Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

felekten bir gün (gece) çalmak

güzel bir gün veya gece geçirmek.

felekten kâm almak

güzel vakit geçirmek, istediği gibi eğlenmek.

felsefe yapmak

1) olayların sebep ve sonuçları üzerine kendince soyut birtakım düşünceler ileri sürmek: ‘Sana su şehirlerinin felsefesini yaptım.’ –H. C. Yalçın. 2) bilgiçlik taslamak: ‘Saldırmak onun içgüdülerinden biridir ve yöntemi çekiçle felsefe yapmaktır.’ –S. Birsel.

fena bulmak

ölmek, yok olmak.

fena değil (sayılmaz)

oldukça iyi.

fena yapmak

kötü duruma düşürmek.

fenalık etmek

kötülük etmek, kötülükte bulunmak: ‘Bilmeyerek sütnineciğime ve kendime büyük bir fenalık etmiştim.’ –R. N. Güntekin.

fenalık geçirmek (gelmek veya çökmek)

kendini bilmeyecek veya bayılacak bir duruma gelmek: ‘Ben biraz fenalık geçirdim de eczaneden rica ettik.’ –B. Felek.

fenasına gitmek

üzülmek, gücenmek, kırılmak, sinirlenmek.

fenaya çekmek

söylenen bir sözü kötü tarafından anlamak.

fenaya sarmak

iş veya durum kötüye gitmek.

fener çekmek

1) elinde fenerle önden gitmek: ‘Fener çeken çocuk, herkese yolunu göstermek mecburiyetinde.’ –B. Felek. 2) mec. bir kalabalığa önderlik etmek.

feneri nerede söndürdün

şaka geç kalanlara takılmak için söylenen bir söz.

fenersiz yakalanmak

beklenmedik bir zamanda istenmeyen bir durumla karşılaşmak.

fennini almak (kapmak)

bir işin inceliklerini, püf noktalarını kavrayıp o alanda usta olduğunu göstermeye başlamak.

fent çevirmek

düzen, hile yapmak.

feragat etmek (göstermek)

hakkından vazgeçmek, el çekmek: ‘Beni çıkardığı tahtımdan arzumla feragat edeceğim.’ –R. H. Karay.

ferah tutmak

iç rahatlığını, huzurunu korumak: ‘Kendinizi ferah tutunuz. Canınızı hiçbir şeye sıkmayınız.’ –Ö. Seyfettin.

ferahlık duymak

içinin açıklığını, rahatlığını hissetmek: ‘Şimdi karşımda alevden bir duvar görüyor, içimde bir ferahlık duyar gibi oluyorum.’ –A. Ağaoğlu.

ferahlık vermek

iç açmak, rahatlık hissettirmek: ‘Yeni boyanıp temizlenmiş bir ev gibi havası ferahlık veriyordu.’ –R. H. Karay.

ferih fahur yaşamak

bağımsız, bağlantısız bir biçimde yaşamak: ‘Nesir kendini nazımdan ayırarak gazetelerde, kitaplarda, kürsülerde, mikrofonlarda ferih fahur yaşıyor.’ –O. V. Kanık.

feriştahı gelse

argo 1) ‘en güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa’ anlamında kullanılan bir söz; 2) ‘en iyisi olsa’ anlamında kullanılan bir söz.

ferman çıkarmak

1) padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek; 2) yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek.

ferman dinlememek

yasa, kural, yol yöntem tanımamak.

ferman sizin

‘siz nasıl isterseniz öyle olsun’ anlamında kullanılan bir söz.

fertik çekmek (fertiği kırmak)

kaçmak: ‘Kampana vurup tren kalkacağı esnada ‘fertik!’ diye bağırırlardı ki ‘fertiği kırmak’ tabiri buradan kalmadır.’ –S. M. Alus.

feryadı basmak

çığlık koparmak, yüksek sesle haykırmaya başlamak: ‘Bu defa da, Sultanahmet’ten gelen efeler değilmiş de feryadı basanlar, onların gündüzki taşkınlığından yüz bulan eroincilermiş.’ –N. F. Kısakürek.

feryat etmek

1) yüksek sesle haykırmak: ‘İnsan tehlike karşısında ancak ana diliyle feryat edebiliyor.’ –N. Hikmet. 2) mec. büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak: İstanbul, susuzluktan feryat ediyor.

feryat koparmak

yüksek sesle bağırmak, haykırmak: ‘Pencereden kopardığım feryadı pek geç işittiler.’ –R. N. Güntekin.

