Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

gözleri fıldır fıldır olmak

telaşlı bir biçimde bakmak: ‘Pipo içer, gözleri yüzünde iki ateş böceği gibi fıldır fıldırdır.’ –N. Hikmet.

gözleri ışıklı (olmak)

gözleri ışık içinde (olmak).

gözleri kan çanağına dönmek (kanlanmak)

1) uykusuzluk, yorgunluk, ağlama vb. sebeplerle gözleri çok kızarmak: ‘Kerem’in kusacağı geliyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü.’ –Y. Kemal. 2) sinirden, öfkeden, hiddetten gözleri irileşmek ve kızarmak.

gözleri kapanmak

1) ölmek; 2) çok uykusu gelmek.

gözleri parlamak (parıldamak)

gözlerinde sevinç ve istek belirmek: ‘İki kere gidip geldikten sonra gözleri parladı, evi bulmuştu.’ –H. E. Adıvar. ‘Yavaş yavaş başlarını kaldırıp yekdiğerinin yüzüne baktılar, ikisinin de gözleri parıldadı.’ –A. H. Müftüoğlu.

gözleri şıldır şıldır dönmek

gözleri yaş dolu bir biçimde bakmak: ‘Gözleri şıldır şıldır dönerek şikâyet ederdi.’ –Y. Z. Ortaç.

gözleri sulanmak

gözlerine yaş gelmek.

gözleri süzülmek

göz kapakları hafifçe kapanmaya başlamak: ‘İki elini bastonun gümüş topuzuna dayamış, gözleri saadetten süzülmüş, adamı dinliyordu.’ –H. Taner.

gözleri takılıp kalmak

bir şeyden gözlerini ayıramamak: ‘O anda pek çok şeyler yapmak istediği hâlde, gözleri köşeyi ağır ağır dönen tramvaya takılıp kalmıştı.’ –P. Safa.

gözleri velfecri okumak

kurnazlığı gözlerinden belli olmak.

gözleri yaşarmak

1) gözleri sulanmak: ‘Öyle halk türküleri vardır ki gözleriniz yaşarmadan okuyamaz veya dinleyemezsiniz.’ –M. Kaplan. 2) mec. duygulanmak: ‘Bütün başarılarda gözlerim yaşarır, bütün ayrılışlarda aynı şey.’ –B. Necatigil.

gözleri yuvalarından (evinden) fırlamak (uğramak)

korku, öfke ve telaşı gözlerinden belli olmak: ‘Cüce rolünde halkı gülmekten katıltan sırıtış, Rakım’ın bütün buruşuklarını kaplamış, ayrık gözleri evlerinden uğramış.’ –H. E. Adıvar.

gözlerinde şimşek çakmak

aşırı parlamak: ‘Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu.’ –R. Enis.

gözlerinden okumak

düşüncelerini bakışlarından sezmek: ‘Doktor, Sevim Hanım’ın içinden geçenleri gözlerinden okuyarak söze karıştığında pişman oldu.’ –M. Ş. Esendal.

gözlerine inanamamak

hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak.

gözlerini bayıltmak

gözlerini yarı kapamak: ‘İnleyerek, gözlerini bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor.’ –M. Ş. Esendal.

gözlerini belertmek

gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak: ‘Birisinin âşıklı maşuklu bir masal söylediğini işitti mi karşısında apışıp gözlerini belertiyordu.’ –R. N. Güntekin.

gözlerini bitirmek

gözlerini aşırı yormak: ‘Her gece fasılasız çalışmak gözlerimi bitirdi.’ –Ö. Seyfettin.

gözlerini devirmek

öfke ile bakmak: ‘Şerbetçide temiz bardak bulamayan müşteri, gözlerini devire devire bağırıyor.’ –Ç. Altan.

gözlerini fal taşı gibi açmak

şaşkınlıkla, hayretle bakmak.

gözlerini kaçırmak

biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek: ‘Bazen böyle bir tesadüf olursa gözlerini kaçırmayı doğru bulmuyorlardı.’ –R. N. Güntekin.

gözlerinin içi gülmek

çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak: ‘Zayıf bir kızı severdim / Gözlerinin içi gülerdi’ –N. Cumalı.

gözlerinin içine kadar kızarmak

utancından yüzü çok kızarmak.

gözü (gözleri) (bir şeyde, bir şeyin üzerinde) olmak

dikkati bir yerde toplanmak: ‘Masalarda oturan kadınların en ufak bir harekette gözleri kapıdaydı.’ –N. Cumalı.

gözü (gözleri) açılmak

1) iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanı ayırt eder duruma gelmek: ‘Mektepten, kitaplardan fazla bu gençlerin muhitinde gözleri açılmış.’ –Y. K. Beyatlı. 2) uyanmak.

gözü (gözleri) dönmek

aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek: ‘Teşebbüs, hamle, gayret, aksiyon ne demektir, bu gözü dönmüş insanlardan öğrenmek lazım.’ –N. F. Kısakürek.

gözü (gözleri) kamaşmak

1) güçlü bir ışık sebebiyle göz bakamaz olmak: ‘Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı, gözlerim kamaştı.’ –E. Işınsu. 2) mec. çok etkilenmek.

gözü (gözleri) kararmak

1) başı dönmek, hafif baygınlık geçirmek: ‘Duvar tarafına doğru bir adım atarak evet cevabını veren Orhan’ın gözleri gene kararıyordu.’ –P. Safa. 2) mec. umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek: ‘İnsan sevgisi ne kadar yoğunsa gözü karardığında cesareti de o denli delice idi.’ –A. Kulin.

gözü (gözleri) kaymak (kaçmak)

1) gözünde hafifçe şaşılık bulunmak; 2) istemeyerek bakıvermek: ‘İstemeye istemeye gözleri lokantacıya kaçtı.’ –Ö. Seyfettin. 3) bayılmak sırasında gözünün akı çoğalmak.

gözü (gözleri) okşamak

göze hoş görünmek: ‘Kadıköy’den Fenerbahçe’ye kadar olan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür.’ –B. Akyavaş.

gözü (gözleri) üstünde kalmak

1) kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek: ‘O, dükkânı sana vereyim, dedi, ben istemedim. Neme lazım, bin kişinin gözü üstünde kalacak.’ –M. Ş. Esendal. 2) herkesin dikkatini çekmek.

gözü açık gitmek

gerçekleşmesini çok istediği bir dileğine erişmeden ölmek.

gözü açık olmak

fırsattan yararlanmak, kurnazca davranmak.

gözü akmak

gözü yaralanıp kör olmak.

gözü alışmak

1) önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak; 2) mec. bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak.

gözü almamak

bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak.

gözü arkada kalmak

bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek: ‘Benim gibi bir adama teslim ettikten sonra gözü arkada kalmazdı.’ –R. N. Güntekin.

gözü bağlı olmak

1) bağlanmak, tutulmak; 2) büyülenmiş bulunmak.

gözü bulanmak

bulanık görmeye başlamak.

gözü büyükte olmak

büyük emeller beslemek.

gözü dalmak

gözü bir noktaya dikili olarak dalgın dalgın bakmak.

gözü değmek

uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşürmek.

gözü doymak

çok istenen bir şeyin yeterli miktarı elde edildikten sonra daha çoğunu istememek.

gözü dumanlanmak

öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek.

gözü dünyayı görmemek

hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek: ‘Bir kere fevri, hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez.’ –A. İlhan.

gözü gönlü açılmak

neşelenmek, ferahlamak.

gözü görmemek

1) görmez olmak; 2) belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek; 3) öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.

gözü hiçbir şey görmemek

heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek: ‘O yaz nasıl geçti bilmiyorum; ne yaz ne tatil, hiçbir şeyi gözüm görmüyordu.’ –A. Erhat.

gözü ilişmek

birdenbire veya istemeden görmek: ‘Demin şu pencereden gözüm denize ilişince kendimi Roma’ya giden bir vapurda sandım.’ –P. Safa.

gözü kalmak

1) elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek; 2) elde edemediği bir şeyi kıskanmak: ‘Ben herkesin gözü kalsın istemem yediğim lokmada.’ –N. Cumalı.

gözü kapalı olmak

çevresinde olup bitenin farkına varmamak, ilgisiz kalmak.

