eşek kadar
hkr. büyük, iri, aşırı derecede gelişmiş.
eşek sudan gelinceye kadar dövmek
tkz. adamakıllı dövmek: ‘Uslu otur yoksa ufak bir münasebetsizliğini duyarsam eşek sudan gelinceye kadar döverim, kemiklerin kırılır, anladın mı?’ –R. H. Karay.
eşekten düşmüş karpuza (düşmüşe) dönmek
argo 1) çok şaşırmak, donup kalmak; 2) kötü bir duruma düşmek: ‘Bunlar ezberlerindeki mânileri söylerler, dağarcıklarında mâni kalmayınca da eşekten düşmüş karpuza dönerler.’ –S. Birsel.
esen kalmak
ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı, sıhhatli olmak: Şen ve esen kalınız.
eser kalmamak
hiçbir belirti, iz olmamak: ‘Bir şirretleşmiş ki dünkü saygısından eser kalmamıştı.’ –A. Kabaklı.
esermek besermek
emek vererek ortaya çıkarmak.
eşi manendi (menendi, benzeri) olmamak (bulunmamak, yok)
benzeri olmamak: ‘Allah rahmet eylesin, eşi menendi bulunmaz bir adamdı Nazmi Albay.’ –A. Ümit. ‘Bir iki çıkışı, Arap Kadir’in bir eşi benzeri bulunmadığı gerçeğini ortaya koymuştu.’ –K. Korcan. ‘Bizim dairenin müdürünün bir eşi benzeri daha yoktur.’ –M. İzgü.
eşiğine yüz sürmek
bir dilekte bulunmak için bir kişiye yalvarmaya gitmek.
eşiğini aşındırmak
işini yaptırmak için bir yere çok gidip gelmek.
eşik (eşiğini) atlamak
1) herhangi bir konuyu doyasıya yaşayarak belli bir olgunluğa ulaşmak: ‘Sevginin, merhametin eşiğini atlayanlar, ızdırabın gömleğini de kendiliğinden giyinirler.’ –A. H. Tanpınar. 2) engelleri aşmak, zorlukları yenmek.
esip gürlemek
sinirli bir biçimde kızmak, bağırmak.
esir almak
1) tutsak etmek; 2) alıkoymak, meşgul etmek.
esir düşmek
tutsak olmak: ‘Beyhude ölmektense esir düşüp yaşamayı tercih ettikleri için teslim oldular.’ –Y. K. Beyatlı.
esir etmek
1) tutsak durumuna getirmek: ‘Beni bir takım vahşi çapulcular esir edip sımsıkı bağladıkları hâlde memleketlerine götürdüler.’ –N. F. Kısakürek. 2) mec. alıkoymak, meşgul etmek.
esir yatmak
savaşta düşman eline düşüp uzun süre tutsak kalmak, esarette kalmak.
eski ağza yeni taam
turfanda bir şey yenilirken söylenen söz.
eski defterleri kapatmak
eski olayları yeniden ele almamak: ‘O, eski defterleri çoktan kapatmış, Osmanlıya kucağını açmıştı.’ –T. Buğra.
eski defterleri yoklamak (karıştırmak)
bir yarar umarak veya başka bir amaçla eski olayları yeniden ele almak.
eski hamam eski tas
‘hiçbir şeyi değişmemiş, eski durumunda kalmış’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Bereket versin, işi kuru gürültüden ileri gitmediği, her şeyin eski hamam eski tas kaldığı çabuk anlaşıldı.’ –K. Tahir.
eski hayratı da berbat etmek
bir işi daha iyi bir duruma sokmaya çalışırken büsbütün bozmak.
eski kimliğine bürünmek
önceki düşüncelerine dönmek: ‘Unutmak istediğim eski kimliğime bürünüvermiştim.’ –O. Pamuk.
eski köye yeni âdet getirmek
alışılmamış, yadırganan bir yeniliği yapmaya kalkışmak.
eski kulağı kesiklerden olmak
görmüş geçirmiş, çok deneyimli olmak.
eskisi kadar (gibi)
eskiden olduğu gibi, eskiden olduğu biçimde: ‘Doğal güzellikler artık eskisi gibi turist çekmiyor.’ –N. Cumalı.
eskisini aratmamak
yenisi eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu sezdirmemek.
eşkıya gibi
yüzü, bakışları ve kılığı korkunç olan.
esmayı üstüne sıçratmak
davranışlarıyla belayı üstüne çekmek.
espri patlatmak
konuşma sırasında, beklenilmedik anda, ortama uygun hoş, nükteli veya ilginç söz söylemek.
esrar çekmek
esrar içmek.
esrara dalmak
sırlara gömülmek: ‘Sular büsbütün kararınca Boğaz’ın hayatı da büsbütün esrara dalar.’ –A. Ş. Hisar.
estek köstek etmek
oyalamak, yersiz bahaneler bulmak, işten kaçınmak.
et bağlamak
1) şişmanlamak; 2) yara kapanmak.
et tırnak olmak
sıkı aile bağı kurmak.
et tutmak
et bağlamak: ‘Ye de biraz et, can tut.’ –R. H. Karay.
ete kemiğe dönüştürmek (büründürmek)
canlandırmak: ‘Aşkımemnu’da Firdevs Hanım’ı inanılmaz bir başarıyla ete kemiğe dönüştürmüş.’ –S. İleri.
eteğe varmak
yardım istemeye gitmek.
eteği ayağına dolaşmak
eli ayağı dolaşmak.
eteği kirlenmek
kadının namusuna dokunulmak.
eteğinde namaz kılınmak
içi dışı çok temiz kişi olmak.
eteğindeki taşı dökmek
bütün bildiklerini açıklamak.
eteğinden ayrılmamak
peşini bırakmamak: ‘Bu ağırsamaları anlamakla beraber aldırmayan Hilmi, eteğinden ayrılmıyor, peşi sıra yürümekten vazgeçmiyordu.’ –R. H. Karay.
eteğinden el çekmek
1) etliye sütlüye karışmamak; 2) birini tacizden vazgeçmek.
eteğine düşmek (sarılmak)
yalvarıp yakarmak.
eteğine yapışmak (sığınmak)
birinin koruyuculuğu altına girmek.
eteğini başına atmak (sarmak)
birini azarlamak, onur kırıcı sözlerle suçlamak.
eteğini çekmek
günah sayılan işlerden uzak durmak.
eteğini tutmak
yardım istemek.
eteğiyle mum söndürmek
uygun olmayan biçimde iş yapmak, sakar olmak, üstünkörü davranmak.
etek açmak
kadın, cinsel arzusunu belirtmek.
etek öpmek
yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.
etek silkmek
1) el etek çekmek; 2) çekilmek, artık karışmamak.
etek takmak (giymek)
argo erkek ar, namus, erdem vb. özellikleri bulunmayan duruma düşmek.
etekleri tutuşmak
çok telaşlanmak: ‘Öğleden sonra vali yine kıza köpüre arayınca komiser Zihni ‘nin etekleri iyice tutuştu.’ –M. İzgü.
etekleri uzamak
yanlışları düzeltmek, ayıbını kapatmak.
etekleri zil (ıslık veya çalpara) çalmak
1) çok sevinmek: ‘İlk mektebe gittiği gün Gülsüm’ün sevincinden etekleri zil çalıyordu.’ –R. N. Güntekin. 2) alınan sevinçli bir haber üzerine telaşa ve heyecana kapılmak.
eteklerini indirmek
argo üzerine düşen görevi yerine getirmek.
eteklerini toplamak
düzenli, temiz veya namuslu olmak.
eti budu yerinde (etine dolgun)
şişmanca, tombul.
eti kemiğine yapışmak
çok zayıflamak.
eti ne budu ne?
1) ‘yaşı küçük’ anlamında kullanılan bir söz; 2) ‘imkânları, gücü sınırlı, parası az’ anlamında kullanılan bir söz.
etinden et koparmak (kesmek)
çok acı vermek.
etki bırakmak
kuvvetli bir biçimde etkilemek.
etkisini göstermek
etkisini ortaya koymak, belli etmek.
etle tırnak gibi
birbirlerine candan bağlı, sıkı ilişkili.
etliye sütlüye karışmamak
toplum içindeki çeşitli hareketlerden uzak durmak, hiçbir şeyle ilgilenmemek, tartışmalı konulardan kaçınmak: ‘Etliye sütlüye karışmamak ve hiçbir ideal için hiçbir mücadeleye katılmamak onun mizacıdır.’ –P. Safa.
etme eyleme
bir davranış karşısında ‘yapma’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Aman etme, aman etme eyleme, şuradan şuraya tek adım atma, saraydan çıkma!’ –N. F. Kısakürek.
etmediğini bırakmamak (komamak)
elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak.
etrafı boş bulmak
kendisini engelleyecek kimse olmamak: ‘Vaktiyle etrafı boş bulduğu için mistik sıfatını takınmak istemişti.’ –A. H. Çelebi.
etten duvar örmek
korumak amacıyla çevresinde kalabalık insan birikmek.
etten önce çömleğe düşmek
bir işte bilgisiz veya yetkisiz olmasına rağmen herkesten önce ortaya atılmak.
ettiği hayır, ürküttüğü kurbağaya değmemek
yol açtığı zarar, yaptığı iyilikten büyük olmak.
ettiği yanına (kâr) kalmak
yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, cezasını görememek.
ettiğini bulmak (çekmek)
yaptığı kötü davranışın karşılığını görmek.
ettiğini yanına bırakmamak
yapılan kötü davranışa karşılık vermek.
ettiğiyle kalmak
1) yapmak istediği kötülüğü başarıya ulaştıramayan kimse, başarısızlığın üzüntüsü ve utancı içinde kalmak; 2) yapmak istenilen kötülük amacına ulaşamamak.
ev açmak
1) ayrı bir eve yerleşmek, ayrı bir eve geçmek; 2) evlenmek.
ev bark yıkmak
karı kocayı birbirinden ayırmak: ‘Bir kızı vardı ki dünyanın bütün kusurları bir araya gelse onun kadar ev bark yıkamazdı.’ –P. Safa.
ev bozmak
1) karı koca ayrılmak; 2) karı kocanın ayrılmalarına sebep olmak.
ev ev dolaşmak (gezmek)
her eve uğrayarak dolaşmak.
ev işletmek
genelev sahibi olmak.
ev tutmak
ev kiralamak: ‘Annemden kalma bir evim vardı. Onu rehine koyarak bir ev tuttuk.’ –Ö. Seyfettin.
evci çıkmak
tatil günlerinde okul, kışla vb.nden eve gelmek.
evde kalmak
tkz. kızın evlenme çağı geçmiş olmak: ‘Hiç evlenmeyen kız olur muymuş, evde kalmış mı dedirtecen kendine?’ –E. Işınsu.
eve çıkmak
1) aileden ayrılıp ayrı bir evde oturmak; 2) öğrenci yurttan ayrılıp ev kiralayarak yaşamak: ‘Öğrencilerin bir bölümü, ilk yılı yurtta geçirse bile ikinci yıldan başlayarak eve çıkmayı yeğler.’ –A. Cemal.
evin bağlamak
ürün tanelenmek, tane bağlamak, olgunlaşmak.
evirip çevirmek
iyice, istediği gibi, adamakıllı gözden geçirmek.
evlerden ırak (uzak)
hlk. ölüm veya kötü bir durumdan söz edilirken dinleyenlerin aynı durumla karşılaşmamalarını dilemek için söylenen bir söz: Evlerden ırak, dağ gibi delikanlı iki günde devrildi gitti.
evlere şenlik
alay beğenilmeyen, olumsuz karşılanan bir durum, bir davranış karşısında söylenen bir söz.
evliya gibi
1) uysal (kimse); 2) iyi ahlaklı (kimse).
evrat çekmek
okunması âdet olan duaları ve Kur’an ayetlerini sürekli tekrarlamak: ‘Geceleri Hüsnü’nün evinde toplanır, zikreder, evrat çekerlermiş.’ –M. Ş. Esendal.
evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
‘çok zaman önce’ anlamında bir tekerleme.
eyer boşaltmak
1) cirit oyununda hedef olmaktan kurtulmak için eyer üzerinde sağa sola eğilmek; 2) saldırıları boşa çıkaracak önlemler almak.
eyer kapatmak (kapamak)
eyeri atın sırtına koyup bağlamak.
eyer vurmak
eyeri hayvanın sırtına koyup bağlamak.
eyeri boş kalmak
atın binicisi ölmek.
eylem koymak
eylemde bulunmak.
eylemde bulunmak
toplu hâlde hareket etmek: ‘Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.’ –Anayasa.
eyleme geçmek
tasarlanan bir işi uygulamaya başlamak.
eyvallah demek
1) hoş görerek kabul etmek veya edilmek: ‘Mersi denir. Sonra teşekkür edilir. Eyvallah denir, çok mersi denir.’ –S. F. Abasıyanık. 2) hoşça kalın, sağlıcakla kalın demek.
eyvallah etmemek
birinden yardım istememek, gönül borcu olmamak, boyun eğmemek: ‘Ben kimseye eyvallah etmeyeceğim, dedi. Bir gece amcasının konağından kaçtı.’ –Ö. Seyfettin.
