cennet gibi
güzel, bakımlı (yer): ‘Bu cennet gibi yerler gözümde zindan kesiliyor.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
cennete çevirmek
temiz, bakımlı, güzel bir yer durumuna getirmek.
cennete dönmek
güzel, rahat yaşanılır, bakımlı bir yer durumuna gelmek.
cep harçlığını çıkarmak
günlük masrafını karşılayacak kadar kazanç sahibi olmak: ‘Tuttuğu odayı, ayda üç bin Frankla başkasına veriyor; arada hiç olmazsa cep harçlığını çıkarıyordu.’ –A. İlhan.
cep yakmak
çok pahalı olmak.
cephe açmak
savaş olmayan bir bölgede, savaşa hazırlanmak ve başlamak: ‘Avusturyalılara karşı Makedonya’da cephe açarak Selanik’e otuz bin asker çıkardılar.’ –N. Cumalı.
cepheden cepheye koşmak
durmadan değişik cephelerde savaşmak, yılmak bilmemek.
cepten harcamak
bir başkasının söylemediği bir sözü söylemiş gibi aktarmak.
cepten vermek
kendi kesesinden, kendi malından ödemek: ‘Kâğıt parasını oyuna başlamadan peşinen cepten vereceğiz.’ –K. Tahir.
ceremesini çekmek
başkasının yol açtığı zararı ödemek.
cereyan çarpmak
elektrik akımına tutulup etkisinde kalmak.
cereyana kapılmak
1) elektrik akımıyla çarpılmak; 2) suyun akışı içinde kalıp sürüklenmek; 3) bir eğilim, bir görüş hareketi içinde yer almak.
cereyanda kalmak
1) kapalı bir yerde, karşılıklı açık pencere veya kapı arasında meydana gelen hava akıntısında kalmak; 2) buna bağlı olarak üşütmek.
cerre çıkmak
medreselerde okuyan softalar para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık veya müezzinlik yapmak: ‘Padişahlardan birinin torunu çıkageldi, yarı ümmi bir adamla cerre çıkmıştı.’ –R. H. Karay.
cesaret göstermek
yürekli davranmak.
cesarete gelmek
yılgınlığı gitmek, yüreklenmek.
cesaretini toplamak
kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atılganlığını bir araya getirmek: ‘Bir gün bütün cesaretini toplayıp beyefendiye gider.’ –F. R. Atay.
çeşni tutmak
ekmekçilikte una karıştırılacak suyun oranını belirtmek.
çetele çekmek (tutmak)
hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çizmek.
çeteleye dönmek
insanın yüzünde veya başka bir tarafında birçok kesik ve sıyrık oluşmak.
cevabı dikmek (dayamak veya yapıştırmak)
hlk. kesin, ters ve karşısındakinin beklemediği bir karşılık vermek: ‘Usta hemen cevabı yapıştırmıştı.’ –N. Hikmet.
cevahir yumurtlamak
tkz. cevher yumurtlamak.
cevapsız bırakmak
karşılığında herhangi bir cevap vermemek, bir tepki göstermemek: ‘O yüzden, seni ödüllendirmek için sorunu cevapsız bırakmayacağım.’ –İ. O. Anar.
cevapsız kalmak
cevap alınamamak: ‘Suallerim cevapsız kaldı.’ –N. F. Kısakürek.
cevher yumurtlamak
tkz. değerli sözler söylediğini sanarak saçmalamak: ‘Sofrada biraz fazla kaçırdığı şarabın ateşiyle daha saatlerce cevherler yumurtlayacaktı.’ –Ö. Seyfettin.
çevir kazı yanmasın
alay karşısındakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkışanlara söylenen bir söz.
ceviz kırmak
yanlış tutum veya davranışta bulunmak, hata yapmak: ‘Onun kırdığı cevizler artık haddini aştı.’ –O. C. Kaygılı.
çeyiz düzmek
çeyiz hazırlamak: ‘Kazandığını bir yana atar, kendine çeyiz düzer.’ –M. Yesari.
ceylan gibi
yapısı ince ve uyumlu.
ceza almak
cezalandırılmak.
ceza çekmek
1) hapiste yatmak: Hırsızlıktan üç ay ceza çekti. 2) manevi bakımdan işlenen suçun ağırlığını çekip sıkıntı ve üzüntü içinde kalmak.
ceza görmek
kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak.
ceza vermek
1) cezalandırmak; 2) para cezası ödemek.
ceza yemek
cezalandırılmak.
cezasını bulmak
hak ettiği kötü sona uğramak: ‘Hasretten lime lime olmuş zavallı kalbinle oynayanlar cezalarını buldular.’ –H. E. Adıvar.
cezasını çekmek
1) yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak: ‘Bu haylazlığının cezasını çeker.’ –P. Safa. 2) hükmedilen cezayı bitirmek.
cezaya çarptırmak
cezalandırmak: ‘Seni yalana tövbe ettirecek bir cezaya çarptırmalıyım.’ –R. H. Karay.
cezbeye tutulmak (kapılmak)
bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırı ölçüde coşup kendinden geçmek: ‘Cezbeye tutulmuş gibi haykırdım, Türkçe haykırdım.’ –A. Gündüz.
cezve sürmek
kahveyi pişirmek için cezveyi ateşe koymak.
çiçeğe kesmek
çiçek açmak: ‘Ovalar, dağlar tepeden tırnağa çiçeğe kesmiş, bütün dünya çiçek kokuyordu.’ –Y. Kemal.
çiçeği burnunda, çamuru karnında
çok taze (sebze veya meyve).
çiçek açmak (vermek)
1) çiçeklenmek: ‘Hiç kurumuş ağaç yeşerir, çiçek açar mı?’ –Ö. Seyfettin. 2) mec. yeniden ortaya çıkmak, görüntü vermek: ‘Her biri bir mazinin çiçek açmasıdır.’ –A. Ş. Hisar.
çiçek çıkarmak
çiçek hastalığına tutulmak: ‘Küçükken çıkardığı çiçek, sabanla tarla sürer gibi çehresinin altını üstüne getirmiş.’ –R. N. Güntekin.
çiçek gibi
temiz, bakımlı, güzel: ‘Sen yirmi beşine bile gelmemiş çiçek gibi bir taze duldun.’ –R. N. Güntekin.
çiçek olmak
yaşına, durumuna uymayan aşırı davranışlarda bulunmak.
ciddiye almak
inanmak, gerçek sanmak, önem vermek: ‘Halkımız sanatçıyı baştan beri pek ciddiye almaz, ona bir delişmen gözüyle bakar.’ –T. Uyar.
çift görmek
sarhoş olmak.
çift koşmak
hayvanları sabana, pulluğa koşmak.
çift sürmek
saban, pulluk kullanarak toprağı ekilebilir duruma getirmek.
çifte atmak
1) at, eşek arka ayakları ile vurmak; 2) iki namlulu av tüfeğini patlatmak.
çifte çubuğa gitmek
ekim ve biçim işleriyle uğraşmak: ‘Yatağa düşersen hayvanlara kim bakar nine, çifte çubuğa kim gider?’ –T. Oflazoğlu.
çifte koşmak
çift koşmak: ‘Harmanı biz dövelim, öküzleri biz çifte koşalım, tarlayı biz sürelim, siz yukarıda aşık atın.’ –S. F. Abasıyanık.
çifte vurmak
çiftelemek.
çifte yemek
hayvanın çiftesine maruz kalmak.
çifti bozmak
çiftçilik yapmaktan vazgeçmek.
çiğ düşmek
hoş karşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak: ‘Onların da belki merhume ve öksüzler hakkında söylenilecek bir fikirleri olurdu. Fakat şimdilik ne deseler çiğ düşecekti.’ –R. N. Güntekin.
çiğ kaçmak
yersiz, yakışıksız olmak: Onun o sözü pek çiğ kaçtı.
çiğ süt emmiş
iyiliğini gördüğü insana kötülük yapan kişiler için kullanılan bir söz.
çiğden vermek
ask. yiyecek karşılığını para olarak ödemek.
ciğer kebap olmak
büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak.
ciğeri beş (on) para etmemek
değersiz, aşağılık bir kimse olmak: ‘Önüme hiç kimse duramaz bunun için, ciğeri on para etmez adam onlar.’ –K. Korcan.
ciğeri parçalanmak
yüreği parçalanmak.
ciğeri sızlamak
yüreği sızlamak.
ciğeri yanmak
çok acı ve sıkıntı çekmek, büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak.
ciğerimin köşesi
1) çok sevdiğim: ‘Oturmuş kumar oynar / Ah ciğerimin köşesi’ –Halk türküsü. 2) çok sevgili evladım.
ciğerine oturmak
masraf çok ağır gelmek.
ciğerini (delip) delmek (geçmek)
acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek.
ciğerleri bayram etmek
1) her zamankinden daha iyi cins sigara içmek; 2) temiz havaya çıkmak.
çiğlik etmek
ters veya yersiz bir davranışta bulunmak: ‘Etrafını saranla, çiğlik ettin, adam sana vereceğini vermiş, daha ne versin, dediler.’ –N. Cumalı.
cihana gelmek
1) doğmak; 2) mec. meydana gelmek, ortaya çıkmak.
cihanı tutmak
her tarafa yayılmak, dünyayı tutmak.
cihat açmak
savaş için çağrı yapmak.
çil yavrusu gibi dağılmak
toplu olarak bulunan insanların her biri bir yana dağılmak: ‘Çocuklar çil yavrusu gibi dağıldılar, biz de baştaki boş çadıra gittik.’ –O. C. Kaygılı.
cila çekmek
içilen içkinin etkisini azaltmak veya artırmak amacıyla bir şey içmek.
çile çekmek
büyük sıkıntı ve üzüntü içinde yaşamak: ‘Âşıkın olmaz mı çile çekmesi / Çilenin olmaz mı boyun bükmesi’ –Seyrani.
çile çıkarmak (doldurmak)
sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek: ‘Yirmi beş senedir Beykoz’daki o tekke gibi evde çile dolduruyorum.’ –R. N. Güntekin.
çileden çıkmak
1) olup bitenler karşısında sabrı ve dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek: ‘Ben ötede beride tanıdığım yaşlı başlı Fransızlarla böyle konuştukça kardeşim çileden çıkıyordu.’ –B. R. Eyuboğlu. 2) çile süresini bitirmek.
çilesi dolmak
1) esk. derviş ve tarikat ehli, sadece dua ve ibadetle geçirmeleri gereken süreyi tamamlayarak çileden çıkmak; 2) üzücü ve sıkıntılı bir durumdan kurtulmak.
çileye girmek
dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıkları zorlu ve perhizli döneme girmek.
cim karnında bir nokta
1) hiçbir bilgisi olmayan, cahil; 2) acemi, toy.
çimdik atmak (basmak)
çimdiklemek: ‘Kadınlar halay çeken işçi kadınları göstere göstere gülüşüp birbirlerine çimdik attı.’ –L. Tekin.
cin çarpmak
bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle inme inmek.
cin çarpmışa dönmek
neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek.
cin damarına basmak
kişiyi çok sinirlendirecek söz söylemek, çileden çıkarmak: ‘İnadıma iş yapmasın, dokunmayım hatırına. Cin damarıma niye basıyor?’ –O. Kemal.
cin gibi
anlayışlı ve zeki: ‘Bir kedi kadar çevik, açıkgöz olan İzmirli Nusret, lisenin onuna kadar okumuş, cin gibi bir delikanlıydı.’ –O. Kemal.
cin ifrit olmak (kesilmek)
son derece kızmak, öfkelenmek: ‘O mirasın ağırlığı altında ezilip susacaklarına, bir de ülkemizde insan haklarının avukatı kesilmiyorlar mı cin ifrit oluyorum.’ –A. İlhan.
cin olmadan şeytan (adam) çarpmak
gücünün üstündeki işleri başarmaya kalkışmak.
cini tutmak
çok sinirlenmek.
cinine gitmek
nefret etmek, tiksinmek: ‘Karaya uğramak, her denizci gibi cinine gidiyordu.’ –Halikarnas Balıkçısı.
cinleri (cin) tepesine çıkmak (binmek)
çok kızmak: ‘Gidip oyunu seyretmiş. Seyretmiş ama, bütün cinleri de tepesine çıkmış, ağızlarının payını vermiş.’ –N. Meriç. ‘Biraz fazlaca gülsen, bir parça kısa giysen cin tepesine biniyor.’ –O. Kemal.
cinleri ayağa kalkmak
sinirlenmek.
cinleri başına toplanmak (üşüşmek)
öfkelenmek.
cinnet geçirmek
delirmek, aklını kaçırmak.
cinnet getirmek
bir an için delilik belirtisi göstermek: ‘Ayol, duydunuz mu? Fahim Bey cinnet getirmiş.’ –A. Ş. Hisar.
çiriş gibi
yapışkan ve acı.
cirit oynamak
1) cirit oyununu oynamak: ‘Bu dallardan kendimize atlar yapar, cirit oynar, yarışa çıkardık.’ –Ö. Seyfettin. 2) istediği biçimde, keyfince davranmak.
çirkefe taş atmak (çirkefi üzerine sıçratmak)
edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranışta bulunmak: ‘Çirkefe taş atma, hikmetini mırıldanarak kaçar gibi uzaklaştı.’ –Ö. Seyfettin.
çirkin kaçmak
hoş olmayan bir durum olmak.
çişi gelmek
işeyeceği gelmek.
çitlembik gibi
ufak tefek, esmer ve sevimli.
