Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

dediğim dedik, öttürdüğüm (çaldığım) düdük

bir insanın sözünde direndiğini anlatmak için söylenen bir tekerleme: ‘Adamın dediği dedik, çaldığı düdüktür. Böyle olduğu için de her istediğini yapabilen toy ve şımarık bir çocuğu hatırlatır.’ –H. Taner.

dediğinden (dışarı) çıkmak

sözünü dinlememek: Dediğimden dışarı çıkarsa kendi bilir.

dedikodu çıkarmak

birisi hakkında dedikodu ortaya atmak.

dedikodu sermayesi olmak

konuşma, sohbet konusu durumuna gelmek: ‘Munise’nin süsü günlerce Zeyniler köyüne dedikodu sermayesi olmuş.’ –R. N. Güntekin.

defibela kabîlinden

bir belayı savarcasına.

defter açmak

1) para yardımı veya gönüllü toplamaya girişmek; 2) hesap açmak, banka cüzdanı vermek; 3) mec. bir şeye yeniden başlamak.

defter tutmak

tic. işlem veya hesapları düzenli olarak bir deftere geçirmek: ‘Bir defterler tutardı, bayılırdık.’ –S. F. Abasıyanık.

defteri dürülmek

1) ölmek; 2) öldürülmek; 3) görevine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak.

defteri kapamak (kapatmak)

1) söz konusu işi artık yapmaz olmak; 2) bir şeyle ilgiyi kesmek: ‘Saçmalama, ben o defteri kapatalı bir yılı geçti.’ –A. Kulin.

defterinde olmamak

sahip bulunmamak, tabiatında bulunmamak: ‘Sevmek, inanmak, bağlanmak gibi şeyler defterinde yoktu.’ –T. Buğra.

defterinde yazmamak

kitabında yer almamak.

defterini dürmek

1) öldürmek: ‘Bir gün senin defterini dürerler bir eyyam gelir.’ –Yunus Emre. 2) işine son vermek, işten çıkarmak; 3) başarısını kıskanarak yükselmesine engel olmak.

değer biçmek

bir şeyin değerini belirtmek, bir şeye değer koymak.

değer düşümüne uğramak

değersizleşmek: ‘Artık tanıyamadığımız bu ışıksız kentte üç ay içinde korkunç bir değer düşümüne uğrayan hayatlarımızı düşünmüştük.’ –T. Uyar.

değer vermek

değerli saymak, önem vermek.

değiş etmek

hlk. bir şey verip yerine başka bir şey almak: Buğdayı pirinçle değiş etmek.

değme gitsin

‘anlatılması güç, anlatılamaz’ anlamında kullanılan bir söz.

değnek gibi

çok zayıf ve ince.

dehşet saçmak

ortalığa korku vermek: ‘Oyun, okuyanı hiçbir tarih kitabının etkilemeyeceği kadar kuvvetle Fransız İhtilali’nin amansız, dehşet saçan günleriyle karşı karşıya bırakır.’ –N. Cumalı.

dehşete düşürmek

çok korkutmak, dehşete kapılmasına sebep olmak: ‘Korkunç jestlerle yaptığı kara bulut tasvirleri bizi yeniden dehşete düşürdü.’ –R. N. Güntekin.

dehşete kapılmak (düşmek)

çok korkmak: ‘Ev sahibi dehşete kapılmış gibiydi.’ –T. Buğra.

deke düşmek

hileye, oyuna gelmek: ‘İlkin deke düştüğümün hiç farkına varmadım.’ –M. Ş. Esendal.

dekolte konuşmak

tkz. açık saçık konuşmak.

deli bayrağı açmak

şaka âşık olmak.

deli çıkmak

1) çıldırmak; 2) mec. çok sinirlenmek.

deli dana (danalar) gibi dönmek

ne yapacağını bilemeyerek şaşkınca davranmak.

deli etmek

1) çılgına çevirmek: ‘Muhtarın maksadı bizi meraktan deli etmek.’ –M. İzgü. 2) sinirlendirmek; 3) sağlıklı düşünemeyecek duruma getirmek.

deli gibi

deliye yaraşır davranışta, delicesine: ‘Bizimkinin kıza deli gibi âşık olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyor.’ –A. Ümit.

deli kızın çeyizi gibi

bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan (eşya).

deli olmak işten değil

densiz davranışlar, güç durumlar veya duyulan öfke karşısında düşülen çaresizliği anlatan bir söz.

deli pösteki sayar gibi

çok karışık, çok ayrıntılı, sıkıcı bir işle uğraşma.

deli Raziye gibi

delice davranışlarda bulunan (kız veya kadın).

deli saraylı gibi

acayip biçimde giyinen, takıp takıştıran (kimse): ‘Teğmenin, teyzem dediği, altmışlık, altmış beşlik, suratı hâlâ düzgünlü, kirpikleri hâlâ sürmeli, deli saraylı gibi bir kadıncağızmış.’ –H. Taner.

deliğe tıkmak

argo tutuklamak, hapsetmek: ‘O nasıl yarmıştı benim kafacığımı, şimdi de yakalasınlar kuyruğundan onu da tıksınlar deliğe.’ –O. C. Kaygılı.

delik deşik etmek

1) bir canlının vücudunda bir araçla birçok yara, kesik açmak; 2) bir şeyin her yanında delikler açmak: ‘Üst üste attığı kurşunlarla hedefin içini delik deşik etmeye başlamıştı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

delik deşik olmak

1) bir canlının vücudunda bir araçla birçok yara, kesik oluşmak: ‘… düşman süngüleriyle delik deşik olmaktansa tabancasını şakağına dayayıp tetiği çekmeyi düşünüyordu.’ –N. Cumalı. 2) bir şeyin her yanı delinmek: ‘Adamın kuruyup kalan kanının üstüne delik deşik olan yatakların pamukları saçıldı.’ –L. Tekin.

delik eğirmek

argo hapse girmek, tutuklanmak.

deliliğe vurmak

kendini deli gibi göstermek.

deliliği tutmak

delice davranmak.

delinin eline değnek vermek

kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarını kolaylaştırmak.

deliye dönmek

1) çok sevinmek: ‘Haber aldığı gün âdeta deliye dönmüş.’ –H. F. Ozansoy. 2) çok üzülmek: ‘En bildiği derste bile kopya çeker, çekmezse hasta olur, deliye döner.’ –H. Taner. 3) çok kızmak: ‘Patronun deliye döndüğünden habersizce geldi, elindeki şemsiyeye yapıştı.’ –R. Ilgaz.

dem çekmek

1) kuşlar uzun ve güzel ezgiler çıkarmak: ‘Akasya dallarında bir tek bülbül uzun uzun dem çekiyor.’ –H. Taner. 2) şaka içki içmek.

dem dökmek

kadınlar aybaşında kan yitirmek.

dem tutmak

bir çalgıya başka bir çalgı veya sesle eşlik etmek: ‘Dinî seslere şarkı, çalgı sesleri cevap verir, onlara âdeta dem tutardı.’ –A. Ş. Hisar.

deme gitsin

‘anlatılması güç, anlatılamaz’ anlamında kullanılan bir söz: Öyle sevindim ki deme gitsin.

demeç vermek

yetkili bir kimse bir konuda yayın organlarına açıklama yapmak, beyanat vermek.

demediğini bırakmamak (koymamak)

birisi için kırıcı, ağır, ileri geri konuşmak.

demek istemek

1) bir şeyi anlatmak istemek: ‘Gazete yazarlığını, edebiyatın, sanatın dışında sayanların ne demek istediklerini hiçbir zaman anlamadım.’ –N. Ataç. 2) bir düşünceyi söylemek istemek.

demek olmak

anlamına gelmek: Sene ‘yıl’ demektir, senevi de ‘yıllık’ demek olacak.

demem o (ki)

hlk. ‘benim söylemek istediğim’ anlamında kullanılan bir söz.

demir almak

den. 1) gemi yola çıkmak için çıpasını denizden çekmek, gitmeye hazırlanmak: ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan’ –Y. K. Beyatlı. 2) mec. ölmek, çekip gitmek.

demir atmak

den. 1) gemi çıpasını denize salmak: ‘Açıkta demir atmış kotrayı görüyor musun?’ –F. R. Atay. 2) mec. bir kimse bir yerde uzun süre kalmak.

demir gibi

1) çok sağlam: ‘Ben akide yemedim, gönlümde yumuşaklık yok, midem demir gibi.’ –H. R. Gürpınar. 2) çok güçlü, çok kuvvetli: ‘Demir gibi kolları vardı.’ –S. F. Abasıyanık.

demir taramak

gemi rüzgâr veya akıntı yüzünden çıpasını sürümek.

demir üzerinde

den. demirini almış ve kalkmaya hazır (gemi).

demirbaştan düşmek

demirbaş listesinden çıkarmak, kaydını silmek.

Demokles’in kılıcı

her an gerçekleşebilecek tehlike.

deneme tahtasına çevirmek

bir şey üzerinde bilgisizce tedavi, onarım vb. işler yapmak.

deneyim kazanmak

deneyimli duruma gelmek.

dengeli kılmak

huzura, düzene kavuşturmak: ‘Sevgimde bir azalma olsaydı, bu bir bakıma beni dengeli kılardı.’ –E. Bener.

dengesi bozulmak

1) dik durumdan düşecek duruma gelmek; 2) tanınan ve bilinen ölçülerin dışına çıkmak; 3) tutum ve davranışlarında tutarlılık olmamak; 4) mec. aralarında ilişki bulunan şeyler arasındaki uyum bozulmak.

dengi dengine

uygun olanıyla: ‘Şehrin ortasında bir kurulu düzen var ki dengi dengine işleyip duruyor.’ –N. Meriç.

dengine getirmek

punduna getirmek.

dengiyle karşılamak

kendisine yapılan bir işin karşılığını aynı değerde iş yaparak vermek.

deniz bindirmek

denizde birden fırtına çıkmak.

deniz çıkmak

denizde fırtına olmak.

deniz durmak (düşmek)

denizdeki fırtına geçmek.

denizde kum, onda para

‘parası çok kimse, zengin’ anlamında kullanılan bir söz.

denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapmak

gerçekte bulunmayan bir konu üzerinde varmış gibi savunuculuğunu yapmak, hayalî konularda gereksiz söz söylemek: ‘Denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapıyorlardı.’ –E. E. Talu.

denizden (denizi) geçip çayda boğulmak

bir işte büyük güçlükleri yendikten sonra önemsiz bir sebeple başarısızlığa uğramak.

denizden çıkmış balığa dönmek

sudan çıkmış balığa dönmek.

denize açılmak

kıyıdan çok uzaklaşmak: ‘Denize açıldıktan beş on gün sonra iki ciddi fırtına ile karşılaştım.’ –Halikarnas Balıkçısı.

denize çıkmak

gezi veya av için kıyıdan ayrılmak.

denize dökmek

düşmanı denize kadar sürüp yok etmek.

denk düşmek

1) uygun vakit ve fırsat olmak; 2) rast gelmek.

denk gelmek

1) uygun düşmek, uygun gelmek: ‘Neleri, nasıl yazacağımıza gelince, yaşadığım günden başlayıp, denk geldikçe geriye dönüşlerle.’ –N. Meriç. 2) rast gelmek, rastlamak: ‘Dolunun her biri, denk gelse bir kafa yarardı.’ –T. Buğra.

denk getirmek

uygun zamanını ve durumunu bulmak, rastlatmak: ‘Bizimkinin evde olmadığı bir zamana denk getirirsem çağıracağım, bakalım gelecek mi?’ –Ç. Altan.

denli densiz söz söylemek

uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek.

depara geçmek

koşuya veya yarışa hızla başlamak: ‘Onu kaptırınca kıyıdaki öbür kayalara konmak için depara geçerler.’ –H. Taner.

depara kalkmak

koşu veya yarış içinde hızını birdenbire artırmak.

depo etmek

yığmak, biriktirmek.

der oğlu der

bir şeyin sürekli söylendiğini anlatan bir söz.

derde (derdine) derman olmak

soruna çözüm bulmak, sıkıntıyı geçirmeye çare göstermek: ‘Hurşit Bey seni ağırlar, derdine derman olur.’ –Y. Kemal.

derde (dertlere) düşmek

1) sorunla karşılaşmak; 2) mec. hastalanmak: ‘Mutlaka umarsız dertlere düştüğümü biliyor.’ –M. İzgü.

derde düçar olmak

kötü bir duruma düşmek.

derdest etmek

yakalamak: ‘Bu iddiayla yola çıktılar mı Millî Kongre’yi basarlar, Esat Paşa’yı derdest ederler.’ –A. İlhan.

derdine deva bulmak

sıkıntıyı çözümlemek, atlatmak, çaresizliği yenmek: ‘Ağlamak, dertleşmek, dertlerine deva bulmak ihtiyacı her zamankinden fazla idi.’ –A. Gündüz.

derdine yanmak

kendi durumuna üzülmek.

derdini çekmek

üzüntüsüne katlanmak.

derdini dökmek

derdini, sıkıntılarını ayrıntılı olarak anlatmak, dile getirmek: ‘Efendinin ona ihtiyacı en ziyade kendi derdini dökmek, kalbini boşaltmak içindi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

derdini Marko Paşa’ya anlat

‘yakınmanı dinleyecek kimse yok’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Herif öylesine müzevir ki anlatılmaz efendim, anlatılmaz. İrtica yapıyor diye tutturdu mu anlat derdini Marko Paşa’ya efendim.’ –R. N. Güntekin.

dere tepe düz gitmek

engelleri aşarak gitmek: ‘Gece boyunca kırlarda yürüdü, dere tepe düz gitti ve bir dağın eteğine geldi.’ –İ. O. Anar.

derece almak

başarı göstererek ödül kazanmak.

dereceye girmek

yarışma, sınav vb.nde üst sıralarda yer almak.

dereden tepeden konuşmak

gelişigüzel konuşmak, rastgele konular üzerinde konuşmak: ‘Kahveler içilip dereden tepeden konuştuktan sonra yataklara kavuştuk.’ –O. Kemal.

dereyi görmeden paçaları sıvamak

gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak.

derine inmek

bir konu üzerinde uzun uzadıya durup araştırmak.

derisi kemiklerine yapışmak

çok zayıflamak: ‘Bu efendi, derisi kemiklerine yapışmış, gözleri çukura kaçmış, hastaneye yatırılacak kılığa girmişti.’ –M. Ş. Esendal.

derisine sığmaz

çok kibirli.

derisini yüzmek

1) derisini soymak, sıyırmak; 2) işkence ederek öldürmek; 3) mec. birinin bütün varlığını elinden almak: Tefecilerin eline düşerse derisini yüzerler.

Sayfa 34 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü