(birine) işi düşmek
birinin yardımına gereksinim duymak: ‘Ara sıra işim düşerek kalem odasına girdikçe ona nazik ve kibar bir arkadaş muamelesi ediyordum.’ –R. N. Güntekin.
(birine) kan kusturmak
çok eziyet çektirmek: ‘Fakat sonra bana haftalarca kan kusturdunuz, dedim.’ –R. N. Güntekin.
(birine) kanat açmak
birini korumak, himaye etmek.
(birine) kanı kaynamak
çabucak sevgi duymak: ‘Sonra da kanları kaynamıştı bu genç, yakışıklı ve zeki çocuğa.’ –Ç. Altan.
(birine) kara çalmak
birine iftira etmek, kara sürmek: ‘Allah için güzel kapışıyoruz, birbirimize kara çalmakta üstümüze yok!’ –H. Taner.
(birine) karşı durmak
direnmek, dayanmak: ‘Bak, eğer yüklendiğimiz, karşı durduğumuz kimseler yöneticiler olsalar ılımlılıktan söz açmazdım.’ –A. Ağaoğlu.
(birine) karşı gelmek
1) başkaldırmak: ‘Acaba böyle bir meraka uymak perilere karşı gelmek midir?’ –H. R. Gürpınar. 2) birini karşılamak.
(birine) kastı olmak
ona karşı kötülük etmek, zarar verme isteği beslemek: Bana kastı mı var?
(birine) kavuk sallamak
bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarını uygun bulmak, onaylamak: ‘Boş bulundun, oğlum, hiç olmazsa bir iki saat kavuk sallayacaksın.’ –M. Ş. Esendal.
(birine) kemik atmak
hkr. susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak.
(birine) kıç attırmak
tkz. ondan üstün olmak.
(birine) kılçık atmak
bir kimsenin işini karıştırmak, bozmak.
(birine) kıyak yapmak
argo maddi ve manevi destek olmak, yardım etmek: ‘O kadar uzatmayalım bu işi, sana bir kıyak yapalım.’ –T. Yücel.
(birine) kol kanat olmak (germek)
yardım etmek, korumak, himaye etmek: ‘Sade çocuğuna değil, eşine de kol kanat gerer, ona da analık eder.’ –H. Taner.
(birine) kolaylık göstermek
yapabilme yolu, imkânı sağlamak: ‘Bu arzumda bana en çok kolaylık gösteren Behiç’tir.’ –P. Safa.
(birine) kollarını açmak
1) içtenlikle karşılamak veya kucaklamaya hazırlanmak, sevgisini ve dostluğunu göstermek: ‘O gün … bütün bir yıl dargın durduklarına kollarını açarlardı.’ –H. Taner. 2) korumak, yardım etmek.
(birine) koltuk vermek
1) yüzüne karşı övmek, pohpohlamak; 2) mec. koltuklamak.
(birine) korku salmak
korkutmak: ‘Devletin bu türden denetimlere kalkması, korku salma amacına yöneliktir.’ –M. C. Anday.
(birine) korku vermek
korkutmak: ‘Kadınlıktan, erkeklikten tiksiniyordu ve etteki sır ona korku veriyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birine) kredi açmak
1) birine peşin para istemeden belirli bir ölçüye kadar mal vermeyi kabul etmek; 2) ödünç para vermek.
(birine) kucak (kucağını) açmak
1) korumak: ‘Paris’teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı.’ –R. N. Güntekin. 2) sığınacak yer vermek: ‘Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birine) kul köle olmak
tam bir doğruluk ve özveri ile bağlanarak bütün isteklerini yerine getirmeye hazır olmak.
(birine) külah giydirmek
hile ile, oyunla aldatmak.
(birine) külahını ters giydirmek
çok kurnaz olmak.
(birine) madik atmak (etmek veya oynamak)
argo dolap çevirmek, hile yapmak.
(birine) malum olmak
içine doğmak: ‘Ona da malum oldu haber / Koşup geldi odama’ –B. Necatigil.
(birine) meydan dayağı çekmek
herkesin içinde veya çok dövmek.
(birine) meydanı dar etmek
birini çok sıkıntıya sokmak, her yönden sıkıştırmak.
(birine) mum tutturmak
aşırı disiplin altına almak.
(birine) müşkülat çıkarmak
yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak: ‘Kaynanam olacak o kadın her türlü müşkülatı çıkarıyor.’ –O. Aysu.
(birine) nazı geçmek
dilediğini kabul ettirecek kadar hatırı sayılmak.
(birine) ot yoldurmak
çok zor bir iş gördürmek, çok uğraştırmak.
(birine) öyle gelmek
sanmak, zannetmek: ‘Bana öyle gelirdi ki çocuklar yalnız kışın büyürler.’ –S. F. Abasıyanık.
(birine) oyun etmek
kurnazlıkla birini aldatmak: ‘Kendisine oyun ettim diye, benden kuşkulandığı hâlde gene bana başvuruyor.’ –O. C. Kaygılı.
(birine) perestiş etmek
sevmek: ‘Küçük hanıma bütün ruhumla perestiş ediyorum.’ –Ö. Seyfettin.
(birine) pervane olmak
birinin yanında onun hizmetine hazır olduğunu gerekli gereksiz göstermek.
(birine) rahat batmak
tkz. iyi bir durumdayken bu durumu olmayacak sebepler yüzünden bırakanlar için sitem yollu söylenen bir söz.
(birine) sempati duymak (beslemek)
birini sevimli, cana yakın bulmak: ‘Şahsıma karşı gerçek bir sempati besliyordu.’ –R. H. Karay.
(birine) silah çekmek
1) silahla vurmaya davranmak; 2) silahla vurmak.
(birine) sırtını dayamak (vermek)
1) bir yere dayanmak, yaslanmak: ‘Kocaman duvara sırtını vererek üstüne zencefil ve tarçın serpilmiş salep içerlerdi.’ –S. F. Abasıyanık. 2) güçlü birine, bir yere güvenmek.
(birine) söz düşmemek
1) başkalarının konuşmasından kendisine sıra gelmemek; 2) başkaları dururken kendisinin söz söylemesine gereklik bulunmamak: ‘Bu toplantıda büyüklere söz düşmüyor.’ –H. E. Adıvar. 3) birinin söz hakkı olmamak.
(birine) söz gelmek
bir davranışından dolayı eleştiriye konu olmak, yerilmek.
(birine) söz getirmek
1) birinin eleştirilmesine sebep olmak, bir kimseye söz gelmesine yol açmak; 2) bir kimseye söz gelmesine yol açmak: ‘Hâlbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de söz getirmeye başladı.’ –R. N. Güntekin.
(birine) tarziye vermek
gönül almaya çalışmak, özür dilemek: ‘Yüzüme bakmadan bana tarziye verdi.’ –R. N. Güntekin.
(birine) tavır almak (takınmak veya koymak)
mesafeli davranmak, uzak durmak.
(birine) tepeden bakmak
küçümsemek: ‘Bilakis amele olmayanlara karşı tepeden bakar, onları bir ağacın üstündeki mantarlar gibi görür.’ –N. Hikmet.
(birine) uşaklık etmek
1) bir kimseye hizmet veya kulluk etmek; 2) mec. kendi çıkarı için yasal veya ahlaki olmasa bile başkasının her dediğini yapmak zorunda olmak.
(birine) verip veriştirmek
ağzına geleni söylemek: ‘Bunca yıl yalan okuduk, yalan dinledik / Aklına kim gelirse bağır, ver veriştir’ –N. Cumalı.
(birine) yağcılık etmek
gereksiz biçimde övmek, dalkavukluk etmek.
(birine) yetki vermek
yetkilendirmek.
(birine) yıkıntı olmak
birini çok zarara sokmak.
(birine) yuf borusu çalmak
kınama, üzüntü ve nefretini bildirmek.
(birine) yük olmak
1) bir kimse, sıkıntılı bir işini başkasına yaptırmak: ‘Onların hepsinde sanki bulundukları yere yük oluyorlarmış gibi utangaç ve ürkek bir hâl vardır.’ –B. R. Eyuboğlu. 2) kendisi için başkasına para harcatmak, masraf yaptırmak: ‘Bunları gazetelere verebilirsem amcama yük olmaktan kurtulacağıma emindim.’ –H. E. Adıvar.
(birine) yukarıdan bakmak
kendini karşısındakinden üstün görmek.
(birine) yüksekten bakmak
kendini karşısındakinden üstün görmek: ‘O kadar nefret ettiğim İsmail, kim bilir bana ne yüksekten bakacak.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birine) zahmet olmak
yapılan bir işten sıkıntı, yorgunluk duymak.
(birine) zar atmak
1) henüz başarısını kanıtlamamış biri için önceden olumlu düşünce belirtmek; 2) birinin ağzından laf alabilmek için onun düşüncesindeymiş gibi konuşmak.
(birine) zevali olmak
zararı olmak, zararı dokunmak.
(birine) zifos atmak
1) sataşmak; 2) kara sürmek, iftira atmak.
(birine) zincir vurmak
1) elini ayağını bağlamak; 2) özgürlüğünü elinden almak: ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım’ –M. A. Ersoy.
(birini bir şeye) alet etmek
bir kimseyi hoş olmayan bir işte aracı olarak kullanmak: ‘Sen kalktın, onu şakaya, latifeye, alaya alet etmek istedin.’ –Ö. Seyfettin.
(birini bir şeye) gark etmek
1) batırmak, boğmak; 2) mec. birine bir şeyi bol bol vermek: ‘Bu hayrı ile milletimizi nura gark edeceğine herkes kani idi.’ –Y. K. Beyatlı.
(birini veya bir şeyi) göklere çıkarmak
aşırı derecede övmek: ‘Kadın dergileri bizi göklere çıkarıyorlardı, bunu da hak etmemiştik.’ –A. Ağaoğlu.
(birini veya bir şeyi) gölgede bırakmak
ondan daha üstün bir düzeye yükselmek, ondan çok daha başarılı olmak: ‘Enişte, delikanlıları gölgede bırakacak kadar çalıştı; hâlâ ayak üstünde.’ –S. M. Alus.
(birini veya bir şeyi) gözü görmez olmak
artık ona değer vermemek.
(birini veya bir şeyi) gözü kesmek
bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek: ‘Şimdi Murat dağlarında eğlenirim, beni bulmak istersen adamlarının da gözü keserse oraya yolla.’ –T. Buğra.
(birini veya bir şeyi) gözü kesmemek
1) bir işi yaparken kendine veya başkalarına güvenmemek; 2) beğenip seçememek: ‘Kendi deyimiyle otuzu geçtiği hâlde isteyenler arasında kendine uygun birisini gözü kesmediği için evlenmemişti.’ –N. Cumalı.
(birini veya bir şeyi) gözü tutmak
güvenmek, beğenmek: ‘Bu genç çocukla bu üstü başı oldukça eski ihtiyar adamı gözü tutmamıştı.’ –N. Hikmet.
(birini veya bir şeyi) kayıttan düşmek
bir yere mal olmaktan çıkararak defterde bu durumu belirtmek.
(birini veya bir şeyi) kendi hâline bırakmak
ilgilenmemek, karışmamak: ‘Ertesi sabah beni balığa çıkarken uyandırmayacaklardı. Bırakacaklardı kendi hâlime.’ –S. F. Abasıyanık.
(birini veya bir şeyi) kurşun tutmak
kurşuna hedef olmak, kurşun değecek gibi olmak: ‘Çatın arkadaşlar da atları çatın / Kurşun bizi tutuyor sipere yatın’ –Halk türküsü.
(birini veya bir şeyi) kurşun yağmuruna tutmak
çok sayıda ve sürekli kurşun atmak.
(birini veya bir şeyi) tepe tepe kullanmak
sağlamlığına güvenilen şeyleri yıpranacağını düşünmeden, esirgemeden, sakınmadan hoyratça kullanmak.
(birini, bir şeyi) adam etmek
1) eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlı duruma getirmek; 2) bir yeri düzene sokmak; 3) işe yarar duruma getirmek.
(birini, bir şeyi) başıboş bırakmak
üstünde hiçbir baskı veya denetim bulundurmamak, kendi havasına bırakmak: ‘Durgun sular, başıboş bıraktığım sandalı / Yalıların önünden geçirdi yavaş yavaş’ –F. N. Çamlıbel.
(birini, bir şeyi) hor görmek
bir kimseye değersiz gözle bakmak: ‘Çenelileri hor görmemeliyiz, gereğinde söze atılmak, konuşmak hatta epeyce konuşmak suspus oturmaktan yeğdir.’ –N. Uygur.
(birini, bir şeyi) iki paralık etmek
değerini düşürmek: ‘Talebeliğin şerefini iki paralık etmişti gene.’ –R. Ilgaz.
(birini, bir şeyi) musallat etmek
birini, bir başkasının başına bela etmek.
(birini, bir şeyi) salık vermek
1) tavsiye etmek: ‘Dün akşam, bana bu kahveyi salık verdikleri zaman bütün gece sevincimden gözüme uyku girmedi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) esk. haber vermek.
(birini, bir yeri) haraca bağlamak
bir kimseyi belli zamanlarda kendisine belli miktarda para vermeye zorlamak.
(birini) açığa çıkarmak
işinden çıkarmak.
(birini) açıkta bırakmak
1) iş ve görev vermemek; 2) yersiz yurtsuz bırakmak; 3) birkaç kişiye sağlanması gereken olanaktan bir kişiyi yararlandırmamak.
(birini) adam yerine (hesabına) koymak
adamdan saymak, varlığını kabul etmek: ‘Anasını durmadan nefes aldırmadan azarlıyor, babasını adam yerine koymuyor, ağzını açarken susturuyordu.’ –R. H. Karay. ‘Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler.’ –M. Ş. Esendal.
(birini) adamdan saymak
bir kimseye gereğinden fazla değer vermek, saygı duymak.
(birini) adres göstermek
birini hedef göstermek.
(birini) ağzına baktırmak
kendini zevkle dinletmek.
(birini) ahmak yerine koymak
bir kimseye aptalmış, anlamazmış gibi davranmak: ‘Beni bir ahmak yerine koyarak bu yığını babamın rahat rahat uyuduğu bir yatak diye göstermesi…’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birini) altı okka etmek
birini kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırarak sallamak veya götürmek.
(birini) anasından doğduğuna pişman etmek
çok eziyet etmek, çok üzmek, bezdirmek.
(birini) araya koymak
bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak.
(birini) arayıp sormak
1) biri hakkında haber sormak; 2) birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek.
(birini) arkada bırakmak
birinden daha ileri gitmek.
(birini) avucunun içinde tutmak
ona istediğini yaptıracak güçte olmak.
(birini) ayağının altına almak
tekme ile dövmek.
(birini) ayakta tutmak
1) oturtmak gerekirken oturtmamak; 2) oyalamak.
(birini) bir pula satmak
bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak.
(birini) bozuk para gibi harcamak
değerini düşürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkışmak.
(birini) burnundan yakalamak
birini yönetimi altına almak, kaçamak bulamayacağı duruma getirmek: ‘Muhasebe ile defter tutma işlerini de üzerine aldığından milleti burnundan yakalamıştı.’ –T. Dursun K.
(birini) çamurdan çekip çıkarmak
birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan kurtarmak.
(birini) çarşamba pazarına çevirmek
özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.