ferz çıkarmak

acemi bir oyuncuya karşı vezirsiz oynamak.

ferz çıkmak

satrançta piyon, karşıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak.

fesat çıkarmak (fesada vermek)

ara bozmak, ortalığı karıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak.

fesat karıştırmak

hile yapmak: ‘… resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma … suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar.’ –Anayasa.

fesini havaya atmak

sevinmek.

fetva çıkarmak

esk. belli bir konuda dinî hukuk kurallarına göre izin almak: ‘Şimdi müftüye gideceğim, fetva çıkarıp senden boşanacağım.’ –A. Gündüz.

fetva vermek

1) herhangi bir işlemin veya eylemin din kurallarına uygun olup olmadığı konusunda konuyla ilgili bilim adamlarınca açıklama yapılmak; 2) bir işin yapılabilmesi için yargıda bulunmak; 3) mec. gereksiz yere emir verir gibi konuşmak.

fetvayişerife çıkarmak

1) şeyhülislam fetvası ilan etmek; 2) mec. kendi kendine yorum getirmek: ‘Fetvayişerife mi çıkarıyorsun be?’ –H. Taner.

feveran etmek

birdenbire öfkelenmek, köpürmek, parlamak: ‘Beni dinlemeden öyle feveran etme … hiddetlenme!’ –E. E. Talu.

fevt etmek

yitirmek, elden kaçırmak.

fevt olmak

1) yitmek; 2) ölmek.

fidan gibi

ince ve uzun (boy): ‘Fidan gibi bir boy, yağız bir çehre, üst dudağında hafif bir gölge.’ –C. S. Tarancı.

figan etmek

bağırarak ağlamak, inlemek: ‘Emrah eder düştüm dile / Bülbül figan eder güle’ –Erzurumlu Emrah.

fiile koymak

eyleme geçirmek: ‘Dava insanın, ben daha çok işe yararım kanaatine varması ve bunu fiile koyabilmesidir.’ –B. Felek.

fikir edinmek

kanaat sahibi olmak: ‘Ama ben, bir kitap üzerine bir fikir edinmek istedim mi o kitabı kendim okurum.’ –N. Ataç.

fikir vermek

1) düşüncesini bildirmek: ‘Evet iyi bir şey değil fakat benim için bir fikir verir diye seçtim.’ –R. N. Güntekin. 2) bir konuda yol gösterici bilgi edinmek: ‘İşitilen sözler, görülen tavırlar, beğenilen düşünceler Şinasi Bey’e yeni fikirler vermeye başladı.’ –M. Ş. Esendal.

fikir yormak

bir konuda çok düşünmek.

fikir yürütmek

bir konu üzerine düşüncesini söylemek.

fil dişi kuleden bakmak

herkesi küçümseyip kendini farklı görmek.

fil dişi kuleye çekilmek

herkesi küçümseyip kendisine özgü dünyasına çekilmek: ‘Çöküşün ve çöküşten kaçışın, fil dişi kuleye çekilişin yarattığı isyanlar kitaplaşmamıştır.’ –S. İleri.

fil gibi

1) çok yemek yiyen (kimse); 2) çok şişman (kimse).

fildişi gibi

donuk, beyaz (ten).

filinta gibi

genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı (kimse).

filiz gibi

ince ve güzel vücutlu.

filiz vermek

1) sürgün çıkmaya başlamak: ‘O sene ise buğday ekmişler, tam filiz verecekken Sakarya taşmış, yirmi gün çekilmemişti.’ –S. F. Abasıyanık. 2) mec. ortaya çıkmak: ‘Ama bu arada hiç akıllarda olmayan bir sıkıntı filiz vermişti.’ –A. Kulin.

film çekmek

1) sin. ve <İ>TV bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralı resmini çekmek; 2) vücudun röntgenini almak.

film çevirmek

1) sin. ve <İ>TV beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak: ‘Sanki buraya film çevirmeye gelmişti.’ –S. F. Abasıyanık. 2) argo eğlenmek, hoş vakit geçirmek.

film oynamak

bir film, sinemada gösterilmekte olmak.

film oynatmak

bir filmi sinemada göstermek.

finale kalmak

şampiyonu belirleyecek son yarışmaya katılma hakkını kazanmak.

fincan gibi

iri ve patlak (göz).

fincancı katırlarını ürkütmek

zararı dokunabilecek bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak.

firar etmek

kaçmak.

fire vermek

eksilmek, azalmak: ‘Halk edebiyatı gibi, divan edebiyatı da çok fire verdi elbet.’ –B. Necatigil.

fiş açmak

bir işle ilgili konuda gereken bilgileri fiş üzerine yazmaya başlamak, fişlemek.

fişek atmak

1) ortalığı karıştıracak bir söz söylemek; 2) kaba cinsel birleşmede bulunmak.

fişek gibi

hızla.

fişek salıvermek

ara bozacak söz söylemek.

fişini çekmek

1) birine zarar vermek; 2) birini öldürmek; 3) yaşama dönme umudu olmayan hastayı, nefes alması, kalbinin atması gibi faaliyetlerini yerine getiren aletlerden ayırmak.

fişini tutmak

bir kimsenin davranışlarını fiş üzerinde belirlemek.

fiske fiske kabarmak (olmak)

kabarcıklar oluşmak: Yumurta yiyince çocuğun derisi fiske fiske kabardı.

fiske kondurmamak (dokundurmamak)

bir kimse veya nesneyi en küçük bir tehlikeden bile korumak, titizlikle savunmak.

fiskos etmek

başkalarının bulunduğu yerde birkaç kişi gizlice, alçak sesle konuşmak: ‘Düşüncelerimizi açık seçik ortaya koymak yerine fiskos etmeyi yeğleriz.’ –T. Uyar.

fit olmak

argo ödeşmek, razı olmak: ‘Kilosunun fiyatına bir fakir ailenin bir hafta fit olduğu çilekler ne çirkin şeylerdir.’ –S. F. Abasıyanık.

fitil gibi

çok sarhoş.

fitil olmak

1) çok kızmak; 2) argo sarhoş olmak.

fitne fesat çıkarmak

1) ara bozucu söz söylemek; 2) ara bozucu davranışta bulunmak.

fitne sokmak

ara bozmak, insanları birbirine katmak.

fiyaka satmak (sökmek)

argo gösteriş yapmak, caka yapmak, çalım satmak: ‘Okula gidiyor diye fiyaka söküyor bize.’ –O. Kemal.

fiyasko vermek

bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak.

fiyat ayarlamak

para değerindeki değişiklik ve başka ekonomik şartlar dolayısıyla fiyatları düzenlemek.

fiyat biçmek

bir değer için ödenecek para karşılığını belirlemek: Bu yazmaya ne fiyat biçersiniz?

fiyat kırmak

fiyatı düşürmek, fiyatı indirmek.

fiyat vermek

isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek: ‘Ne fena fena bakar, ne de olmayacak bir fiyat verdiğim zaman homurdanır.’ –S. F. Abasıyanık.

fiyatları dondurmak

fiyatların yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak.

fıçı gibi

kısa boylu ve çok şişman.

fıkır fıkır kaynamak

1) bir şeyden bir yerde çok bulunmak: Peynir tenekesinde fıkır fıkır kurt kaynıyor. 2) yerinde duramamak.

fındık kabuğunu doldurmaz

önemsiz, değersiz.

fındık kırmak

çapkınlık yapmak.

fındık kurdu gibi

ufak tefek, tombulca, sevimli.

fır dönmek

bir kimseye yaranmak veya yardım etmek için üstün çaba harcamak: Kızı, annesinin çevresinde fır dönüyor.

fırça çekmek (atmak)

paylamak.

fırça gibi

dik, sık ve sert (saç, sakal): ‘Fırça gibi sert, gür saçları kırlaşıyor.’ –M. Ş. Esendal.

fırça yemek

paylanmak.

fırıldak çevirmek (döndürmek)

isteğini elde etmek için hileli yollara başvurmak: ‘Anasının gözü kardeşi, işi gücü fırıldak çevirmek.’ –A. İlhan.

fırıldak gibi

düşüncesini sürekli değiştiren, sözünden dönen (kimse).

fırın gibi

çok sıcak (yer).

fırsat beklemek (aramak)

en uygun şartı, durumu veya zamanı kollamak.

fırsat bilmek

bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak: ‘Bazı kişiler üstüme varmak için fırsat kolluyorlar; yalnız eski kamyonlarla katırlardan söz açarsam olabilir ki fırsat bilirler.’ –A. Boysan.

fırsat bu fırsat

‘yararlanılacak en uygun zaman’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Fırsat bu fırsat deyip gelip görüyorlar, yiyip içiyorlar.’ –B. Felek.

fırsat bulmak

uygun, elverişli zaman bulmak: ‘Ben ve ablanız, fırsat buldukça size serbest ders vermeye geleceğiz.’ –N. F. Kısakürek.

Sayfa 44 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü