Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

çivi gibi

1) çok sağlam ve çevik (kimse); 2) çok soğuk: ‘Suyu çivi gibi tutan toprak testiyi çarpıp kırmıştı bir seferinde.’ –T. Dursun K.

çivi kesmek

tkz. çok üşümek: ‘Ayağının çivi kestiğini ancak o zaman fark etti.’ –H. Taner.

çivi kırmak

ayakkabıların içinden çıkan çivi uçlarını bir aletle kesip raspa ile eğeleyerek köselenin içine gömmek.

çivi sokmak (sürmek)

bir işin olmasında engel, güçlük çıkarmak: ‘Bakanlıktan biri bir çivi sürer diye korkuyor.’ –M. Ş. Esendal.

çizgi çekmek

1) bir noktayı hat biçiminde çeşitli yönde uzatmak: ‘Yerlerinden kalkıp duvara bir çizgi çekmişler.’ –N. F. Kısakürek. 2) mec. bitirmek, sona erdirmek: ‘Tüm Müslümanlar aralarındaki kızgınlıklara, kinlere, o gün bir çizgi çekeceklerdi.’ –H. Taner.

çizgisinden sapmamak

görüşlerinden vazgeçmemek, kararlı davranmak.

çizmeden yukarı çıkmak

bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: ‘Daha çoğunu istemeye kalkarsa iş değişir o zaman; buna çizmeden yukarı çıkmak denir, herkes haddini bilmeli.’ –M. C. Anday.

çizmeleri çekmek

bir işe girişmek: ‘Yaptığım işe hâlâ şaşmaktan ve inanamamaktan vazgeçemediğim hâlde çizmeleri çekmiştim.’ –R. N. Güntekin.

çizmeyi aşmak

bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: ‘Politika üstüne fikir yürütmek, çizmeyi aşmaktı.’ –E. Atasü.

çıbanın başını koparmak

ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.

cıcığı çıkmak

1) çok yorulmak; 2) hırpalanmak.

cıcığını çıkartmak

cıcığı çıkmak.

çığ gibi büyümek

bir olay birdenbire ve etkileyici bir biçimde büyümek.

çığır açmak

bir alanda yeni bir yol, yöntem başlatmak: ‘Hepsi birden Atatürk’ün açmakta olduğu bir çığırda çalışıyorlardı.’ –A. Erhat.

çığlık atmak (koparmak, basmak)

kulak tırmalayıcı korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak: ‘Deve acı bir çığlık atarak yere yığıldı.’ –N. F. Kısakürek. ‘Bir gün işte bu çalgı çalınırken küçük kız olanca kuvveti ile tepinmeye, çığlık basmaya başlamıştır.’ –H. E. Adıvar.

çıkar gözetmek

çıkarına bakmak.

çıkarına bakmak

yalnızca kendini ve kendi durumunu gözeterek çıkar sağlamak.

çıkarını tepmek

1) kendisine yarar sağlayacak bir şeyi veya bir durumu istememek; 2) kendisine yarar sağlayacak bir şeyden veya durumdan yararlanmamak.

çıkıntılık etmek

1) itiraz etmek; 2) yolunda giden işi bozmak.

çıkış almak

1) işten ayrılmak; 2) çıkış belgesi almak.

çıkış vermek

belge düzenleyip işine son vermek.

çıkış yapmak

1) bir tartışmada, karşı düşüncede olanları alt etmek için sert davranışta bulunmak; 2) ask. uçak herhangi bir görevle havalanmak.

çıkmaz ayın son çarşambası

şaka işin hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir söz.

çıkmaza girmek

bir iş çözümlenemeyecek, içinden çıkılmayacak bir duruma düşmek: ‘Kıbrıs sorunu, şu ya da bu siyasal oyunla, yeniden çıkmaza girecektir.’ –T. Halman.

çıkmaza sokmak

bir işi, bir durumu çözümlenemez, güç bir duruma getirmek: ‘Bu çelişki, kıyafetinin seçimi konusunda onu çıkmaza sokuyordu.’ –N. Bezmen.

çıkmazda olmak

çözüm bulamamak, çözümsüz durumda olmak: ‘Şu sıralar tam bir çıkmazdayım anlayacağın.’ –İ. Aral.

çılgına dönmek

1) sevinç, öfke, kızgınlık vb. duygular sonucu aşırı ölçüde heyecanlanmak; 2) kendine hâkim olamamak.

cılk çıkmak

kusurlu, boş veya bozuk çıkmak.

cılk etmek

bozmak, çürütmek.

cılkı çıkmak

bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak.

çın çın inletmek

gür ve keskin ses çıkarmak.

çın çın ötmek

sürekli olarak keskin ses çıkarmak: ‘Rüzgâr vurdukça çın çın öten tabakların sesini dinleye dinleye uykuya geçtiler.’ –L. Tekin.

çın tutmak

doğru olduğunu söylemek, doğrulamak.

çıngar çıkarmak (koparmak)

gürültü, kavga çıkarmak.

çıngar kopmak (çıkmak)

gürültü, kavga çıkmak: ‘Bu son rolü, ihtiyaten, büyük çıngarın kopacağı güne sakladı.’ –N. Araz.

çıngırağı çekmek

argo ölmek.

çırak almak

yanında çırak çalıştırmak.

çırak çıkarmak

1) bir kimseyi beklediğinden az bir kazançla ortaklıktan uzaklaştırmak; 2) esk. cariye veya odalıkların saray, konak, köşk vb. büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra evlenmelerine veya o yerlerden ayrılmalarına izin vermek.

çırak vermek

çırak olarak çalışması için bir iş yerine göndermek: ‘Bu çocuğu sekiz yaşındayken, araba boyacısına çırak vermişler.’ –S. F. Abasıyanık.

çırpı gibi

çok ince, çok zayıf (kol ve bacak).

çırpı vurmak

boyaya batırılmış ipin gerilip çabucak çırpılmasıyla yüzeylere çizgi çekmek.

çırpıya getirmek

bir sıra veya çizgi üzerine getirmek.

çıt (çıtını) çıkarmamak

1) ses çıkarmamak: ‘İşte bak, hücre kapısını çıt çıkarmadan araladı, yine bir şey diyecek.’ –A. İlhan. 2) hiç konuşmamak.

çıt çıkmamak

en hafif bir ses bile çıkmamak: ‘Bir müddet hiçbirisi kımıldamadı ve çıt çıkmadı, sonra bir hıçkırık duyuldu.’ –P. Safa.

çıtayı yükseltmek

hedefi yüksek belirlemek.

çıtı çıkmamak

hiç konuşmamak.

cıva gibi

yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli.

çıyan gibi

hain bakışlı (kimse).

cız etmek

1) ‘cız’ diye ses çıkarmak; 2) acı duymak.

cızlamı çekmek (cızlam etmek)

1) kaçmak, savuşup gitmek; 2) argo ölmek: ‘Adam bir hafta içinde cızlamı çekerse hiç günahım yokken adım kötüye çıkar.’ –T. Yücel.

çoban kulübesinde padişah rüyası görmek

içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak.

çocuk (çocuğunu) düşürmek

gebe kadın çocuğunu vaktinden önce ve ölü olarak doğurmak, düşük yapmak: ‘Beklenmedik acı olaydan ötürü Ayşe de çocuğunu düşürdü, ağır hastalandı.’ –Halikarnas Balıkçısı.

çocuk aldırmak

tıp kadın karnındaki bebeği hekime ameliyatla aldırmak.

çocuk dünyaya getirmek

çocuk doğurmak.

çocuk gibi

1) yetenekleri gelişmemiş, çocuk kalmış: Çocuk gibi adam. 2) kolay kanar, kolay inanır: Sen de çocuk gibisin, o adamın sözüne inanılır mı?

çocuk gibi sevinmek

çok sevinmek: ‘Güzel sözler duyduğunda çocuk gibi sevinir.’ –A. Kabaklı.

çocuk kalmak

büyümüş olmasına rağmen çocukça düşünceler taşıyıp çocuk gibi davranmak: ‘Araya araya bu oyunu mu buldun? Ayol sen sahiden çocuk kalmışsın.’ –R. H. Karay.

çocuk mu avutuyorsun (kandırıyorsun)

söylenenlere inanmadığını belirtmek bir için kullanılan bir söz.

çocuk olmak

çocuklaşmak.

çocuk oyuncağı hâline getirmek

yeteneksiz kimselerin karışmasıyla bir işi değerinden düşürmek.

çocukla çocuk, büyükle büyük olmak

içinde bulunulan yere veya çevredeki insanlara uymak.

çocukluğu tutmak

çocuksu davranışlarda bulunmak.

çocukluk etmek

1) çocukça davranışlarda bulunmak; 2) gereği gibi düşünmeden deneyimsizce davranmak: ‘Çocukluk etme, Halis, âlemin kulağına gider. Sonra büyük dedikodu olur.’ –H. R. Gürpınar.

çok baharın otunu yemek

hayatı dolu dolu yaşamış olmak.

çok şey!

şaşma anlatan bir söz.

çokbilmişlik taslamak

kendini çokbilmiş gibi göstermek: ‘Zekâ gösterisine yeltenmemiş, çokbilmişlik taslamamıştı.’ –K. Tahir.

çöle dönmek

harap olmak, bozulmak.

çoluk çocuğa karışmak

evlenip çocukları dünyaya gelmek: ‘İsa Bey, burada zengin bir eşraf kızıyla evlenerek çoluk çocuğa karıştığı için 24 Meşrutiyeti’nde İstanbul’a dönmemiştir.’ –R. N. Güntekin.

çoluk çocuk elinde kalmak

deneyimsiz, çok genç kişilerin eline geçmek.

çomak sokmak (koymak)

bir işi aksatan, engelleyen davranışta bulunmak.

çömlek patlatmak

çocuk oyunlarında ebeyi yanıltmak.

çöp gibi

çok ince, zayıf.

çöpe dönmek

çok zayıflamak.

çöpe gitmek

yapılan iş boşa gitmek.

çorap kaçmak

çorabın bir teli kopup örgüsü uzunlamasına açılmak.

çorap söküğü gibi gitmek (gelmek)

başlayan bir iş veya birbirine bağlı birçok iş arka arkaya ve kolayca sürüp gitmek.

çorba gibi

1) pek sulu (yemek); 2) karmakarışık.

çorba içmeye çağırmak

yemek yemeye çağırmak.

çorbada tuzu (maydanozu) bulunmak

bir iş veya görevde az da olsa emeği geçmiş olmak.

çorbaya sinek düşmek

işin tadı kaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadığı anlaşılmak: ‘Bu canım yolların, bu sevimli yapıların harcına dünyamızdan nasibini almamış yüz binlerce insanın alın teri karıştığı akla gelince çorbaya sinek düşüyor.’ –B. R. Eyuboğlu.

çörten gibi

oluk gibi, çok gür bir biçimde.

çözümsüz kalmak

çözümü olmamak, çözüm bulunamamak: ‘Yalın bir söyleyişin altında hemen hep çözümsüz kalan birtakım belirtkeler göze çarpıyor.’ –S. İleri.

cübbe gibi

çok geniş ve uzun (giysi).

çubuğunu tüttürmek

üzüntüsüz, kaygısız yaşamak.

cukkayı yutmak

oyunda ütülmek.

çukura düşmek

kötü ve uygunsuz bir duruma girmek: ‘Kendi ayağınız ve büyük aklınızla gidip düştüğünüz çukurdan bize ne?’ –A. Gündüz.

çulu düzmek (düzeltmek)

1) giyimi kuşamı yenilemek: ‘Muharrem, çulu epey düzmüş vaziyetteydi.’ –S. F. Abasıyanık. 2) maddi durumu iyileşmek: ‘Aranızdan ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile. Çulu derhâl düzelttim.’ –R. N. Güntekin.

cumartesi kibarı gibi süslenmek

özentili fakat zevksiz süslenmek.

cumburlopu çekmek

pat diye düşmek.

cümbüş yapmak

toplu olarak eğlenmek: ‘Bir ziyafette cümbüş yapanları teker teker tokatlamış.’ –A. Kabaklı.

çürüğe çıkarmak

bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayı kullanmamak.

çürük (çürüğe) çıkmak

1) birinin sağlam olmadığı anlaşılmak; 2) ask. sağlık durumunun elverişsiz olması yüzünden askerlik ödevinden bağışlanmak.

çürük tahtaya basmak

tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir işe girişmek.

çuval gibi

1) kaba ve seyrek (kumaş); 2) bol ve ütüsüz (giysi).

çuvalla para kazanmak

aşırı kazanç sağlamak.

dadılık etmek

1) çocuk bakıcılığı ile uğraşmak: ‘Elli yaşlarında bir adam, konaklarda dadılık eden bir kadının erkeğidir.’ –M. Ş. Esendal. 2) mec. üzerine sorumluluk almak, göz kulak olmak, sahip çıkmak, sahiplenmek.

dağ (dağlar) gibi (kadar)

1) çok büyük, çok iri, çok güçlü: ‘Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden / Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin’ –F. N. Çamlıbel. 2) pek çok: ‘Önüne bırakılmış dosyalar dağ gibiydi.’ –A. Kulin.

dağ (dağları) devirmek

çok zor işleri başarmak.

dağa çıkmak

1) eşkıyalık etmek; 2) hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek.

dağa kaldırmak

birini, herhangi bir amaçla, zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada tutmak: ‘Yalnız Efe’den kimsenin şikâyeti yokmuş. Ne kimseyi dağa kaldırırmış ne de fidye istermiş.’ –Ö. Seyfettin.

Sayfa 32 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü