karşılık olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardımda bulunma sözü vermek.

(birinin) dümen suyunda gitmek

birine bağımlı olmak, her şeyde ona uyarak davranmak.

(birinin) dümenini bozmak

argo hileli işe engel olmak: ‘Müdür beyin onların dümenini bozabilecek bir kudreti olmadığı belliydi.’ –K. Korcan.

(birinin) ekmeğine yağ sürmek

istemediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak: ‘Bu name, cumhuriyetçilerin ekmeğine yağ sürdü.’ –N. F. Kısakürek.

(birinin) ekmeğiyle oynamak

geçim kaynağını tehlikeye düşürmek.

(birinin) eli ayağı (olmak)

yardımcısı (olmak), her işine yarar (olmak).

(birinin) elinde … var

yapar, bilir, bulundurur: Elinde güzel bir mesleği var.

(birinin) elinden (bir şey) düşmemek

bir şeyle sürekli ilgilenmek: ‘Hiç keser, çapa elinden düşmüyordu, yeri kazıyor kazıyordu.’ –M. İzgü.

(birinin) eline bakmak

1) bir kimsenin yardımıyla geçinmek: ‘Bir senedir burada oturuyorlar, o küçüğün eline bakıyorlar.’ –P. Safa. 2) ‘ne getirdi’ diye gözlemek.

(birinin) eline kalmak

ondan başka yardım edeni olmamak, yalnız ona muhtaç olmak.

(birinin) eline su dökemez

‘değerce ondan çok geride’ anlamında kullanılan bir söz.

(birinin) elini kolunu bağlamak

bir şey yapamayacak duruma getirmek.

(birinin) emrine girmek

bir kimsenin buyruğu altında bulunmayı kabul etmek.

(birinin) ensesine yapışmak

yakalayıp sıkıştırmak: ‘Polisler ikametgâhsız diye ensene yapışırlar, seni deliğe tıkarlar.’ –Y. K. Beyatlı.

(birinin) eteğini toplamak

1) birinin derli toplu olmasını sağlamak, birini düzenli yaşatmak: ‘Senin eteğini toplamaktan hamur açacak zamanı mı var onun?’ –A. Kulin. 2) birinin kötü yaptığı işleri düzeltmek.

(birinin) etrafında dört dönmek (pervane olmak)

isteğini elde etmek için birinin yanından ayrılmayıp gönlünü etmeye çalışmak.

(birinin) fikrini almak

fikir almak.

(birinin) fikrini çelmek

kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek: ‘Belki bir yolunu buluruz da kızın fikrini çeleriz, diyormuş.’ –S. F. Abasıyanık.

(birinin) geçmişlerini karıştırmak

1) birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek; 2) geçmişini araştırmak.

(birinin) geçtiği yoldan geçmek

daha önce aynı olayları yaşamış olmak, deneyimli olmak: ‘Onun geçtiği yollardan geçtiğim için tahminlerim biraz daha kolaylaşıyor.’ –H. Taner.

(birinin) gemisi şapa oturmak

iş, düzelemeyecek kadar bozulmak.

(birinin) gırtlağına basmak

birine bir şey yaptırmak için dayatmak veya inat etmek.

(birinin) gırtlağına sarılmak

peşini bırakmamak, musallat olmak: ‘Şimdiye kadar bana iki paralık faydan dokundu mu ki her gün alacaklı gibi gırtlağıma sarılıyorsun!’ –R. N. Güntekin.

Sayfa 8 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü