(biri bir şeyle) zihnini bozmak
sürekli olarak aynı şeyi düşünmek.
(biri birinin) attığı tırnak kadar olamamak
bir kimse, sözü edilenden daha değersiz olmak.
(biri biriyle) zıt gitmek
birine karşı sürekli ters davranmak, istediklerinin tersini yapmak: ‘… ahlakını az çok bilirim, onunla zıt gitmeye gelmez.’ –A. Haşim.
(biri için) iyi söylemek
övmek.
(biri için) kötü söylemek
birtakım olumsuz, beğenilmeyen, istenmeyen tutum ve davranışları olduğunu söylemek, kötülemek.
(biri ötekinin yanında) zemzemle yıkanmış olmak
biri, ötekine göre çok iyi nitelikte olmak.
(biri ötekinin) ayağının pabucu olamamak
değerce ondan çok aşağı olmak.
(biri ötekinin) babasına rahmet okumak
hakkında iyilik düşünmemek.
(biri ötekinin) eline doğmak
yaşlı bir kimse, birini, çocukluğundan beri çok yakından tanımak.
(biri ötekiyle) mahkemelik olmak
istemediği hâlde dava konusu olmak.
(biri veya bir şey) ortadan kaybolmak
1) saklanılmak, bulunmaz olmak; 2) nereye gittiği bilinmemek, kimseye sezdirmeden gitmek: ‘Nihayet hakikaten de bir gün söylediği gibi büsbütün ortadan kayboldu.’ –A. H. Çelebi. 3) yok edilmek, kullanılmamak: ‘Eski, büyük teşrifat kayıkları ortadan kalkmışsa da yine iki, üç çifte kayıklara rast gelinirdi.’ –A. Ş. Hisar. 4) öldürülmek.
(biri, bir şey) bir yana dünya bir yana
bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanılan bir söz: ‘Mercan Usta bir yana dünya bir yana.’ –Halikarnas Balıkçısı.
(biri, birine) deli divane âşık olmak
aşırı derecede sevmek: ‘Bütün yaratıklar birbirlerine deli divane âşık oldular.’ –Halikarnas Balıkçısı.
(biri, birine) deli divane olmak
aşırı derecede ilgi göstermek.
(biri) çok olmak
haddini aşarak karşısındakini usandırmak.
(biri) fena olmak
1) hasta gibi olmak, fenalaşmak: ‘Bütün bu hatıraların yerini bir tek duygu, fena bir duygu, fenayım, fena oluyorum duygusu kapladı.’ –P. Safa. 2) kötüleşmek; 3) çok üzülmek, bozulmak.
(biri) fitili almak
birdenbire telaşlanmak, kaygılanmak, öfkelenmek.
(biri) hava almak
1) açık havada gezmek: ‘Biraz hava almak için niye Hürriyet tepesine kadar bir gezinti yapmasınlar?’ –A. Gündüz. 2) argo umduğunu bulamamak, hiçbir şey kazanmamak; 3) ferahlamak, açılmak, hoş vakit geçirmek: ‘Hava alalım diye beni bir akşam bir yazlık bahçeye götürdüler.’ –B. Felek.
(biri) vazifesinden olmak
görevini yitirmek.
(birinde birinin) havası olmak
o kimseye benzemek, o kimseyi hatırlatmak: Onda babasının havası var.
(birinde) akıl terelelli (olmak)
pek delişmen, kendisinden ciddi bir düşünce, davranış beklenmeyen kimseler için kullanılan bir söz.
(birinde) dil bir karış
saygısızca karşılık verenler için kullanılan bir söz.
(birinde) hoşafın yağı kesilmek
söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek.
(birinde) kalp olmamak
acıma duygusu olmamak.
(birinde) şafak atmak
1) birden önemli bir durumla karşı karşıya olduğunu anlamak; 2) öfkelenmek: ‘Kapıyı kapatınca bende şafak attı.’ –B. Felek. 3) korku ve telaşa kapılmak.
(birinde) şeytan tüyü olmak
kendini herkese kolaylıkla sevdirme özelliği bulunmak: ‘Bende şeytan tüyü vardır.’ –H. R. Gürpınar.
(birinde) yürek Selânik olmak
şaka çok korkmak ve çok heyecanlanmak: ‘İkisinde de yürek Selânik.’ –H. R. Gürpınar.
(birinden veya bir şeyden) cesaret almak (bulmak)
herhangi bir durumdan, davranıştan güç almak: ‘Biraz da bu tanışıklıktan cesaret alarak konuşmak istiyordum kızla.’ –A. Ümit.
(birinden veya bir şeyden) pay biçmek
durumu bir kişi veya bir şeyin durumu ile karşılaştırıp yargıya varmak.
(birinden, bir şeyden) ağzı yanmak
bir şeyden veya kişiden büyük zarar görmek: ‘Ağzım yanmıştı bir kez şişman kadından, biz etine buduna aldanmıştık.’ –M. İzgü.
(birinden, bir şeyden) aşağı kalır yeri (yanı) yok
nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan.
(birinden, bir şeyden) aşağı kalmamak
herhangi bir nitelik bakımından geri olmamak: ‘Karısı kibarlıktan yana ondan aşağı kalmıyordu.’ –H. Taner.
(birinden, bir şeyden) sıdkı sıyrılmak
1) birine karşı duyulan güven ve inancı yitirmek: ‘Adına en soylu dileklerde bulunduğumuz bu bağırgan, kaba ve düşüncesiz insan yığınından, o dakikada sıdkım sıyrılmaya yetti.’ –A. İlhan. 2) birinden veya bir şeyden soğumak; 3) birinden veya bir şeyden bıkmak.
(birinden) buz gibi soğumak
birinden tiksinmek.
(birinden) fikir almak
birinin düşüncesinden yararlanmak.
(birinden) gözü su içmemek
güvenmemek: ‘Azarlayıp adam olmazsın sen nafile… Gözüm hiç su içmiyor senden.’ –O. Kemal.
(birinden) kan gitmek
1) büyük ve küçük abdestini yaparken kan gelmek; 2) kadınlarda aybaşı çok kanlı olmak.
(birinden) öfkesini çıkarmak (almak)
öfkeli kişi haksız yere ilgisiz birine çatmak: ‘Evde önüne gelenin öfkesini kendisinden çıkarmasına alışıktı.’ –N. Cumalı. ‘Adamı pataklamadan bırakmazdım, pataklamadıkça öfkemi alamazdım.’ –R. H. Karay.
(birinden) ricada bulunmak
rica etmek.
(birinden) şeytan elini çekmiş
uygunsuz bir iş yapacak veya kötülük düşünecek durumu olmayan çok yaşlı kimseler için kullanılan bir söz.
(birinden) tarafa olmak (çıkmak)
birinin görüş ve düşüncesini benimsemek, desteklemek.
(birinden) terbiye almak (görmek)
belli bir eğitimle yetişmek: ‘Allah rahmet eyleye, ben terbiyemi anamdan aldım.’ –B. Felek.
(birinden) yaka silkmek
bıkmak, usanmak.
(birine bir şey) vız gelip tırıs gitmek
tkz. önemsememek, aldırış etmemek: ‘Bu ölümle Ahmet, dünya yüzünde sahibi olunacak şeyin yalnız bir kadın olabileceğini, ötesinin ise yalan, haksız olduğunu ve kendisine kadından gayrı bir şeye sahip olmanın vız gelip tırıs gittiğinin farkına varmıştı.’ –S. F. Abasıyanık.
(birine bir şey) vız gelmek
tkz. pek önemsiz görünmek: ‘Fakat bu da Nahit’e vız geldi çünkü kız koltuğa oturmuştu.’ –T. Buğra.
(birine göre) hava hoş
‘bir şeyin olmasıyla olmaması arasında fark yok’ anlamında kullanılan bir söz.
(birine karşı) boynu eğri olmak
herhangi bir sebeple birine karşı direnecek veya söz söyleyecek durumda olmamak.
(birine veya bir şeye) söz geçirmek
söylediğini, istediğini, yaptırmak: ‘Düğün sahipleri onlara söz geçiremediler.’ –M. Ş. Esendal. ‘Her seferinde kalbine söz geçirerek zaaflarını denetleyebiliyordu.’ –M. Mungan.
(birine veya bir şeye) taş çıkarmak (çıkartmak)
biri ötekinden özellik, yetenek vb. bakımından üstün olmak: ‘Zaten yol boyunca hem lezzetli hem de buzdolabına taş çıkartacak sulardan geçeceğiz.’ –N. F. Kısakürek.
(birine veya biriyle) ters düşmek
aykırı durumda olmak, karşıt olmak: ‘Daha sonra o eşsiz lidere ters düşmek bahtsızlığına kapılmıştır.’ –H. Taner.
(birine, bir şeye) çekidüzen vermek
1) düzgün duruma getirmek, düzeltmek: ‘Bir iki yutkunup sesine çekidüzen verdikten sonra şu ninniyi tutturdu.’ –O. C. Kaygılı. 2) belirlenen ölçülere uydurmak.
(birine, bir şeye) güveni olmak
güvenmek, inanmak.
(birine, bir şeye) kanat germek
koruması altına almak, himaye etmek: ‘Bazı işsiz güçsüz takımı, beş para etmez yapılara kanat gererek kendilerini tatmin etme girişimindeler.’ –A. Boysan.
(birine, bir şeye) kendini adamak
kendini vermek: ‘Kendini bir ülkeye adayacak her kişi, bir kere bu yoldan geçmeli.’ –N. Meriç.
(birine, bir şeye) kıymet vermek
değerli olarak kabul etmek, değerlendirmek: ‘Müdür bey onun tecrübelerine kıymet vermek şöyle dursun, onu hafife almakla gururunu da kırıyordu.’ –K. Korcan.
(birine, bir şeye) pabuç bırakmamak
yapacağından vazgeçmemek, hiçbir şeye aldırmamak, korkmamak: ‘Bu tehditlere hiç pabuç bırakmadı.’ –H. Topuz.
(birine) abayı yakmak
tkz. aşırı biçimde gönül vermek, tutulmak, âşık olmak: ‘Sen mi verdin ona gönül yoksa o mu yaktı sana daha önce abayı?’ –O. C. Kaygılı.
(birine) acı vermek
üzülmesine sebep olmak, incitmek: ‘Başkalarına elinden geldiğince acı vermeye çalışmak başlıca eğlencesiydi.’ –R. Erduran.
(birine) açık bono vermek
sınırsız yetki tanımak.
(birine) açık olmak
dürüst olmak.
(birine) ağzının payını (ölçüsünü) vermek
verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek: ‘İyi oldu ağzının payını verdiğim, artık bana karşı daha dikkatli olur.’ –A. Ümit.
(birine) arkasını dayamak
birinin koruyuculuğuna güvenmek.
(birine) ateş basmak
kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek.
(birine) balta olmak
argo direnerek bir şey istemek, asılmak, musallat olmak: ‘Yeryüzünde balta olacak bundan daha belalı bir adam olacağını tasavvur edemiyorum.’ –E. İ. Benice.
(birine) beddua sinmek
ilencin tutması yüzünden birinin işi sürekli ters gitmek.
(birine) biliş çıkmak
tanımak, önceden tanış olmak: ‘Hiç kimse bu kara yağız garip yiğide biliş çıkmadı.’ –K. Tahir.
(birine) bok yemek düşmek
kaba birinin bir işe karışmaması, burnunu sokmaması gerekir.
(birine) borçlu bulunmak (olmak)
borçlu duruma düşmek: ‘Dehasını, geçirdiği sara nöbetlerinin şokuna borçlu bulunuyordu.’ –H. Taner. ‘Fakat ben bu ağırlığı o kadar az yükleneceğim ki söylemeye borçlu olduğumdan bir adım ileri geçmeyeceğim.’ –N. F. Kısakürek.
(birine) çamur atmak (sıçratmak)
birini kötü bir işe karışmış göstermek, kara çalmak, iftira etmek: ‘Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.’ –A. Kulin.
(birine) çelme atmak (takmak veya vurmak)
1) çelme ile yıkmaya çalışmak: ‘Ders aralarında ittikleri, çelme taktıkları da olurdu.’ –Y. Atılgan. 2) mec. bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini engellemek: ‘Bana kanun ve hukuk yolundan çelme atılabilir mi?’ –N. F. Kısakürek.
(birine) cephe almak
hasım durumu takınmak, bir düşünceye karşı olmak, direnmek: ‘Çekinmiyor, bizzat imparatora karşı cephe alıyordu.’ –F. F. Tülbentçi.
(birine) cesaret gelmek
yılgınlığı gitmek, yüreklenmek.
(birine) cesaret vermek
birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek: ‘Ben size ne cesaret verdim ki bana böyle bir teklifte bulunabiliyorsunuz?’ –N. F. Kısakürek.
(birine) ceza kesmek
görevli, para cezası yazmak.
(birine) çirkef atmak
iftira atmak: ‘Bütün hayatında görmediği bir çirkef attı müdürün üzerine.’ –K. Korcan.
(birine) damla inmek
felç olmak.
(birine) dil çıkarmak
alay etmek, eğlenmek.
(birine) diş bilemek
kötülük yapmak için fırsat beklemek, hıncını gösterir bir durum almak: ‘Temiz, aydınlık, hayran ve sinsi, alaycı, diş bileyici yüzler bir arada.’ –N. F. Kısakürek.
(birine) diş geçirememek
gücü yetmemek: ‘Anası cahil kadın… Delikanlı oğluna diş geçiremedi.’ –R. N. Güntekin.
(birine) dünyayı zindan (zehir) etmek (dünyayı başına dar etmek)
bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak: ‘En güzel zamanında hiç olmayacak bir şey çıkarır, dünyayı kendine zehir edersin.’ –R. N. Güntekin.
(birine) felfelek sokmak
birini kuşkuya düşürmek: ‘Sen beni bekle, bir gün seni alırım diye kıza bir felfelek sokmuş.’ –R. N. Güntekin.
(birine) fena gözle bakmak
kötü niyetini anlatır biçimde bakmak.
(birine) fikir danışmak
bilgi edinmek için bir yetkiliden bilgi almak.
(birine) fit vermek (sokmak)
1) birini başkasına karşı kışkırtmak, arayı açmak; 2) kuşku uyandırmak: ‘Muhtar, paraları alıp kaçmış olmasınlar diye zihnine bir fit sokmaya bakıyor.’ –R. N. Güntekin.
(birine) fitil vermek
kızdırmak, azdırmak, kışkırtmak.
(birine) gariplik basmak
yalnızlık çökmek: ‘Başka yerlerde bana bir gariplik basıyor.’ –S. F. Abasıyanık.
(birine) gözdağı vermek
sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak: ‘Sarhoş ağabeyi, parası pulu ile gözdağı vermeye kalktı onlara.’ –N. Cumalı.
(birine) gözünün üstünde kaşın var dememek
birinin her davranışını hoş görmek.
(birine) gün doğmak
isteklerini gerçekleştirmek için iyi bir duruma erişmek veya eline olağanüstü bir fırsat geçmek.
(birine) gün geçmek
güneş çarpmak.
(birine) gurur gelmek
hlk. kurumlanmak.
(birine) haddini bildirmek
sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak: ‘Pestil gibi yerlerde uzandığıma bakma, anam, ben şu huysuza haddini bildirirdim.’ –N. Hikmet.
(birine) hak vermek
birinin düşüncesini, davasını, iddiasını doğru bulmak: ‘Annem de ağzının içinde sessizce söylenmeye koyulduğunda ona da hak vermiyordum.’ –A. Kutlu.
(birine) hayatı cehennem etmek
büyük üzüntü ve sıkıntı vermek: ‘En yakınlarından başlayarak herkese hayatı cehennem ettiği de doğrudur.’ –M. Mungan.
(birine) hor bakmak
değersiz saymak, değer vermemek.
(birine) içinden gülmek
sezdirmeden eğlenmek.
(birine) iltimas etmek (geçmek)
kayırmak, korumak: ‘Sanırım ki öğretmenler bana iltimas geçiyorlardı.’ –A. Erhat.
(birine) ip takmak
birinin kötülüğü için çalışmak.
(birine) iş düşmek
birinin iş yapması gerekmek: ‘Hizmetçiden, aşçıdan, sana iş düşmeyecek bile.’ –H. Taner.
(birine) iş etmek
aldatmak, birine beklemediği bir davranışta bulunarak onu zarara sokmak.
