Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

dili sürçmek

1) konuşma sırasında kelimeleri yanlış söylemek: ‘Bir dil sürçmesi sonucu, bu tartışmayı yarım saat kadar yürütmüşüm.’ –S. İleri. 2) istenmeyen bir konudan söz etmek.

dili tutulmak

sevinç, korku, şaşkınlık vb. sebeplerle birdenbire söz söyleyemez olmak: ‘Elmas’ın dili tutulmuştu. Çıt çıkarmadan bakıyordu sadece.’ –A. Kulin.

dili uzamak

haddini bilmeden konuşmak.

dili varmak

bir sözü söylemeye gönlü razı olmak: ‘Süleyman Kâhyaya söylemeye kimsenin dili varmıyor, gücü yetmiyordu.’ –Y. Kemal.

dili yanmak

1) üzüntü ve eziyet çekmek, zarara uğramak: ‘Otobüs yolculuğundan bir hayli dilim yandı.’ –B. R. Eyuboğlu. 2) bıkmak, nefret etmek: ‘Şair neslinin şarkıdan o kadar dili yandı ki şarkı kelimesini nerede görse silip üstüne türkü diyecek.’ –B. R. Eyuboğlu.

dilim dilim etmek

dilimlemek.

dilin kemiği yok

‘insan doğru veya yanlış her şeyi söyleyebilir’ anlamında kullanılan bir söz.

dilinde tüy bitmek

tekrar tekrar söylemekten usanmak, bıkmak.

dilinden anlamak

1) bir canlının çıkardığı seslerden veya onun davranışlarından ne anlatmak istediğini anlamak; 2) mec. söz konusu olan şeyin özelliğini bilmek: ‘Bunda yenilmiş, içilmiş bir şey yok ya! Sen onun dilini de anlarsın.’ –M. Ş. Esendal.

dilinden düşürmemek

sürekli olarak aynı kişiden veya şeyden söz etmek, sık sık anmak: ‘Dilinden hiç düşürmediği cümleleri hep birer bilmece gibi şeylerdi.’ –A. Ş. Hisar.

dilinden kurtulamamak

sürekli olarak bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak.

diline dolamak (takmak)

1) aynı şeyi durmadan ve her yerde tekrarlamak: ‘Bu aydınlardan bazılarının son zamanlarda dillerine doladıkları bir hikmet var.’ –O. V. Kanık. 2) bir kimseyi her yerde kötülemek.

diline kira istemek

ağzına kira istemek.

diline pelesenk etmek

diline dolamak: ‘Hacı Kasap, âdeta bu sözleri aferin tarzında diline pelesenk etmişti.’ –Ö. Seyfettin.

diline sağlam olmak

1) saklanacak konuları açığa vurmamak; 2) kötü söz söylemekten kaçınmak.

diline sağlık

ağzına sağlık.

diline virt etmek

diline dolamak: ‘Şartını âdeta manzum, kafiyeli bir nakarat gibi diline virt etmişti.’ –Ö. Seyfettin.

dilini değdirmemek

hiç yememek veya içmemek.

dilini kedi (fare) mi yedi?

‘neden konuşmuyorsun?’ anlamında kullanılan bir söz.

dilini kesmek (kesip oturmak)

susmak.

dilini tutamamak

sonunu düşünmeden gelişigüzel konuşmak.

dilini tutmak

sonunu düşünmeden gelişigüzel konuşmaktan sakınmak: ‘Şarkta, insanın selameti dilini tutmasındadır diye bir söz vardır.’ –B. Felek.

dilini yutmak

sevinç, korku, heyecan vb. sebeplerle konuşamaz olmak: ‘Satılmışın hiddetli hiddetli çıkışması üzerine dilini yutup ters yüzüne mutfağına döndü.’ –E. E. Talu.

dilinin altında bir şey olmak

bir kimsenin sözlerinden, açıkça söylemediği bir şeyler anlaşılmak: ‘Günlerdir doktorun dilinin altında bir şeyler olduğunun farkındaydı.’ –Y. Kemal.

dilinin altındaki baklayı çıkarmak

gizli tutulması gereken bir şeyi söylemek: ‘Çıkar şu dilinin altındaki baklayı da ne demek istiyorsan söyle, ben de anlayayım.’ –O. C. Kaygılı.

dilinin cezasını (belasını) çekmek (bulmak)

ölçüsüz, düşüncesiz konuşma yüzünden zarar görmek.

dilinin ucuna gelmek

söyleyecek duruma gelmek: ‘İsmi dilimin ucuna gelir gelmez kalbimden hafif bir cereyanın kopup damarlarıma aktığını duyuyorum.’ –E. İ. Benice.

dilinin ucunda

bir söz hatırlanacak gibi olup da hatırlanamadığında söylenen bir söz.

dilinin ucuyla

içten, yürekten olmayarak, laf olsun diye.

diliyle sokmak

bir kimseye ağır ve kırıcı sözler söylemek.

diliyle tutulmak (yakalanmak)

suçunu, kendi konuşması ile açığa vurmak.

dillerde dolaşmak (gezmek)

her yerde kendisinden söz edilmek: ‘Hangi hanım, dillerde gezen aşk maceralarından dolayı mevkisinden düşüyor?’ –H. C. Yalçın.

dillere destan olmak

herkes tarafından konuşulur olmak: ‘Dillere destan İstanbul nezaketini o evde gördüm, ağzım açık kaldı.’ –A. Kutlu.

dimdik ayakta durmak

yıkılmamak.

dimdik durmak

1) tam dik durumda olmak: ‘Pencerenin önünde, sırtı odaya dönük olarak dimdik durdu.’ –T. Buğra. 2) mec. tutumunu değiştirmemek, yılmamak: ‘Onun nasıl hiç sarsılmadan dimdik durduğunu gördüm.’ –Y. Z. Ortaç.

dinden imandan çıkmak

kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek.

dinden imandan olmak

dinî inancını yitirmek.

dini bir uğruna

Müslümanlık için: ‘Senin yanına fedai yazılacağım ve dini bir uğruna çalışacağım.’ –R. H. Karay.

dini gibi bilmek

çok iyi bilmek: ‘Ufacık bir düşüncenin en büyük bir dikkati iflas ettirdiğini dini gibi bilirdi.’ –Ö. Seyfettin.

dini imanı para

tek düşüncesi para olan kimseler için kullanılan bir söz.

dinim hakkı için (aşkına)

‘dinimi tanık tutarım’ anlamında kullanılan bir ant sözü: ‘Şevki Bey dedi, dinin aşkına sen Romenlerin gemi yaptıklarını işittin mi?’ –M. Ş. Esendal.

dinine yandığım

argo öfke, kızgınlık vb. duyguları belirtmek için kullanılan bir ilenme sözü.

dipsiz kile, boş ambar

para, mal tutmayanın durumunu veya bir iş için boş yere uğraşıldığını anlatan bir söz: ‘Politika ne nankör bir meslek, ne dipsiz kile, boş ambar imiş.’ –R. H. Karay.

direk gibi

sağlam, iri yapılı.

direksiyon kırmak

aracı istenilen yöne çevirebilmek için direksiyonu o yöne döndürmek.

direksiyon sallamak

argo motorlu taşıt kullanmak.

direksiyona geçmek

1) aracı kullanmak üzere sürücü yerine oturmak; 2) mec. bir işin yönetimini üzerine almak.

direktif almak

talimat almak, emredilmek: ‘Herkes benden emir, direktif almaya mecbur değil!’ –A. Gündüz.

direktif vermek

talimat vermek, emretmek, buyurmak: ‘Projelere, tasavvurlara geçildi, Paşa direktifler veriyordu.’ –T. Buğra.

dirhemle söylemek (konuşmak)

çok az veya yavaş konuşmak: ‘Üstadı, profesörle taban tabana zıt yaradılışlı bir insandı yani dirhemle lakırtı söylüyordu.’ –R. N. Güntekin.

diri kalmak

1) dinç, sağlıklı görünmek; 2) pirinç, bulgur vb. bakliyat gereği kadar pişmemiş olmak: Pirinçler biraz diri kalmış.

dirlik yüzü görmemek

rahata kavuşamamak.

dirsek çevirmek

daha önce iş birliği yaptığı kişiyi uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak: ‘Bugünlerde size dirsek çevirmişler, sebebini biliyor musunuz?’ –E. Işınsu.

dirsek çürütmek

1) okumak için yıllarca çalışmak: ‘Dirsek çürütüp emek verdiği kitapları, can vermeden can bulunamayacağını ona hiç söylememişti.’ –S. Ayverdi. 2) öğrenimde veya meslekte uzun yıllar geçirmek: ‘Bu meslekte senelerce dirsek çürüttüğüne göre kendisini gayet iyi anlayabilirdi.’ –O. Aysu.

diş açmak

madenî boruları birbirine birleştirebilmek amacıyla özel aletle sarmal yiv ve set oluşturmak.

diş çıkarmak

çene kemikleri içinde bulunan diş, diş etini deldikten sonra ağız boşluğuna doğru sivrilmek.

diş geçirmek

zorla veya inatla istediğini yaptırmak: ‘Karşısındakine diş geçirmek inadı gene kabarmıştı.’ –R. N. Güntekin.

diş gıcırdatmak

öfkesini davranışlarıyla göstermek.

diş göstermek

güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini durumuyla belli etmek, tehdit etmek.

dişe dokunmak

işe yarar olmak, önemli olmak, yerinde ve anlamlı olmak: ‘Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen söz işitsem, şöyle tatlı, basit bir nağme duysam yok mu…’ –S. F. Abasıyanık.

dişinden tırnağından artırmak

yiyecek giderlerini kısarak para biriktirmek: ‘Susuz Yaz adlı öykü kitabımı, oyunlarımı hep böyle dişimden tırnağımdan artırarak bastırdım.’ –N. Cumalı.

dişine göre

1) gücünün yeteceği, altından kalkabileceği bir durumda; 2) uygun, kolay.

dişine vurmak

1) ısırmak, dişlemek; 2) mec. değerini anlamak için kontrol etmek: ‘Kelimeyi dişimize vurmuşuz, beğenmişiz, saklamışız. Benimsemişiz.’ –B. R. Eyuboğlu.

dişini sıkmak

darlığa, sıkıntıya dayanmak, katlanmak: ‘Hele biraz dişini sık, hepsi yoluna girer.’ –R. H. Karay.

dişini tırnağına takmak

1) çok büyük güçlüklere, sıkıntılara katlanmak: ‘Türk milleti İstiklal Savaşı’nda varlığını dişini tırnağına takarak göstermişti.’ –A. Erhat. 2) bütün gücünü kullanmak.

dişinin kovuğuna bile gitmemek

yiyecek çok az gelmek.

disipline girmek

disiplinli bir biçimde yaşamaya başlamak: ‘İnsan hoşlandığı işte hamaratlaşıyor, gerekli disipline farkına bile varmadan giriyor.’ –R. Erduran.

diskur geçmek (çekmek)

argo nutuk verir gibi konuşmak: ‘Adayın etnoloji kürsüsüne layık olmadığına dair bir diskur geçer.’ –H. Taner.

dişleri dökülmek

yaşlanmak, ihtiyarlamak.

dişli tırnaklı

saldırıcı olan, sözünü geçiren.

dişten tırnaktan artırmak

dişinden tırnağından artırmak: ‘Sabah akşam nerde, kimin tarlasında iş varsa gittik, dişten tırnaktan artırdık, zorla üç beş kuruş sahibi olduk.’ –N. Cumalı.

divan durmak

el pençe divan durmak: ‘Araba yürürken karşımda divan durur gibi el pençe duruyor.’ –O. C. Kaygılı.

divaneye dönmek

çok üzülmek.

diyalize girmek

diyaliz makinesine bağlanmak.

diyalog kurmak

anlaşma ve uyum sağlayacak yolda karşılıklı konuşmak: ‘Kendisiyle diyalog kuramamaktan yakındığımız insan, bazen en yakın çevremizden olabilir.’ –H. Taner.

diyecek yok

‘eleştirilecek bir yanı yok, söz yok’ anlamında kullanılan bir söz.

diz çökmek

1) dizlerini yere koyarak oturmak: ‘Beni dinleyin deyip hemen önümüze diz çöktü.’ –S. M. Alus. 2) dize gelmek.

dize gelmek

baş eğmek, boyun eğmek.

dize getirmek

kendisine karşı geleni yenerek buyruğuna uyacak duruma getirmek: ‘Beş yüz sene evvel bahadır babalarımızın sizi dize getirerek zapt ettiği yerleri alamayacaksınız.’ –Ö. Seyfettin.

dizgin vurmak

dizgin takmak.

dizgine gelmek

düzelmek, belli bir disipline ve sisteme girmek: ‘Kötülerin pek azı terbiyeye ve dizgine gelebilir.’ –T. Buğra.

dizginleri (dizginlerini) ele almak

yönetimi eline geçirmek: ‘Uykusunun dizginlerini ele almak ve istediği zaman uyanmak.’ –P. Safa.

dizginleri ele vermek

başkasının yönetimini kabullenmek: ‘O koşturmalar yakayı kaptırışın, dizginleri ele verişin açıklamaları gibi geliyordu ona.’ –T. Buğra.

dizginleri gevşetmek

birinin üzerindeki baskıyı azaltmak.

dizginleri koparmak

her türlü bağ ve baskıdan kurtulmak.

dizginleri salıvermek

başıboş bırakmak.

dizi (dizinin) dibinden ayrılmamak

yanından hiç gitmemek, ayrılmamak: ‘Bir nişanlısı var ki hiçbir iş görmez, evden dışarı çıkmaz, kızın dizi dibinden ayrılmaz.’ –M. Ş. Esendal.

dizini (dizlerini) dövmek

pişmanlık duymak: ‘Ne ettik de kaderimizi İngilizlerle Fransızların kaderine bağladık diye dizlerini döven … amatör diplomatlar.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

dizleri kesilmek (tutmamak)

dizlerinde derman, güç kalmamak: ‘Şuracıktan şuracığa yürüyemedim. Dizlerim kesiliverdi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

dizlerine kara su inmek

beklemekten veya yorgunluktan güçsüz kalmak.

dizlerinin bağı çözülmek

korkudan ayakta duramayacak duruma gelmek: ‘Mengene gibi bir el, cerrahın yakasına yapışınca zavallının dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu.’ –İ. O. Anar.

dımdızlak ortada kalmak

elindeki her şeyi, imkânlarını yitirmek: ‘Zehra dımdızlak ortada kalacak.’ –A. İlhan.

dımdızlak ortalıkta bırakmak

her türlü varlıktan, olanaktan mahrum kılmak, yokluğa mecbur etmek: ‘Sanıyorum ki bazıları dünyayı altımızdan çekip bizi dımdızlak ortalıkta bırakmaya çalışıyorlar.’ –A. Boysan.

dırıltı çıkarmak (etmek)

çekişmeye yol açmak: ‘Rica ederim bey, gelir gelmez ayağının tozu ile dırıltı çıkarma.’ –M. Yesari.

dış kapının mandalı

1) uzak akraba; 2) önemsiz, değersiz.

dışa vurmak

belli etmek.

dışarı atmak

1) kovmak; 2) zararlı bir maddeyi terleme, idrar vb. yollarla vücuttan çıkarmak.

dışarı çıkmak

büyük abdest yapmak.

dışarı vurmak

belli etmek, açıklamak.

dışı kalaylı, içi alaylı

‘dışı süslü, güzel görünüşlü ancak içi berbat’ anlamında kullanılan bir söz.

Sayfa 36 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü