Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

cansız düşmek

hastalık veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek.

çantadan yetişmek

bir mesleği eğitim görmeden deneyimlerle kazanmak.

çapanoğlunun abdest suyu gibi

çok sulu, tatsız ve kötü görünüşlü olan (içilecek şeyler).

çapraza almak

1) karşı yönlerden kuşatmak: ‘Mitralyözler onu çapraza almış, kızıl iğneleriyle gövdesini delik deşik ediyorlardı.’ –A. İlhan. 2) mec. herhangi bir konuda çeşitli yönlerden sıkıştırmak.

çapraza sarmak

bir iş içinden çıkılmaz duruma gelmek, çaprazlaşmak.

çaptan düşmek

çalışma gücü, verimi azalmış veya tükenmiş olmak.

çaresiz kalmak

çözüm yolu, çıkar yolu bulamamak: ‘Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa İstanbul yolunu tutar.’ –Ö. Seyfettin.

çark çevirmek

aynı yol üzerinde dönerek gitmek: ‘Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar.’ –H. E. Adıvar.

çark etmek

1) bir doğrultuda giden kimse, şey sağa veya sola doğru yön değiştirmek: ‘Küçük hizmetçi masanın öbür ucundan yarım sağa çark ederek elektrik düğmesine doğru döndü.’ –S. F. Abasıyanık. 2) geri dönmek; 3) mec. savunduğu düşünceden vazgeçmek.

çarka vermek (çektirmek)

kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.

çarkı döndürmek

hlk. geçimini sağlamak.

çarkına etmek (okumak)

argo birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek.

çarpıntısı tutmak

heyecan, korku veya üzüntüden çarpıntı nöbeti gelmek.

çarşaf gibi

dalgasız, dümdüz ve durgun (deniz, göl).

çarşaf kadar

pek büyük, çok geniş: ‘Çarşaf kadar bir kâğıda künyemi yazmışlar.’ –R. H. Karay.

çarşafa dolanmak

argo bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak, çarşaflamak.

çarşafa girmek

çarşaf giymeye başlamak.

cart (zırt) kaba kâğıt

argo yüksekten atana veya çalımlı bir tavır takınana karşı ‘senin bu tavrına değer veren var sanki’ anlamında kullanılan bir söz.

cart cart ötmek

çok konuşmak: ‘Öldürecek adam öldüreceğim diye cart cart ötmez, sıkı ise gelir öldürür.’ –H. Taner.

cart curt etmek

göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılı konuşmak: ‘Cart curt etmesine bakma, korkaktır.’ –S. F. Abasıyanık.

cartayı çekmek

argo ölmek: ‘Yarın cartayı çektim mi, kefensiz mefensiz it ölüsü gibi meydanda kalacak leşim.’ –O. Kemal.

cascavlak (ortada) kalmak

bütün imkânları elinden alınmak: ‘Bütün paran yok olur gider, cascavlak ortada kalırsın.’ –H. Topuz.

çat orada çat burada çat kapı arkasında

çok çabuk yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatan bir söz: ‘Sizin sevgili bir yerde durmaz, çat orada çat burada çat kapı arkasındadır.’ –O. C. Kaygılı.

çatal görmek

net görememek, bir şeyi iki görmek.

çatır çatır çatlamak

1) çok çatlamak: ‘Kızgın güneşe maruz bırakılmış çam fıstıkları çatır çatır çatlıyor, sapır sapır dökülüyordu.’ –E. E. Talu. 2) çok kıskanmak.

çatıyı almak

çatıya ulaşmak.

çatkın olmak

kendini ağırdan satmak: ‘Müdüre göre idareci biraz çatkın olacak yani oldukça ağırdan satacak kendini.’ –K. Korcan.

çatlasa da (çatlasa da patlasa da)

tkz. ‘elinden gelen her çareye başvursa da’ anlamında kullanılan bir söz.

cavlağı çekmek

argo ölmek: ‘Ne olacak a canım, hepimiz de ya bir kaza neticesinde veyahut kazasız olarak cavlağı çekeceğiz.’ –Halikarnas Balıkçısı.

çay kenarında kuyu kazmak

elde, amaca ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak.

çaydan geçip derede boğulmak

büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak.

çayı görmeden paçaları sıvamak

dereyi görmeden paçaları sıvamak.

cayırtı koparmak

çok gürültü koparmak.

cayırtı vermek

gürültü ile gözdağı vermek.

cayırtıyı basmak

birdenbire bağırıp çağırmaya başlamak.

caz yapmak

1) boşa konuşmak, gevezelik etmek; 2) aykırı düşünceler ortaya atmak.

ce demeye mi geldin?

şaka ‘bu kadar az oturmaya mı geldin?’ anlamında kullanılan bir söz.

cebellezi etmek

cebine indirmek: ‘Dalsın içeri de el âlemin kirazını, şeftalisini cebellezi mi etsin?’ –N. Hikmet.

cebi para görmek

parası yokken para kazanmaya başlamak.

cebine indirmek (atmak)

hakkı olmadığı hâlde parayı kendine mal etmek.

cebini doldurmak

karşılaştığı elverişli durumlardan yararlanarak bol para kazanmak: ‘Dünyayı bir tüketim çılgınlığına itip ceplerini doldurmuşlardı.’ –H. Taner.

cebir kullanmak

bir işi yaptırmak için zora başvurmak.

cefa çekmek (görmek)

zulüm görmek: ‘Mektubumda yazmamış mıydım, senin yüzünden ne cefalar çektiğimi?’ –O. C. Kaygılı.

cefaya katlanmak

zulme tahammül etmek: ‘Hediye istemezler, fazla kıskanmazlar, cefaya katlanırlar, can sıkmazlar.’ –P. Safa.

cehennem gibi

çok sıcak.

cehennem ol!

‘defol!’ anlamında kullanılan bir söz.

cehennem olup gitmek

defolmak: ‘Başımı örtünce cehennem olur giderim.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

cehenneme çevirmek

yaşanılmaz bir duruma getirmek: ‘Kafamın çatlaklığı yüzünden bir anda orasını zindana, cehenneme çevirdim.’ –R. H. Karay.

cehenneme kadar yolu var

‘defolsun, istediği yere kadar gitsin’ anlamında kullanılan bir söz.

cehennemi boylamak

sevilmeyen bir kimse ölmek.

cehennemin bucağı (dibi)

çok uzak yer: ‘Var git de ne hâlin varsa gör! Cehennemin dibine kadar yolun var!’ –N. Hikmet. ‘… inerseniz çok büyük sevaba girmiş olursunuz. Yoksa bilirsiniz ki ben, cehennemin bucağı olsa giderim…’ –O. C. Kaygılı.

cehennemin dibine gitmek

kızılan bir kimse defolup gitmek.

çehre almak

tavır takınmak: ‘Benimle yalnız kalınca yine bir nöbet ağlayıp sızlayacaklarını hissettiğim için çatkın bir çehre almıştım.’ –R. N. Güntekin.

çehre etmek

surat etmek: ‘Bir şeyim yok, asabım bozuk diye cevap veriyor, çehre ediyordu.’ –R. H. Karay.

çehresi bozulmak

yüzü düşmek: ‘İhtiyarın çehresi fena hâlde bozulmuştu.’ –Ö. Seyfettin.

çek! (çek arabanı!)

hkr. ‘git buradan!’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ben şimdi boya mı düşünüyorum? Çek arabanı şuradan diyecektim, diyemedim.’ –O. V. Kanık.

çekeceği olmak

başına sıkıntılı çok iş gelecek olmak: Bu laf anlamaz ustadan çekeceğin var.

ceketini alıp çıkmak

1) ilişkisini tamamen koparmak; 2) hiçbir şey almadan birlikteliği bitirmek, ortaklıktan ayrılmak.

çeki taşı gibi

ağır ve kımıldamaz.

çekince koymak

bir karara katılmadığını belirtmek.

çekip almak

uzaklaştırmak, uğraşısına son vermek, koparmak: ‘Beni tiyatrodan çekip alırken alıştığım yaşayışın giderlerini karşılayıp karşılayamayacağını sonradan anladım.’ –N. Cumalı.

çekip çevirmek

hâle yola koymak, yönetmek: ‘Zavallı madam, o sakat hâliyle nasıl çekip çevirsin bu eski binayı?’ –A. Dino.

çekip gitmek

bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak: ‘Sırf bu parayı ödeyemiyorum diye çekip gitmesini bağışlamıyordu.’ –T. Buğra.

çekip vurmak

bir anda karar verip silahla öldürmek: ‘Eğer üstümde tabanca olsa bir iki demez çekip vururdum.’ –O. Kemal.

çekiver kuyruğunu

argo ‘artık ondan hayır bekleme’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Bir defa rakı adamın beynine vurdu mu çekiver kuyruğunu.’ –M. Ş. Esendal.

çekiye gelmek

düzene uymak.

çekiye gelmez

ölçüsüz derecede çok veya büyük.

çeliğe su vermek

çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak: ‘Yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur kırılmazdı, çeliğe su vermek sanatının yalnız ona mahsus bir sırrı idi.’ –Ö. Seyfettin.

cellat gibi

acımasız.

cemaate uymak

içinde bulunulan bir topluluğa uyarak davranmak.

cemaatle namaz kılmak

imama uyarak namaz kılmak.

çember geçirmek

çemberle kuşatmak.

çember içine almak (çembere almak)

kuşatmak: ‘İktidar muhalefet partilerini gittikçe daralan bir çember içine alıyor.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

çemberden dönmek

başarıya ulaşmak üzereyken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.

çemberi yarmak

bir veya birkaç noktayı delerek kuşatmadan kurtulmak.

cemre düşmek

sıcaklık yükselmek: Bugün cemre suya düştü.

cenaze gibi

benzi sararmış.

cenazeyi kaldırmak

1) ölüyü gömmek üzere götürmek; 2) ölüyü gömmek; 3) mec. ortada kalan bir işi bitirmek.

cendereye sokmak

manevi baskı altına almak: ‘Böyle sabit bir görüş tarzı, fikir ve hayali bir cendereye sokmak demektir.’ –N. Hikmet.

çene çalmak

gevezelik etmek: ‘Komşu kadınlar akşam yemeğinden sonra onun etrafında toplanırlar, geç vakitlere kadar çene çalarlardı.’ –R. N. Güntekin.

çene patlatmak

karşı tarafa anlatabilmek veya kabul etmesini sağlamak için bir konu üzerinde uzun uzun konuşmak: ‘Feti Bey’in boşu boşuna çene patlatmayacağı herkesçe bilinirdi.’ –K. Korcan.

çene yarışına girmek

birbirinin sözünü keserek susmamacasına konuşmak: ‘Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı.’ –M. Ş. Esendal.

çene yarıştırmak

karşılıklı gevezelik etmek, çok konuşmak: ‘Çene yarıştırmak gelmiyordu içimden.’ –O. Kemal.

çene yetiştirmek

konuşmayı sürdürmek: ‘Şu bitkin hâliyle dayısına çene yetiştirecek gücü yoktu.’ –A. Kulin.

çene yormak

boşuna söyleyip durmak.

çenesi açılmak

durmadan konuşmak, gevezelik etmek: ‘Sabahtan akşama kadar uyukluyorsun, gece olunca çenen açılıyor.’ –M. Ş. Esendal.

çenesi atmak

can çekişirken çenesi titremek: ‘Hasta aksırır gibi bir ses çıkardı. Döndü, baktı; -Ne istiyor?… dedi, ağa cevap vermedi. Çenesi atıyordu.’ –Ö. Seyfettin.

çenesi durmamak

gereksiz yere sürekli konuşmak.

çenesi düşmek

yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.

çenesi kilitlenmek

alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.

çenesi oynamak

1) bir şey yemek: ‘Yavrum gelinim! Kapının önünden yemiş mi aldın? Ölmüşlerinin canı için biraz da bana tattır; canım sıkılıyor, azıcık çenem oynarsa sevinirim.’ –H. R. Gürpınar. 2) çok konuşmak.

çenesine vurmak

aşırı derecede konuşmak, gevezelik etmek.

çenesini açmak

1) çok konuşmasına sebep olmak: ‘Fakat bu inat, Emine’nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken Tevfik’e ağzını açmış, gözünü yummuştu.’ –H. E. Adıvar. 2) çok konuşmak, gevezelik etmek.

çenesini bağlamak

1) ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek; 2) mec. bir kimsenin ölümünü istemek.

çenesini dağıtmak

iyice dövmek.

çenesini kapatmak

susturmak.

çenesini tutmak

ağzını tutmak.

çenesinin bağı çözülmek

gevezelik etmek, yerli yersiz, sürekli konuşmak: ‘Çenesinin bağı çözülmüştü, cıvıldıyor, annesinden, babasından söz açıyordu.’ –O. Kemal.

çengel atmak

bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak.

çengel takmak

uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.

Sayfa 30 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü