(birini) cebinden çıkarmak
ondan çok üstün olmak.
(birini) cepten aramak
bir kimseyi cep telefonundan aramak.
(birini) çiğ çiğ yemek
parçalayıp öldürecek derecede kızdığı birini tehdit etmek.
(birini) çileden çıkarmak
çok kızdırmak: ‘Karşı taraftan konuşanın kolağası Mustafa Kemal oluşu hepsini çileden çıkarır.’ –F. R. Atay.
(birini) cin tutmak
bir inanışa göre cinlerin etkisiyle delirmek.
(birini) defterden (defterinden) silmek
adını anmaz olmak, dost saymaz olmak.
(birini) demire vurmak
birini demir zincirle bağlamak.
(birini) deniz tutmak
deniz taşıtlarında sallantıdan etkilenmek: ‘Biz tayfaları da deniz tuttu ama geminin doktoru bir defacık olsun, görünmedi.’ –S. F. Abasıyanık.
(birini) dişine kestirmek
birini alt edeceğine veya dövebileceğine inanmak: ‘Bunlar dişlerine kestirdikleri mahkûma iflahını kesinceye kadar gaddarca saldırırlar.’ –K. Korcan.
(birini) el üstünde tutmak
bir kimseye çok saygı ve sevgi göstermek: ‘Ama azdır sanatçılara saygı gösterenler, onları el üstünde tutmak isteyenler.’ –S. Birsel.
(birini) fena etmek
1) kötü davranmak; 2) kötü bir duruma düşürmek: Bu koku beni fena etti.
(birini) gafil avlamak
umulmadık, beklenmedik bir zamanda yakalamak, zor duruma düşürmek: ‘Nasıl sinsice yaklaşmıştı baykuş, düşmanlarını nasıl gafil avlamıştı.’ –C. Meriç.
(birini) gaza getirmek
birini olmadık bir şey veya hayalî bilgilerle coşturmak, ileri sürmek.
(birini) gır gıra almak (getirmek)
alaya almak: ‘Baskına dikkat et diye emir yayımlamıştı da gır gıra aldık adamı.’ –A. İlhan.
(birini) gömleğinden (gömlekten) geçirmek
evlat olarak kabul etmek, evlat edinmek.
(birini) gönülden çıkarmamak
sevilen kimseyi unutmamak.
(birini) görüp gözetmek
korumak, yardım etmek, mukayyet olmak.
(birini) gözü ısırmak
bir kimseyi tanıyacak gibi olmak.
(birini) gözüm görmesin
‘bana görünmesin, yüzünü görmek istemem’ anlamında kullanılan bir söz.
(birini) hacı bekler gibi beklemek
büyük bir sabırsızlıkla beklemek.
(birini) haraca kesmek
zorbalıkla para koparmak veya çıkar sağlamak.
(birini) helalliğe almak
biriyle evlenmek.
(birini) hırs basmak
hırslı duruma gelmek.
(birini) hor tutmak
birine karşı küçümseyici, incitici davranışlarda bulunmak.
(birini) hoş tutmak
birine iyi ve sevecenlikle davranmak.
(birini) içine sokacağı gelmek
birini çok sevmek.
(birini) ifrit etmek
çok kızmasına yol açmak, öfkelendirmek.
(birini) ipe çekmek
asarak öldürmek.
(birini) işe almak
iş yerinde çalıştırmaya başlatmak.
(birini) işe koşmak
birine iş yaptırmak: ‘Babama varıncaya kadar hepimizi işe koşuyor.’ –R. N. Güntekin.
(birini) kan boğmak
beynine kan hücumuyla ölmek.
(birini) kanadı altına almak
korumak, himayesine almak: ‘Yazarları, ressamları, müzikçileri kanatlarının altına alan krallar, padişahlar elbette hesaba sığmaz.’ –S. Birsel.
(birini) karşısına almak
birinin düşünce ve tutumuna katılmadığını belli etmek.
(birini) kayışa çekmek
argo aldatmak, kandırmak.
(birini) kesintiye almak
biriyle sezdirmeden alay etmek.
(birini) komalık etmek
1) döverek kıpırdamayacak duruma getirmek; 2) mec. çok sinirlendirmek.
(birini) koynuna almak
1) biriyle beraber yatmak; 2) biriyle sevişmek için yatmak.
(birini) kukla gibi oynatmak
1) birine her istediğini yaptırmak; 2) birinin istediğini yapıyor görünerek onu oyalamak.
(birini) kurşuna dizmek
1) verilen ölüm cezasını askerî bir kıtanın attığı kurşunlarla yerine getirmek: ‘Sarı çam deresinde bu otuz kadar eşkıyayı kurşuna dizdiler.’ –Y. Kemal. 2) öldürmek.
(birini) linç etmek
yargılamadan öldürmek: ‘Yakalamışlar adamı. Ahali linç edecekmiş az kalsın.’ –S. F. Abasıyanık.
(birini) makaraya almak (sarmak)
bir kimseyle alay etmek.
(birini) maşa gibi kullanmak
maşası olmak.
(birini) maskaraya almak
biriyle eğlenmek, alay etmek.
(birini) maskaraya çevirmek
gülünç bir duruma sokmak.
(birini) maytaba almak
biriyle alay etmek, eğlenmek: ‘Bu evde hepsi beni maytaba alıyor.’ –H. R. Gürpınar.
(birini) mecbur tutmak
zorlamak, yükümlü saymak, mecbur etmek: ‘Memleketin büyük menfaati, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu.’ –Atatürk.
(birini) minder dışına atmak
ortadan kaldırmak, silmek, kovmak: ‘Kötü para iyi parayı kovduğu gibi kötü yazar da iyi yazarı minder dışına atmaya çabalamaktadır.’ –S. Birsel.
(birini) on paralık etmek
birine hakarette bulunmak, birini kötü duruma düşürmek.
(birini) paravan yapmak
kendini belli etmeyerek başkasının adından, yetkisinden, gücünden yararlanmak.
(birini) parmağında oynatmak
her istediğini yaptırmak, kukla gibi kullanmak.
(birini) patentinin altına almak
egemenliği altına almak.
(birini) rezil etmek
isteyerek veya istemeyerek birini çok utanacak güç bir duruma sokmak: ‘Sadece rezil etmekle kalmayacağım, hapse de tıktıracağım.’ –P. Safa.
(birini) sarakaya almak
alay etmek, alaya almak: ‘Taşralarda ağırbaşlı kitaplar okumaya kalkışan öğrencileri, arkadaşları sarakaya alır.’ –S. Birsel.
(birini) şaşkına çevirmek
şaşırtmak: ‘Bir mektupla kadınlarınız sizi şaşkına çeviriyorlar.’ –M. Ş. Esendal.
(birini) tefe koymak
biri hakkında alaylı dedikodu yapmak: ‘Sonradan anlaşıldı ki adam hükûmeti tefe koymuş.’ –T. Halman.
(birini) telaş almak
herhangi bir sebeple heyecanlanmak, endişelenmek, acele etmek: ‘Mabeyni büyük bir telaş alıyor.’ –A. Ş. Hisar.
(birini) teneşir paklamak
yaşarken kirli işlere bulaşan kimseler için tek çıkar yol ölüm olmak: ‘Pis herif, o huyundan vazgeçmez. Onu ancak teneşir paklayacak.’ –O. Kemal.
(birini) terkisine almak
üzerinde bulunduğu atın sağrısına bindirmek: ‘Sonra atlarının terkisine aldılar, benimle beraber kaçtılar.’ –H. Taner.
(birini) yalancı çıkarmak
birinin yalan söylediğini ortaya koymak veya yalan söylememesini sağlamak.
(birini) yarı yolda bırakmak
yapılan yardımı sonuna kadar sürdürmemek.
(birini) yatak çekmek
çok bitkin ve güçsüz olmak.
(birini) yer kabul etmez
çok günahkâr.
(birini) zincire vurmak
prangaya vurmak.
(birini) zıvanadan çıkarmak
sinirlendirmek, öfkelendirmek: ‘Herhangi bir hastada aldığı tedbirlere rağmen beklediği sonucun doğmaması onu zıvanadan çıkarırdı.’ –A. İlhan.
(birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine
‘birinin veya bir şeyin hatırına veya varlığına değer verildiği için’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam.’ –Z. Selimoğlu.
(birinin bir şey) gözünü bağlamak
doğruyu bulamaz, düşünemez duruma getirmek.
(birinin önünde, yanında) perende atamamak (atılmamak)
1) herhangi bir konuda birinden aşağı, beceriksiz olmak; 2) oyun çevirememek, aldatamamak.
(birinin veya bir şeyin) hasretini çekmek
1) çok özlemek: ‘Ben dört sene onun hasretini çektim.’ –A. Gündüz. 2) mec. gereksinim duyduğu şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak: Dünya, barışın hasretini çekiyor.
(birinin veya bir şeyin) kıymetini bilmek
önemini, değerini bilmek: ‘Güneş yalnız dirileri ısıtır / Güneşin kıymetini bil’ –O. Rifat.
(birinin veya bir şeyin) kurbanı olmak
uğruna ızdırap veya büyük üzüntü, sıkıntı çekmek, zarara girmek, ölmek: ‘Üçümüzün müşterek kurbanı olduğumuz acı bir devir, bahçenin tatlı havasını ağırlaştırmıştı.’ –H. E. Adıvar.
(birinin veya bir şeyin) posasını çıkarmak
1) bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek: ‘Onlar öyledir, adamın posasını çıkarırlar, dedi.’ –R. H. Karay. 2) birini çok dövmek.
(birinin veya bir şeyin) tırnağına değmemek
değerce ondan çok aşağı olmak.
(birinin veya bir şeyin) üstüne yüklenmek
1) saldırmak; 2) mec. ısrar etmek.
(birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine
‘birinin veya bir şeyin hatırına veya varlığına değer verildiği için’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam.’ –Z. Selimoğlu.
(birinin veya bir şeyin) yüzünü unutmak
uzun süre görmemek, varlığına hasret kalmak: ‘İnsanlar Tanrı rahmeti olan yağmurun yüzünü çoktan unutmuşlardı.’ –N. Araz.
(birinin, bir işin) ardına (arkasına) düşmek
arkasından gitmek, peşini bırakmamak: ‘Muhatabı da olmayan gecikmiş hesapların ardına düşüyordu.’ –M. Mungan.
(birinin, bir şeyin) akıbetine uğramak
birinin içinde bulunduğu kötü duruma benzer bir duruma düşmek: ‘Ben Kristof Kolomb’un akıbetine uğramak istemiyorum.’ –S. F. Abasıyanık.
(birinin, bir şeyin) peşinde olmak
o şeyi çok istemek: O şimdi koltuk peşinde.
(birinin, bir şeyin) tiryakisi olmak
bir şeye veya birine çok düşkün olmak: ‘Artık birbirimizin tiryakisi olmuştuk.’ –Y. Z. Ortaç. ‘Açık söyleyeyim, ben parasızlığın tiryakisi bile oldum.’ –P. Safa.
(birinin, birilerinin) ağzına düşmek
dile düşmek: ‘Doğrusu ben ne güzelliğimin ne de ilmimin kimsenin ağzına düşmesine razı değilim.’ –E. İ. Benice.
(birinin, birilerinin) takdirini kazanmak
bir kimse veya bir topluluk tarafından beğenilmek: ‘İhtimal ki senin alın yazında şunlar yazılıydı: Âlemin saygı ve takdirini kazanmış bir adam olacaksın.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) abdestini vermek
argo azarlamak.
(birinin) açığı çıkmak
saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak.
(birinin) acısına dayanamamak
bir kimse bir yakınının ölümünden büyük üzüntü duymak.
(birinin) acısını almak
sıkıntısını, üzüntüsünü azaltmak.
(birinin) adaletine sığınmak
birinden anlayış, hoşgörü, yakınlık beklemek.
(birinin) adını ağzına abdestle almak
bir kişiyi anarken çok saygılı davranmak.
(birinin) adını kirletmek (lekelemek)
adının kötüye çıkmasına yol açmak.
(birinin) adını taşımak
1) birinin adıyla anılmak; 2) sahip olduğu adın sorumluluğunu yüklenmiş olmak.
(birinin) adını vermek
birinin adını söylemek: ‘Bunlar yaşama yolunda bir engele çarptılar mı hemen dedelerinin adını verirler ve kendilerini güçlükten sıyırıp çıkarırlardı.’ –İ. O. Anar.
(birinin) afyonunu patlatmak
argo kendi keyfine dalmış olan birini öfkelendirmek.
(birinin) ağzına bakakalmak
sözlerine hayran olmak.
(birinin) ağzına bir parmak bal çalmak
birini tatlı sözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak: ‘Hürriyet, müsavat diye herkesin ağzına bir parmak bal çaldılar.’ –H. R. Gürpınar.
(birinin) ağzına sakız olmak
dedikodusuna konu olmak.
(birinin) ağzına tükürmek
hakaret ederek uyarmak.
(birinin) ağzından
1) birisinden dinleyerek: Bu şiiri Âşık Veysel’in ağzından yazdım. 2) adına.
(birinin) ağzından kapmak
1) birinin bildiği şeyleri, ustalıklı konuşmalarla ona sezdirmeden öğrenmek: ‘Bütün bu lafları harfi harfine Fatma Hanım’ın ağzından kapmış, bana kendi sözleri imiş gibi tekrar ediyor.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) birinin konuşmasını keserek kendisi söze başlamak.
(birinin) ağzından lokmasını almak
birinin hakkı olan şeyi ondan almak.
(birinin) ağzını bağlamak
bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak: ‘Ortağım burada kocama basmış büyüyü, basmış büyüyü. Dilini, ağzını bağlamış adamcağızın.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) ağzını bıçak açmamak
üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak: ‘O gittiği günden beri Zeynep kadının ağzını bıçak açmıyor.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
