dediğim dedik, öttürdüğüm (çaldığım) düdük
bir insanın sözünde direndiğini anlatmak için söylenen bir tekerleme: ‘Adamın dediği dedik, çaldığı düdüktür. Böyle olduğu için de her istediğini yapabilen toy ve şımarık bir çocuğu hatırlatır.’ –H. Taner.
dediğinden (dışarı) çıkmak
sözünü dinlememek: Dediğimden dışarı çıkarsa kendi bilir.
dedikodu çıkarmak
birisi hakkında dedikodu ortaya atmak.
dedikodu sermayesi olmak
konuşma, sohbet konusu durumuna gelmek: ‘Munise’nin süsü günlerce Zeyniler köyüne dedikodu sermayesi olmuş.’ –R. N. Güntekin.
defibela kabîlinden
bir belayı savarcasına.
defter açmak
1) para yardımı veya gönüllü toplamaya girişmek; 2) hesap açmak, banka cüzdanı vermek; 3) mec. bir şeye yeniden başlamak.
defter tutmak
tic. işlem veya hesapları düzenli olarak bir deftere geçirmek: ‘Bir defterler tutardı, bayılırdık.’ –S. F. Abasıyanık.
defteri dürülmek
1) ölmek; 2) öldürülmek; 3) görevine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak.
defteri kapamak (kapatmak)
1) söz konusu işi artık yapmaz olmak; 2) bir şeyle ilgiyi kesmek: ‘Saçmalama, ben o defteri kapatalı bir yılı geçti.’ –A. Kulin.
defterinde olmamak
sahip bulunmamak, tabiatında bulunmamak: ‘Sevmek, inanmak, bağlanmak gibi şeyler defterinde yoktu.’ –T. Buğra.
defterinde yazmamak
kitabında yer almamak.
defterini dürmek
1) öldürmek: ‘Bir gün senin defterini dürerler bir eyyam gelir.’ –Yunus Emre. 2) işine son vermek, işten çıkarmak; 3) başarısını kıskanarak yükselmesine engel olmak.
değer biçmek
bir şeyin değerini belirtmek, bir şeye değer koymak.
değer düşümüne uğramak
değersizleşmek: ‘Artık tanıyamadığımız bu ışıksız kentte üç ay içinde korkunç bir değer düşümüne uğrayan hayatlarımızı düşünmüştük.’ –T. Uyar.
değer vermek
değerli saymak, önem vermek.
değiş etmek
hlk. bir şey verip yerine başka bir şey almak: Buğdayı pirinçle değiş etmek.
değme gitsin
‘anlatılması güç, anlatılamaz’ anlamında kullanılan bir söz.
değnek gibi
çok zayıf ve ince.
dehşet saçmak
ortalığa korku vermek: ‘Oyun, okuyanı hiçbir tarih kitabının etkilemeyeceği kadar kuvvetle Fransız İhtilali’nin amansız, dehşet saçan günleriyle karşı karşıya bırakır.’ –N. Cumalı.
dehşete düşürmek
çok korkutmak, dehşete kapılmasına sebep olmak: ‘Korkunç jestlerle yaptığı kara bulut tasvirleri bizi yeniden dehşete düşürdü.’ –R. N. Güntekin.
dehşete kapılmak (düşmek)
çok korkmak: ‘Ev sahibi dehşete kapılmış gibiydi.’ –T. Buğra.
deke düşmek
hileye, oyuna gelmek: ‘İlkin deke düştüğümün hiç farkına varmadım.’ –M. Ş. Esendal.
dekolte konuşmak
tkz. açık saçık konuşmak.
deli bayrağı açmak
şaka âşık olmak.
deli çıkmak
1) çıldırmak; 2) mec. çok sinirlenmek.
deli dana (danalar) gibi dönmek
ne yapacağını bilemeyerek şaşkınca davranmak.
deli etmek
1) çılgına çevirmek: ‘Muhtarın maksadı bizi meraktan deli etmek.’ –M. İzgü. 2) sinirlendirmek; 3) sağlıklı düşünemeyecek duruma getirmek.
deli gibi
deliye yaraşır davranışta, delicesine: ‘Bizimkinin kıza deli gibi âşık olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyor.’ –A. Ümit.
deli kızın çeyizi gibi
bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan (eşya).
deli olmak işten değil
densiz davranışlar, güç durumlar veya duyulan öfke karşısında düşülen çaresizliği anlatan bir söz.
deli pösteki sayar gibi
çok karışık, çok ayrıntılı, sıkıcı bir işle uğraşma.
deli Raziye gibi
delice davranışlarda bulunan (kız veya kadın).
deli saraylı gibi
acayip biçimde giyinen, takıp takıştıran (kimse): ‘Teğmenin, teyzem dediği, altmışlık, altmış beşlik, suratı hâlâ düzgünlü, kirpikleri hâlâ sürmeli, deli saraylı gibi bir kadıncağızmış.’ –H. Taner.
deliğe tıkmak
argo tutuklamak, hapsetmek: ‘O nasıl yarmıştı benim kafacığımı, şimdi de yakalasınlar kuyruğundan onu da tıksınlar deliğe.’ –O. C. Kaygılı.
delik deşik etmek
1) bir canlının vücudunda bir araçla birçok yara, kesik açmak; 2) bir şeyin her yanında delikler açmak: ‘Üst üste attığı kurşunlarla hedefin içini delik deşik etmeye başlamıştı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
delik deşik olmak
1) bir canlının vücudunda bir araçla birçok yara, kesik oluşmak: ‘… düşman süngüleriyle delik deşik olmaktansa tabancasını şakağına dayayıp tetiği çekmeyi düşünüyordu.’ –N. Cumalı. 2) bir şeyin her yanı delinmek: ‘Adamın kuruyup kalan kanının üstüne delik deşik olan yatakların pamukları saçıldı.’ –L. Tekin.
delik eğirmek
argo hapse girmek, tutuklanmak.
deliliğe vurmak
kendini deli gibi göstermek.
deliliği tutmak
delice davranmak.
delinin eline değnek vermek
kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarını kolaylaştırmak.
deliye dönmek
1) çok sevinmek: ‘Haber aldığı gün âdeta deliye dönmüş.’ –H. F. Ozansoy. 2) çok üzülmek: ‘En bildiği derste bile kopya çeker, çekmezse hasta olur, deliye döner.’ –H. Taner. 3) çok kızmak: ‘Patronun deliye döndüğünden habersizce geldi, elindeki şemsiyeye yapıştı.’ –R. Ilgaz.
dem çekmek
1) kuşlar uzun ve güzel ezgiler çıkarmak: ‘Akasya dallarında bir tek bülbül uzun uzun dem çekiyor.’ –H. Taner. 2) şaka içki içmek.
dem dökmek
kadınlar aybaşında kan yitirmek.
dem tutmak
bir çalgıya başka bir çalgı veya sesle eşlik etmek: ‘Dinî seslere şarkı, çalgı sesleri cevap verir, onlara âdeta dem tutardı.’ –A. Ş. Hisar.
deme gitsin
‘anlatılması güç, anlatılamaz’ anlamında kullanılan bir söz: Öyle sevindim ki deme gitsin.
demeç vermek
yetkili bir kimse bir konuda yayın organlarına açıklama yapmak, beyanat vermek.
demediğini bırakmamak (koymamak)
birisi için kırıcı, ağır, ileri geri konuşmak.
demek istemek
1) bir şeyi anlatmak istemek: ‘Gazete yazarlığını, edebiyatın, sanatın dışında sayanların ne demek istediklerini hiçbir zaman anlamadım.’ –N. Ataç. 2) bir düşünceyi söylemek istemek.
demek olmak
anlamına gelmek: Sene ‘yıl’ demektir, senevi de ‘yıllık’ demek olacak.
demem o (ki)
hlk. ‘benim söylemek istediğim’ anlamında kullanılan bir söz.
demir almak
den. 1) gemi yola çıkmak için çıpasını denizden çekmek, gitmeye hazırlanmak: ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan’ –Y. K. Beyatlı. 2) mec. ölmek, çekip gitmek.
demir atmak
den. 1) gemi çıpasını denize salmak: ‘Açıkta demir atmış kotrayı görüyor musun?’ –F. R. Atay. 2) mec. bir kimse bir yerde uzun süre kalmak.
demir gibi
1) çok sağlam: ‘Ben akide yemedim, gönlümde yumuşaklık yok, midem demir gibi.’ –H. R. Gürpınar. 2) çok güçlü, çok kuvvetli: ‘Demir gibi kolları vardı.’ –S. F. Abasıyanık.
demir taramak
gemi rüzgâr veya akıntı yüzünden çıpasını sürümek.
demir üzerinde
den. demirini almış ve kalkmaya hazır (gemi).
demirbaştan düşmek
demirbaş listesinden çıkarmak, kaydını silmek.
Demokles’in kılıcı
her an gerçekleşebilecek tehlike.
deneme tahtasına çevirmek
bir şey üzerinde bilgisizce tedavi, onarım vb. işler yapmak.
deneyim kazanmak
deneyimli duruma gelmek.
dengeli kılmak
huzura, düzene kavuşturmak: ‘Sevgimde bir azalma olsaydı, bu bir bakıma beni dengeli kılardı.’ –E. Bener.
dengesi bozulmak
1) dik durumdan düşecek duruma gelmek; 2) tanınan ve bilinen ölçülerin dışına çıkmak; 3) tutum ve davranışlarında tutarlılık olmamak; 4) mec. aralarında ilişki bulunan şeyler arasındaki uyum bozulmak.
dengi dengine
uygun olanıyla: ‘Şehrin ortasında bir kurulu düzen var ki dengi dengine işleyip duruyor.’ –N. Meriç.
dengine getirmek
punduna getirmek.
dengiyle karşılamak
kendisine yapılan bir işin karşılığını aynı değerde iş yaparak vermek.
deniz bindirmek
denizde birden fırtına çıkmak.
deniz çıkmak
denizde fırtına olmak.
deniz durmak (düşmek)
denizdeki fırtına geçmek.
denizde kum, onda para
‘parası çok kimse, zengin’ anlamında kullanılan bir söz.
denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapmak
gerçekte bulunmayan bir konu üzerinde varmış gibi savunuculuğunu yapmak, hayalî konularda gereksiz söz söylemek: ‘Denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapıyorlardı.’ –E. E. Talu.
denizden (denizi) geçip çayda boğulmak
bir işte büyük güçlükleri yendikten sonra önemsiz bir sebeple başarısızlığa uğramak.
denizden çıkmış balığa dönmek
sudan çıkmış balığa dönmek.
denize açılmak
kıyıdan çok uzaklaşmak: ‘Denize açıldıktan beş on gün sonra iki ciddi fırtına ile karşılaştım.’ –Halikarnas Balıkçısı.
denize çıkmak
gezi veya av için kıyıdan ayrılmak.
denize dökmek
düşmanı denize kadar sürüp yok etmek.
denk düşmek
1) uygun vakit ve fırsat olmak; 2) rast gelmek.
denk gelmek
1) uygun düşmek, uygun gelmek: ‘Neleri, nasıl yazacağımıza gelince, yaşadığım günden başlayıp, denk geldikçe geriye dönüşlerle.’ –N. Meriç. 2) rast gelmek, rastlamak: ‘Dolunun her biri, denk gelse bir kafa yarardı.’ –T. Buğra.
denk getirmek
uygun zamanını ve durumunu bulmak, rastlatmak: ‘Bizimkinin evde olmadığı bir zamana denk getirirsem çağıracağım, bakalım gelecek mi?’ –Ç. Altan.
denli densiz söz söylemek
uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek.
depara geçmek
koşuya veya yarışa hızla başlamak: ‘Onu kaptırınca kıyıdaki öbür kayalara konmak için depara geçerler.’ –H. Taner.
depara kalkmak
koşu veya yarış içinde hızını birdenbire artırmak.
depo etmek
yığmak, biriktirmek.
der oğlu der
bir şeyin sürekli söylendiğini anlatan bir söz.
derde (derdine) derman olmak
soruna çözüm bulmak, sıkıntıyı geçirmeye çare göstermek: ‘Hurşit Bey seni ağırlar, derdine derman olur.’ –Y. Kemal.
derde (dertlere) düşmek
1) sorunla karşılaşmak; 2) mec. hastalanmak: ‘Mutlaka umarsız dertlere düştüğümü biliyor.’ –M. İzgü.
derde düçar olmak
kötü bir duruma düşmek.
derdest etmek
yakalamak: ‘Bu iddiayla yola çıktılar mı Millî Kongre’yi basarlar, Esat Paşa’yı derdest ederler.’ –A. İlhan.
derdine deva bulmak
sıkıntıyı çözümlemek, atlatmak, çaresizliği yenmek: ‘Ağlamak, dertleşmek, dertlerine deva bulmak ihtiyacı her zamankinden fazla idi.’ –A. Gündüz.
derdine yanmak
kendi durumuna üzülmek.
derdini çekmek
üzüntüsüne katlanmak.
derdini dökmek
derdini, sıkıntılarını ayrıntılı olarak anlatmak, dile getirmek: ‘Efendinin ona ihtiyacı en ziyade kendi derdini dökmek, kalbini boşaltmak içindi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
derdini Marko Paşa’ya anlat
‘yakınmanı dinleyecek kimse yok’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Herif öylesine müzevir ki anlatılmaz efendim, anlatılmaz. İrtica yapıyor diye tutturdu mu anlat derdini Marko Paşa’ya efendim.’ –R. N. Güntekin.
dere tepe düz gitmek
engelleri aşarak gitmek: ‘Gece boyunca kırlarda yürüdü, dere tepe düz gitti ve bir dağın eteğine geldi.’ –İ. O. Anar.
derece almak
başarı göstererek ödül kazanmak.
dereceye girmek
yarışma, sınav vb.nde üst sıralarda yer almak.
dereden tepeden konuşmak
gelişigüzel konuşmak, rastgele konular üzerinde konuşmak: ‘Kahveler içilip dereden tepeden konuştuktan sonra yataklara kavuştuk.’ –O. Kemal.
dereyi görmeden paçaları sıvamak
gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak.
derine inmek
bir konu üzerinde uzun uzadıya durup araştırmak.
derisi kemiklerine yapışmak
çok zayıflamak: ‘Bu efendi, derisi kemiklerine yapışmış, gözleri çukura kaçmış, hastaneye yatırılacak kılığa girmişti.’ –M. Ş. Esendal.
derisine sığmaz
çok kibirli.
derisini yüzmek
1) derisini soymak, sıyırmak; 2) işkence ederek öldürmek; 3) mec. birinin bütün varlığını elinden almak: Tefecilerin eline düşerse derisini yüzerler.
