geçit vermek
çay, ırmak, dağ vb.nin geçilecek bir yeri olmak.
geçmiş ola
‘o fırsat bir daha ele geçmez’ anlamında kullanılan bir söz.
geçmiş olsun
hastalananlara, kaza geçirenlere, beklenmedik büyük bir olumsuz durumdan kurtulanlara veya hapishaneye girenlere söylenen iyi dilek sözü: ‘Geçmiş olsun ağabey, ne oldu sana böyle?’ –O. C. Kaygılı.
geçmişini kurcalamak
geçmişini araştırarak kötü amaçlı kullanmak için birisiyle ilgili bilgi edinmek.
gedik açılmak
giderilmesi çok güç bir eksiklik veya açık ortaya çıkmak: ‘El yordamıyla ilerlemeyi sürdürürken, sanki karanlıkta bir gedik açılıyor, bir yerlerden içeriye ışık vuruyor.’ –A. Ümit.
gedik açmak
ask. düşman mevzilerindeki zayıf bir noktadan giriş yeri açmak.
gedik kapamak
küçük bir gereksinimini karşılamak.
gedik kapmak
bir gelir kaynağı ele geçirmek.
gedikleri tıkamak
çıkan veya çıkacak olan zorlukları önlemek.
gehgeh tutmak
nöbetli bir hastalığa yakalanmak.
gel keyfim gel
büyük bir memnunluk ve alay anlatan bir söz: ‘Oh, artık sabahın bu vaktinde güneş henüz doğarken bu serin harman yerinde, gel keyfim gel.’ –O. C. Kaygılı.
gel zaman git zaman
‘aradan oldukça uzun bir zaman geçtikten sonra’ anlamında kullanılan bir söz.
gelberi etmek
argo aşırmak, çalmak, kendine mal etmek.
gelin almak
1) erkeğe bir eş bulmak; 2) gelini babasının evinden özel bir törenle alıp damadın evine götürmek.
gelin gibi süzülmek
geline yakışır biçimde edalı, nazlı yürümek.
gelin gitmek
bir aileye, bir yere gelin olarak gitmek: ‘Bin türlü dedikodu içinde ben oraya gelin gittim.’ –H. R. Gürpınar.
gelin yazmak
gelinin yüzünü değişik süs gereçleriyle bezemek.
gelinliği tutmak
gelinlik etmek.
gelinlik etmek
1) gelin, kendisinden beklenilen hizmeti yapmak; 2) aile büyüklerinin yanında susmak.
gelip çatmak (dayanmak)
vakti gelmek, kaçınılmaz olmak: ‘Ayrılık günleri geldi dayandı.’ –Âşık Veysel. ‘Konser günü gelip çattığındaysa stadyumda mahşeri bir kalabalık vardı.’ –M. Mungan.
gelip geçici olmak
kısa süreli, önemsiz olmak: ‘Bu ilişkinin nasıl olsa gelip geçici olduğunu biliyormuş gibi aldırışsızdır.’ –İ. Aral.
gelip geçmek
1) bir yerden geçmek; 2) bir makam, bir yer vb.nde kısa bir süre bulunmak; 3) kısa bir süre etkin olmak: ‘Kızcağız bilir ki bu sözler kızgınlık sözleridir, gelir geçer.’ –M. Ş. Esendal.
gelsin … (gelsin … gitsin …)
1) yaşantı veya durumun rahatlığını anlatan bir söz: ‘Ondan sonra o masanın üstüne yığılan mezeler, gelsin gır gır, alay, muziplik.’ –H. Taner. 2) sorumsuzca davranıp işine gereken önemi vermemeyi anlatan bir söz.
gem almak
at, alışıp hizmete elverişli duruma gelmek.
gem almamak
söz dinlememek.
gem vurmak
1) hayvanın ağzına gem takmak; 2) mec. her türlü taşkınlığı, isteği, hevesi vb.ni engellemek: ‘Senin bütün emellerin, azgın kalbinden korktuğun, ona gem vurmak istediğin içindir.’ –P. Safa.
gemi azıya almak
1) at, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve alabildiğine koşmak; 2) mec. söz dinlemez olmak: ‘Kim var kim yok geldi toplandı. Derken her kafadan bir ses çıktı, kimi kâh nalına, kâh çivisine vurdu, kimi gemi azıya alıp birbiriyle yarıştı.’ –E. C. Güney.
gemi baş vurmak
den. önden gelen dalgalarla gemi başı kalkıp kalkıp inmek.
gemi dövünmek
den. şiddetli dalgaların etkisiyle gemi bağlı veya demirli olduğu yerde inip kalkmak, sallanmak.
gemi gezmek
den. dış etkiler yüzünden gemi rota çizgisinden ayrılıp sancak veya iskele yönüne ilerlemek.
gemi karaya oturmak
gemi, sığ bir yere saplanıp kalmak.
gemini kısmak
bir kimsenin üzerindeki baskıyı arttırmak.
gemisini yürütmek
bir işi hiçbir engel tanımadan sürdürmek.
gemiyi rotasına koymak
den. gemiyi pusula ile gideceği yönde belli olan rota çizgisi üzerine getirmek.
gemiyi tutmak
den. gemiyi belirli bir yerde bir süre bekletmek, çalışmadan durmak.
gemiyi yatırmak
den. altını temizlemek amacıyla küçük gemileri yan döndürmek.
geniş bir nefes almak
sıkıntılı bir durumdan kurtulmak, ferahlığa kavuşmak.
geniş karşılamak
hoşgörü ile değerlendirmek: ‘Bu vahim skandalı, bu mahdut dışarlık çocuğu niçin bu kadar geniş karşılıyordu?’ –R. N. Güntekin.
genizden konuşmak (çıkarmak)
burnu tıkalı gibi konuşmak: ‘Genzinden çıkardığı seslerle ağlama taklidi yapıyordu.’ –O. C. Kaygılı.
gerçek yüzünü göstermek
sakladığı düşüncelerini sonradan ortaya koymak.
gerdan kırmak
1) naz ile boynu başla birlikte iki yana oynatarak kırıtmak: ‘Avrupa tiyatrosunda işveli gerdan kırışları, meşhur kantolarıyla, ortalığı kırıp geçirdiği zamanlar!’ –A. İlhan. 2) mec. boynu, başı geriye oynatarak büyüklük taslar bir durum almak.
gerdeğe girmek
gelinle damat düğün gecesi bir araya gelmek.
gereği düşünülmek
bir sorunu sonuçlandırmak için tutulacak yolu kararlaştırmak.
gereği gibi
nasıl olması gerekli ise öyle: Gereği gibi davranmak.
gerek görmek
yapılmasını istemek: ‘İçeri giren polisin onları sorgulamaya bile gerek görmeden kurşuna dizdiğini söylediler.’ –A. Ümit.
gerekçe göstermek
gerektirici sebep ve doküman ileri sürmek.
gerekli görmek
yapılması icap etmek: ‘Ruslar, gerekli gördükleri her yerde konsoloshane açabilecekle.’ –N. F. Kısakürek.
gerekli kılmak
icap ettirmek.
gereksinme duymak
ihtiyacı olduğunu anlamak: ‘Doğrusu ya, açık havaya, yeni yüzlere, yeni sözcüklere gereksinme duyuyorum.’ –T. Uyar.
gereksiz görmek
lüzum görmemek: ‘Ona danışmayı gereksiz görerek Sevim’e yöneldi.’ –N. Cumalı.
gerginlik yaratmak
gergin duruma getirmek.
geri almak
1) verdiğini almak; 2) geriye doğru götürmek: Koltuğu biraz geri al. 3) düşmandan kurtarmak; 4) arabayı geri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna getirmek.
geri basmak
geri geri gitmek.
geri çekilmek
karıştığı bir işi sürdürmekten veya sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek.
geri çevirmek
1) geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek; 2) kabul etmemek, reddetmek: ‘Oğlunun hiçbir dileğini geri çevirmezmiş.’ –S. F. Abasıyanık.
geri dönmek
geldiği yere gitmek: ‘Arada gelenlerin çoğu kapıdan bakıp oturmadan geri dönüyorlardı.’ –N. Cumalı.
geri durmak
bir iş yapmaktan kaçınmak: ‘Kafası kızınca aklına geleni yapmaktan geri durmuyordu.’ –A. Kulin.
geri geri çekilmek
arka arka gitmek: ‘Hamit’in eteğini öpmüş ve geri geri çekilerek odadan çıkmış.’ –Y. Z. Ortaç.
geri gitmek
kötüleşmek: İşler günden güne geri gidiyor.
geri göndermek
geldiği yere göndermek, iade etmek: ‘Eteğim gayet fena olmuş, terziye geri gönderdim.’ –M. Yesari.
geri kalmak
1) arkada kalmak; 2) gecikmek; 3) çağdaşlarının ve yaşıtlarının düzeyine gelememek veya düzeyinde olmamak.
geri komamak
yapmazlık etmemek, yapmak: Elinden geleni geri koma!
geri saymak
geriye doğru saymak.
geriye bırakmak
tehir etmek.
geriye yürümek
huk. öncesini kapsamak: ‘İptal kararları geriye yürümez.’ –Anayasa.
gerize taş atmak
edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek.
geviş getirmek
yutmuş olduğu yiyeceği midesinden ağzına çıkarıp yeniden çiğnemek: ‘Evin önünde birkaç davar geviş getiriyordu.’ –Halikarnas Balıkçısı.
gevrek gevrek gülmek
1) kendine güvenip karşısındakini küçümsemek: ‘Diğer dükkânların satılmayan mallarını ben sanki ne yapayım diye gevrek gevrek gülerek kendi kendine hak verirdi.’ –A. Ş. Hisar. 2) neşeli ve kendine güvenli biçimde gülmek.
geyik etine girmek
genç kız, erginlik çağına girmek.
geyik yapmak
boş, yararsız konuşmak.
geze almak
hedefe doğrultmak: ‘Bağ hendeğine sinip tüfeği geze aldım.’ –M. Ş. Esendal.
gezip tozmak
eğlenmek amacıyla çokça gezmek: ‘Seher hep Bayram’ın sinirine dokunanlarla gezip tozdu.’ –S. F. Abasıyanık.
geziye çıkmak
uzak yerleri dolaşmak.
gibi gelmek
… sanısı vermek, … sanısı yaratmak: ‘Murat’a, boş, kimsesiz ahşap bina, temelinden sallanıyor gibi geldi.’ –K. Tahir.
gibi olmak
bir duruma, bir duyguya yaklaşmak: ‘Sorum üzerine biraz çekinir gibi oluyor.’ –A. Ümit.
gibisine gelmek
imiş gibi gelmek, sanmak: Öyle gibime geliyor ki bu işin içinden kolay çıkamayacağız.
gibisine getirmek
sanısı uyandırmak, sanısı vermek: Bu teklifi doğru bulmamış gibisine getirdi.
gidiş o gidiş
konuşmaya konu olan kimsenin bir daha dönmediğini anlatan bir söz.
girecek delik aramak
saklanmak istemek.
girip çıkmak
1) bir yere kısa süre kalmak üzere uğramak; 2) bir yere sık sık gelmek: Onun yanımızdaki eve girip çıktığını görürdük.
girişimde bulunmak
davranmak, teşebbüs etmek: ‘Mahmut Bey’in adamlarını kendi taraflarına çekmek için her türlü girişimde bulunmuşlardı.’ –H. E. Adıvar.
gitti de geldi
yaşayabileceğinden umut kesilecek kadar ağır hastalık geçirip de iyi olanlar için söylenen bir söz.
gitti gider (dahi gider)
söz konusu olan şeyin bir daha gelmeyeceğini, ele geçmeyeceğini anlatan bir söz.
giydiği yakışırken eller bakışırken
‘gençken, güzelken’ anlamında kullanılan bir söz.
giydirip kuşatmak
temiz, yeni giysilerle donatmak: ‘O da kendisinden yirmi yaş küçük arabacısını sevmiş, nikâhla varmış, bu arabacıyı giydirip kuşatmış, âlâ bir bey yapmıştı.’ –Ö. Seyfettin.
giyinip kuşanmak
özenle giyinmek: ‘Giyinmiş kuşanmış, benim de giyinip kuşanıp hazır olmamı bekliyor.’ –A. Ağaoğlu.
gizli din taşımak
göründüğünden farklı bir din veya inanç sahibi olmak.
gıcık almak (kapmak, olmak)
argo bir davranışa veya bir kimseye sürekli sinirlenmek.
gıcık tutmak
bir süre boğaz gıcıklamasına yakalanmak: ‘Gıcık tutmuş gibi manalı manalı öksürdü.’ –M. Yesari.
gıcık vermek
1) boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak; 2) argo bir kimseyi sürekli sinirlendirmek.
gıcır gıcır etmek
1) ‘gıcırtı’ sesi çıkarmak: Merdiven basamakları gıcır gıcır ediyordu. 2) tertemiz duruma getirmek.
gık dedirtmemek
ses çıkarmasına fırsat vermemek.
gık demek
ses çıkarmak, karşı çıkmak, yakınmak.
gık dememek (gıkı çıkmamak)
sesini çıkarmamak, karşı çıkmamak, yakınmamak.
gıllıgışlı olmak
gizli amaçlı, inandırıcılıktan uzak bulunmak: ‘Yüreği temiz olan başkalarının gıllıgışlı olabileceğini kolay kolay aklına getirmez.’ –H. Taner.
gına gelmek
usanmak, bıkmak: Siyasetten, eleştiriden gına gelmişti.
gına getirmek
bıkmak, usanmak.
gır atmak
konuşmak, laf atmak.
gır geçmek
1) bol bol konuşmak, çene çalmak; 2) dikkat etmemek, aklı başka yerde olmak.
gır kaynatmak
birkaç kişi işlerini bırakıp yârenlik etmek.
