cansız düşmek
hastalık veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek.
çantadan yetişmek
bir mesleği eğitim görmeden deneyimlerle kazanmak.
çapanoğlunun abdest suyu gibi
çok sulu, tatsız ve kötü görünüşlü olan (içilecek şeyler).
çapraza almak
1) karşı yönlerden kuşatmak: ‘Mitralyözler onu çapraza almış, kızıl iğneleriyle gövdesini delik deşik ediyorlardı.’ –A. İlhan. 2) mec. herhangi bir konuda çeşitli yönlerden sıkıştırmak.
çapraza sarmak
bir iş içinden çıkılmaz duruma gelmek, çaprazlaşmak.
çaptan düşmek
çalışma gücü, verimi azalmış veya tükenmiş olmak.
çaresiz kalmak
çözüm yolu, çıkar yolu bulamamak: ‘Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa İstanbul yolunu tutar.’ –Ö. Seyfettin.
çark çevirmek
aynı yol üzerinde dönerek gitmek: ‘Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar.’ –H. E. Adıvar.
çark etmek
1) bir doğrultuda giden kimse, şey sağa veya sola doğru yön değiştirmek: ‘Küçük hizmetçi masanın öbür ucundan yarım sağa çark ederek elektrik düğmesine doğru döndü.’ –S. F. Abasıyanık. 2) geri dönmek; 3) mec. savunduğu düşünceden vazgeçmek.
çarka vermek (çektirmek)
kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.
çarkı döndürmek
hlk. geçimini sağlamak.
çarkına etmek (okumak)
argo birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek.
çarpıntısı tutmak
heyecan, korku veya üzüntüden çarpıntı nöbeti gelmek.
çarşaf gibi
dalgasız, dümdüz ve durgun (deniz, göl).
çarşaf kadar
pek büyük, çok geniş: ‘Çarşaf kadar bir kâğıda künyemi yazmışlar.’ –R. H. Karay.
çarşafa dolanmak
argo bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak, çarşaflamak.
çarşafa girmek
çarşaf giymeye başlamak.
cart (zırt) kaba kâğıt
argo yüksekten atana veya çalımlı bir tavır takınana karşı ‘senin bu tavrına değer veren var sanki’ anlamında kullanılan bir söz.
cart cart ötmek
çok konuşmak: ‘Öldürecek adam öldüreceğim diye cart cart ötmez, sıkı ise gelir öldürür.’ –H. Taner.
cart curt etmek
göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılı konuşmak: ‘Cart curt etmesine bakma, korkaktır.’ –S. F. Abasıyanık.
cartayı çekmek
argo ölmek: ‘Yarın cartayı çektim mi, kefensiz mefensiz it ölüsü gibi meydanda kalacak leşim.’ –O. Kemal.
cascavlak (ortada) kalmak
bütün imkânları elinden alınmak: ‘Bütün paran yok olur gider, cascavlak ortada kalırsın.’ –H. Topuz.
çat orada çat burada çat kapı arkasında
çok çabuk yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatan bir söz: ‘Sizin sevgili bir yerde durmaz, çat orada çat burada çat kapı arkasındadır.’ –O. C. Kaygılı.
çatal görmek
net görememek, bir şeyi iki görmek.
çatır çatır çatlamak
1) çok çatlamak: ‘Kızgın güneşe maruz bırakılmış çam fıstıkları çatır çatır çatlıyor, sapır sapır dökülüyordu.’ –E. E. Talu. 2) çok kıskanmak.
çatıyı almak
çatıya ulaşmak.
çatkın olmak
kendini ağırdan satmak: ‘Müdüre göre idareci biraz çatkın olacak yani oldukça ağırdan satacak kendini.’ –K. Korcan.
çatlasa da (çatlasa da patlasa da)
tkz. ‘elinden gelen her çareye başvursa da’ anlamında kullanılan bir söz.
cavlağı çekmek
argo ölmek: ‘Ne olacak a canım, hepimiz de ya bir kaza neticesinde veyahut kazasız olarak cavlağı çekeceğiz.’ –Halikarnas Balıkçısı.
çay kenarında kuyu kazmak
elde, amaca ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak.
çaydan geçip derede boğulmak
büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak.
çayı görmeden paçaları sıvamak
dereyi görmeden paçaları sıvamak.
cayırtı koparmak
çok gürültü koparmak.
cayırtı vermek
gürültü ile gözdağı vermek.
cayırtıyı basmak
birdenbire bağırıp çağırmaya başlamak.
caz yapmak
1) boşa konuşmak, gevezelik etmek; 2) aykırı düşünceler ortaya atmak.
ce demeye mi geldin?
şaka ‘bu kadar az oturmaya mı geldin?’ anlamında kullanılan bir söz.
cebellezi etmek
cebine indirmek: ‘Dalsın içeri de el âlemin kirazını, şeftalisini cebellezi mi etsin?’ –N. Hikmet.
cebi para görmek
parası yokken para kazanmaya başlamak.
cebine indirmek (atmak)
hakkı olmadığı hâlde parayı kendine mal etmek.
cebini doldurmak
karşılaştığı elverişli durumlardan yararlanarak bol para kazanmak: ‘Dünyayı bir tüketim çılgınlığına itip ceplerini doldurmuşlardı.’ –H. Taner.
cebir kullanmak
bir işi yaptırmak için zora başvurmak.
cefa çekmek (görmek)
zulüm görmek: ‘Mektubumda yazmamış mıydım, senin yüzünden ne cefalar çektiğimi?’ –O. C. Kaygılı.
cefaya katlanmak
zulme tahammül etmek: ‘Hediye istemezler, fazla kıskanmazlar, cefaya katlanırlar, can sıkmazlar.’ –P. Safa.
cehennem gibi
çok sıcak.
cehennem ol!
‘defol!’ anlamında kullanılan bir söz.
cehennem olup gitmek
defolmak: ‘Başımı örtünce cehennem olur giderim.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
cehenneme çevirmek
yaşanılmaz bir duruma getirmek: ‘Kafamın çatlaklığı yüzünden bir anda orasını zindana, cehenneme çevirdim.’ –R. H. Karay.
cehenneme kadar yolu var
‘defolsun, istediği yere kadar gitsin’ anlamında kullanılan bir söz.
cehennemi boylamak
sevilmeyen bir kimse ölmek.
cehennemin bucağı (dibi)
çok uzak yer: ‘Var git de ne hâlin varsa gör! Cehennemin dibine kadar yolun var!’ –N. Hikmet. ‘… inerseniz çok büyük sevaba girmiş olursunuz. Yoksa bilirsiniz ki ben, cehennemin bucağı olsa giderim…’ –O. C. Kaygılı.
cehennemin dibine gitmek
kızılan bir kimse defolup gitmek.
çehre almak
tavır takınmak: ‘Benimle yalnız kalınca yine bir nöbet ağlayıp sızlayacaklarını hissettiğim için çatkın bir çehre almıştım.’ –R. N. Güntekin.
çehre etmek
surat etmek: ‘Bir şeyim yok, asabım bozuk diye cevap veriyor, çehre ediyordu.’ –R. H. Karay.
çehresi bozulmak
yüzü düşmek: ‘İhtiyarın çehresi fena hâlde bozulmuştu.’ –Ö. Seyfettin.
çek! (çek arabanı!)
hkr. ‘git buradan!’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ben şimdi boya mı düşünüyorum? Çek arabanı şuradan diyecektim, diyemedim.’ –O. V. Kanık.
çekeceği olmak
başına sıkıntılı çok iş gelecek olmak: Bu laf anlamaz ustadan çekeceğin var.
ceketini alıp çıkmak
1) ilişkisini tamamen koparmak; 2) hiçbir şey almadan birlikteliği bitirmek, ortaklıktan ayrılmak.
çeki taşı gibi
ağır ve kımıldamaz.
çekince koymak
bir karara katılmadığını belirtmek.
çekip almak
uzaklaştırmak, uğraşısına son vermek, koparmak: ‘Beni tiyatrodan çekip alırken alıştığım yaşayışın giderlerini karşılayıp karşılayamayacağını sonradan anladım.’ –N. Cumalı.
çekip çevirmek
hâle yola koymak, yönetmek: ‘Zavallı madam, o sakat hâliyle nasıl çekip çevirsin bu eski binayı?’ –A. Dino.
çekip gitmek
bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak: ‘Sırf bu parayı ödeyemiyorum diye çekip gitmesini bağışlamıyordu.’ –T. Buğra.
çekip vurmak
bir anda karar verip silahla öldürmek: ‘Eğer üstümde tabanca olsa bir iki demez çekip vururdum.’ –O. Kemal.
çekiver kuyruğunu
argo ‘artık ondan hayır bekleme’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Bir defa rakı adamın beynine vurdu mu çekiver kuyruğunu.’ –M. Ş. Esendal.
çekiye gelmek
düzene uymak.
çekiye gelmez
ölçüsüz derecede çok veya büyük.
çeliğe su vermek
çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak: ‘Yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur kırılmazdı, çeliğe su vermek sanatının yalnız ona mahsus bir sırrı idi.’ –Ö. Seyfettin.
cellat gibi
acımasız.
cemaate uymak
içinde bulunulan bir topluluğa uyarak davranmak.
cemaatle namaz kılmak
imama uyarak namaz kılmak.
çember geçirmek
çemberle kuşatmak.
çember içine almak (çembere almak)
kuşatmak: ‘İktidar muhalefet partilerini gittikçe daralan bir çember içine alıyor.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
çemberden dönmek
başarıya ulaşmak üzereyken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.
çemberi yarmak
bir veya birkaç noktayı delerek kuşatmadan kurtulmak.
cemre düşmek
sıcaklık yükselmek: Bugün cemre suya düştü.
cenaze gibi
benzi sararmış.
cenazeyi kaldırmak
1) ölüyü gömmek üzere götürmek; 2) ölüyü gömmek; 3) mec. ortada kalan bir işi bitirmek.
cendereye sokmak
manevi baskı altına almak: ‘Böyle sabit bir görüş tarzı, fikir ve hayali bir cendereye sokmak demektir.’ –N. Hikmet.
çene çalmak
gevezelik etmek: ‘Komşu kadınlar akşam yemeğinden sonra onun etrafında toplanırlar, geç vakitlere kadar çene çalarlardı.’ –R. N. Güntekin.
çene patlatmak
karşı tarafa anlatabilmek veya kabul etmesini sağlamak için bir konu üzerinde uzun uzun konuşmak: ‘Feti Bey’in boşu boşuna çene patlatmayacağı herkesçe bilinirdi.’ –K. Korcan.
çene yarışına girmek
birbirinin sözünü keserek susmamacasına konuşmak: ‘Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı.’ –M. Ş. Esendal.
çene yarıştırmak
karşılıklı gevezelik etmek, çok konuşmak: ‘Çene yarıştırmak gelmiyordu içimden.’ –O. Kemal.
çene yetiştirmek
konuşmayı sürdürmek: ‘Şu bitkin hâliyle dayısına çene yetiştirecek gücü yoktu.’ –A. Kulin.
çene yormak
boşuna söyleyip durmak.
çenesi açılmak
durmadan konuşmak, gevezelik etmek: ‘Sabahtan akşama kadar uyukluyorsun, gece olunca çenen açılıyor.’ –M. Ş. Esendal.
çenesi atmak
can çekişirken çenesi titremek: ‘Hasta aksırır gibi bir ses çıkardı. Döndü, baktı; -Ne istiyor?… dedi, ağa cevap vermedi. Çenesi atıyordu.’ –Ö. Seyfettin.
çenesi durmamak
gereksiz yere sürekli konuşmak.
çenesi düşmek
yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.
çenesi kilitlenmek
alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.
çenesi oynamak
1) bir şey yemek: ‘Yavrum gelinim! Kapının önünden yemiş mi aldın? Ölmüşlerinin canı için biraz da bana tattır; canım sıkılıyor, azıcık çenem oynarsa sevinirim.’ –H. R. Gürpınar. 2) çok konuşmak.
çenesine vurmak
aşırı derecede konuşmak, gevezelik etmek.
çenesini açmak
1) çok konuşmasına sebep olmak: ‘Fakat bu inat, Emine’nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken Tevfik’e ağzını açmış, gözünü yummuştu.’ –H. E. Adıvar. 2) çok konuşmak, gevezelik etmek.
çenesini bağlamak
1) ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek; 2) mec. bir kimsenin ölümünü istemek.
çenesini dağıtmak
iyice dövmek.
çenesini kapatmak
susturmak.
çenesini tutmak
ağzını tutmak.
çenesinin bağı çözülmek
gevezelik etmek, yerli yersiz, sürekli konuşmak: ‘Çenesinin bağı çözülmüştü, cıvıldıyor, annesinden, babasından söz açıyordu.’ –O. Kemal.
çengel atmak
bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak.
çengel takmak
uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.