gözü kara çıkmak

korkusuz olduğu anlaşılmak: ‘Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı.’ –S. İleri.

gözü kızmak

gözü hiçbir şey görmeyecek ölçüde öfkelenmek.

gözü korkmak

daha önce geçirdiği kötü bir denemeden sonra birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği kanısına varmak: ‘Yabancı bir iklimde, ebedî olarak yaşamaya mahkûm olduktan sonra bundan üstün hangi bir cezadan gözümüz korkabilir.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

gözü sönmek

kör olmak.

gözü toprağa bakmak

ölmek üzere olmak.

gözü uyku tutmamak

uyuyamamak: ‘O gece Aşağı Sazan’ın gözünü uyku tutmamıştır, birçok pencerede ışık vardır.’ –R. N. Güntekin.

gözü yılmak

daha önceden denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek: ‘Artık bu tedaviden bıkmış usanmış, adamakıllı gözü yılmıştı.’ –P. Safa.

gözü yolda (yollarda) kalmak (olmak)

birinin gelmesini merak, istek veya özlemle beklemek.

gözü yüksekte (yükseklerde) olmak

bulunduğu durumdan çok üstün olan bir duruma ulaşma amacını gütmek.

gözüm çıksın (kör olsun)

bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant.

gözün aydın!

sevinçli bir olay dolayısıyla kullanılan bir kutlama sözü.

gözünde (gözlerinde) şimşek (şimşekler) çakmak

1) sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak; 2) çok sevindiğini belli etmek: ‘Zehra’yı Haşim’e almayı düşünürken, oğlanın gözlerinde nasıl şimşek çakmıştı.’ –H. E. Adıvar. 3) çok kızmak, öfkelenmek: ‘Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu.’ –H. E. Adıvar. 4) çok üzücü bir sebeple sarsılmak.

gözünde büyümek

bir şey bir kimseye olduğundan güç veya önemli görünmek: ‘Güneşin altında bu sıcak kırları geçmenin ağırlığı gözümde büyüyordu.’ –M. Ş. Esendal.

gözünde büyütmek

bir kimseyi, olayı veya şeyi abartmak: ‘Bir zamanlar gözünde büyüttüğü adama bir nevi minnet borcu edası olmalıydı bu.’ –O. Aysu.

gözünde tütmek

çok özlemek: ‘Akşamlar niçin hâlâ gözünde tütüyor?’ –A. N. Asya.

gözünden (gözlerinden) uyku akmak

çok uykulu olmak: ‘Şilteye diz çökmüş, uyku akan gözlerini parmaklarıyla açıyor, uyumayayım diye ninni söylüyordu.’ –R. N. Güntekin.

gözünden (gözlerinden) yaş (yaşlar) boşanmak

çok ağlamak: ‘Gözlerinden yaşlar boşandı birden.’ –C. Uçuk.

gözünden kıskanmak

üzerine titremek, kollayıp gözetmek.

gözüne (gözlerine) bakmak

gözünün veya gözlerinin içine bakmak.

gözüne batmak

tedirgin etmek, rahatsız etmek: ‘Kimsenin gözüne batmadan, tanınıp bilinmeden büyük bir kentin kaldırımlarında yaşamanın doyulmaz bir tadı vardı.’ –N. Cumalı.

gözüne çarpmak

görünür olmak, dikkati çekmek: ‘İlk gözüme çarpan köşe minderi ve üstündeki eski nakışlarla işlenmiş yastıklar.’ –H. E. Adıvar.

gözüne diken olmak

gözüne batmak: ‘Hasene’yi odadan kovdunuz da şimdi gözünüze ben mi diken oldum?’ –H. R. Gürpınar.

gözüne dizine dursun

nankörlük eden birine ‘Allah nankörlüğünün cezasını seni kör ve kötürüm ederek versin’ anlamında söylenen bir ilenme sözü: ‘Yaptığım iyilik gözünüze dizinize dursun.’ –S. F. Abasıyanık.

gözüne hiçbir şey görünmemek

kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek.

gözüne karasu inmek

1) karasu hastalığı yüzünden gözü görmez olmak; 2) gelmesini çok istediği kimsenin uzun süre yolunu gözlemek.

gözüne kestirmek

1) başarabileceğini ummak; 2) zevkine uygun bulmak, hoşlanmak: ‘Dam olarak beni gözüne kestirdiği anlaşılıyordu.’ –R. N. Güntekin. 3) uygun bulmak, elverişli görmek: ‘Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım.’ –R. N. Güntekin.

gözüne sokmak

bir kimsenin görmediği veya bulamadığı bir şeyi, ona sert bir tavırla göstermek.

gözüne uyku girmemek

uyuyamamak, uykusuz kalmak: ‘Uykum kaçınca aklım bir şeye takılır ve o takıntıyı savuşturuncaya kadar gözüme uyku girmez.’ –B. Felek.

gözünü … hırsı bürümek

bir şeyi aşırı ölçüde istemek: ‘İnsanın gözünü hırs, para hırsı bürümeye görsün!’ –S. F. Abasıyanık.

gözünü (gözlerini) (bir şeye) dikmek

dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak: ‘O sert bir tavır alıyor, gözlerini Ali Rıza Bey’in gözlerine dikerek adamcağızı büsbütün şaşırtıyordu.’ –R. N. Güntekin.

gözünü (gözlerini) açmak

1) uyanmak; 2) kendine gelmek, ayılmak: ‘Eczacının yaptığı bir adrenalin iğnesinden sonra gözlerini açtı.’ –H. Taner. 3) uyanık, dikkatli bulunmak: ‘Gözünü aç da kâğıdı kaptırma.’ –S. Ali.

gözünü (gözlerini) duman bürümek

1) hayale dalmak, dalgınlaşmak: ‘Gözlerini de bir duman bürüyor, başını yana çevirerek uzaklara bakıyordu.’ –R. N. Güntekin. 2) hüzünlenmek.

gözünü (gözlerini) kan bürümek

adam öldürecek kadar öfkelenmek.

gözünü (gözlerini) kapamak

1) ölmek: ‘Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış.’ –R. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek: ‘Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz.’ –N. Ataç.

gözünü (gözlerini) kırpmadan

çekinmeden, korkusuzca: ‘Bu yüzden gözlerini kırpmadan cinayet işleyebiliyorlar.’ –A. Ümit.

gözünü (gözlerini) oymak

çok kötülük etmek: ‘Pembe Teyzenin niyeti bozuk fakat babama göz atarsa gözünü oyacağımı dobra dobra söyledim.’ –H. E. Adıvar.

gözünü ağartmak

gözlerini belertmek.

gözünü alamamak

bir şeye, bir yere bakmaktayken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek: ‘Sermet Bey, gözünü köşkten alamıyordu.’ –Ö. Seyfettin.

gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak)

tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek: ‘Gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan sakınmaz bir askermiş.’ –H. Taner.

gözünü dört açmak

aldanmamak için çok uyanık bulunmak: ‘Hop diye giriyoruz, gözünüzü dört açın, tongaya basmayın.’ –H. Taner.

gözünü doyurmak

bol bol vermek.

gözünü gözüne dikmek

başkasının gözüne sürekli olarak bakmak.

gözünü hırs bürümek

aşırı hırslanmak.

gözünü kapamak

1) ölmek: ‘Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak birdenbire karışmış.’ –R. N. Güntekin. 2) görmezden gelmek: ‘Dünün kurumları ile birlikte güzellik ölçüleri, değerleri de değişiyor, biz bunlara gözlerimizi kapamak istiyoruz.’ –N. Ataç.

gözünü karartmak

bir işe atılırken hiçbir şeyden çekinmemek.

gözünü kin bürümek

intikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek: ‘Gözünü kin bürümüş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında yaşı da yakacak.’ –A. İlhan.

gözünü sevda (aşk) bürümek

ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek, tamamen ona bağlanmak: ‘Senin gözünü sevda bürümüş, bey, dedi. Sen bir İzmir’e git de gönlünü eğle!’ –S. Ali.

gözünü sevdiğim

okşamalık olarak kullanılan bir söz.

gözünü seveyim

tkz. birinden bir şey isteneceği zaman kullanılan söz.

Sayfa 49 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü