Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

çam sakızı gibi

tedirgin edecek kadar bir insanın peşinden ayrılmayan.

cama çıkmak

pencereden görünmek.

camadan vurmak

fazla rüzgâra karşı yelkeni kasmak.

camadanı fora etmek

bağları koyuverip kısılmış yelkeni açmak.

çamaşır ertesi olmak

çamaşır yıkamaktan aşırı yorulup hasta olmak: ‘Kaynanam da yıkar ama iki gün de çamaşır ertesi olur yatar.’ –M. Ş. Esendal.

cami olmak

toplamak, bir araya getirmek, bir arada bulundurmak: ‘Umumi kütüphane, ilmin, edebiyatın her şubesine ait kitapları cami olmak lazım gelir.’ –Z. Gökalp.

cami yıkılmış ama mihrabı yerinde

‘yaşlandığı hâlde güzelliği bozulmamış (kadın)’ anlamında kullanılan bir söz.

camı çerçeveyi indirmek

etrafı kırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak: ‘Neden soğuk değil bu su diye hır çıkarıp camı çerçeveyi indiriyor.’ –Ç. Altan.

çamur gibi

1) iyi pişmemiş ve siyah unla yapılmış (ekmek); 2) herkese sataşıp tedirginlik veren (kimse).

çamura bulaşmak (batmak)

kirli ve uygunsuz bir işe karışmak.

çamura taş atmak

çirkefe taş atmak.

çamura yatmak

argo 1) borcunu ödememek; 2) sözünü yerine getirmemek.

çamuru karnında, çiçeği burnunda

çiçeği burnunda, çamuru karnında.

can alacak nokta (yer)

bir şeyin en önemli yeri: ‘Bağırasım geldi ama bey kardeşim, bağıramadım bir türlü, kâfirin kızları oyunlarının tam can alacak noktalarına gelmişlerdi.’ –N. Hikmet.

can alıp can vermek

ölüm sıkıntısı ve acısı içinde bunalmak.

can atmak

şiddetle arzu etmek, çok istemek: ‘O zaman herkes böyle bir tecride can atardı.’ –K. Korcan.

can baş üstüne

istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatan bir söz.

can başına sıçramak

çok korkmak.

can beslemek

1) kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak; 2) başkasının yiyeceğini, içeceğini sağlamak.

can borcunu ödemek

ölmek: ‘Sırası gelince kendi paylarına düşen can borcunu da ödediler.’ –M. Ş. Esendal.

can bulmak

dirilmek, canlanmak: ‘Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves / Can bulmak üzredir yeni baştan bahar ile’ –F. N. Çamlıbel.

çan çalmak

herkese bildirmek.

çan çan etmek (ötmek veya konuşmak)

yüksek sesle sürekli gevezelik etmek.

can cana, baş başa

1) bir tehlike anında herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğünü anlatan bir söz: ‘Gecenin karanlığında bütün bir mahalle donanma fişekleri gibi ateş almış. Sokaklarda herkes can cana, baş başa… Tulumbacı naraları, çığlıklar, borular.’ –R. N. Güntekin. 2) birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak.

can çekişmek

1) ölmek üzere bulunmak: ‘Bir uzun can çekişme bunun her anı bence / İçimi sızlatan şey ölüm değil işkence’ –F. N. Çamlıbel. 2) sona ermek, tükenmek, bitmek: ‘Yazdığım satırlara bakarsanız manevi varlığımın can çekiştiğini görürsünüz.’ –H. E. Adıvar.

can damarından yakalamak

1) konuya en önemli yerinden yaklaşmak; 2) birinin en zayıf noktasından yararlanmak.

can derdinde olmak

zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak: ‘Herkes can derdinde, ben de Şahin’in ardına düşmüşüm.’ –Y. K. Beyatlı.

can kalmamak

bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek.

can kaygısına düşmek

her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatını koruma veya kurtarma çabasında olmak.

can olmak

sevimli, hoş görünmek: ‘Yok canım, öyle demişim demek, derken ne kadar da can olurdu.’ –T. Buğra.

can simidi olmak

birinin kötü durumda kalmasını engellemek.

can sıkmak

1) bıkkınlık vermek: ‘Adam sizin çok can sıktığınızı, çok anlayışsız ve inatçı olduğunuzu ifade etmek üzere ters bir bakışla bakıyor yüzünüze.’ –İ. Özel. 2) huzur bozmak: ‘Hani hakikati bilmek iyi şeydir ama bu kadarı da onu değiştiremediğiniz için, can sıkıyor.’ –N. Hikmet.

can vermek

1) ölmek: ‘Göçük altında can vermiş kaç insan görmüştü bugüne kadar?’ –A. Kulin. 2) ruha güç vermek: Bu sözleriniz bana can verdi. 3) canlanmasına yol açmak: ‘Bahar toprağa gene can verdi.’ –F. R. Atay. 4) bir şeyi çok istemek.

can yakmak

1) zulmetmek, eziyet etmek: ‘Yahu! Sen en az çirkin, en az can yakıcı bir usulle para çalan bir zavallıdan başka nesin?’ –N. F. Kısakürek. 2) bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak; 3) üzmek, acı vermek: ‘Ayrılık! Her vakit can yakar, ağlatır.’ –A. Rasim.

cana (canına) can katmak

yaşama gücünü artırmak: ‘Pınarların dibindeki çimenlik, sofada kuşların çığlıkları geziye çıkanların canına can katar.’ –S. Birsel.

cana kıymak

öldürmek.

cana minnet saymak (bilmek)

bir lütuf olarak kabul etmek: ‘Yeni yıla değil, yeni bir sabaha sağ çıkabilmeyi cana minnet sayıyorlardı.’ –H. Taner.

çanak tutmak (açmak)

davranışları veya sözleriyle kötü bir sonuca yol açmak: ‘Oh olsun… Vallahi memnun oldum, diyordu. Çanak tuttun. Şunun şurasında rahat sana battı mıydı?’ –R. N. Güntekin.

çanak yalamak

dalkavukluk etmek.

canavar gibi

1) iri yarı, saldırgan; 2) çok fazla: Canavar gibi çalışıp sınavlara hazırlandı.

canavar kesilmek

hırçınlaşmak, canavar gibi olmak: Fakat o, bu gece sahiden canavar kesilmiş.

canciğer kuzu sarması

içli dışlı, candan, pek içten: ‘Bir gün evvel canciğer kuzu sarması, ferdası günü sen kimsin efendi ben seni tanımıyorum.’ –H. Taner.

canciğer olmak

birbiriyle çok yakın arkadaş olmak: ‘Birbirinizin yüzüne karşı canciğer olursunuz fakat sekiz on adım ayrıldığınız gibi başka birine mükemmel çekiştirirsiniz.’ –R. N. Güntekin.

candan geçmek

ölmek: ‘Geçti Galip Dede candan yahu.’ –Süruri.

canevinden vurmak

en etkileyici yönünden saldırmak: ‘Zeki bakışı, hınzır nükteleriyle beni canevinden vurmaktan geri kalmadı.’ –T. Uyar.

canfes gibi

ince, taze ve sinirsiz (asma ve dut yaprağı).

canı acımak

1) çarpma, vurma vb. sonucu acı duymak: ‘Şaşkınlığından bir kestane yığınına çarptı, canı acıyordu.’ –S. F. Abasıyanık. 2) üzülmek, rahatsız olmak.

canı ağzına (boğazına) gelmek

1) büyük bir tehlike karşısında ölecekmiş gibi bir korkuya kapılmak: ‘Bunlardan biri elimden kayarak ayağım üstüne şiddetle düşüverdi, az kalsın canım ağzıma gelecekti.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) aşırı duygulanmak, çok heyecanlanmak: ‘Bitip tükenmek bilmeyen bir tablo gibi serilip giden lale tarlası renkten renge geçtikçe herkesin canı ağzına geliyor.’ –B. R. Eyuboğlu.

canı bayılmak

iç geçmek, takatsizlik göstermek.

canı burnuna (burnundan) gelmek

bir şey yaparken çok zorluk çekmek.

canı burnundan çıkmak

çok kızgın olmak, öfkelenmek: ‘Öte yandan Osman da canı burnundan çıkarak ‘karışma, hırsını alsın, anne!’ der.’ –M. Seyda.

canı cana ölçmek

başkasına yapılacak şeyi kendine yapılacak gibi düşünmek: ‘Canı cana ölç. Allah esirgesin bize birisi böyle bir şey yapsa Allah razı olsun der miyiz?’ –R. N. Güntekin.

canı canına (içine) sığmamak

sabırsızlık göstermek, tahammül etmemek.

canı cehenneme

sevilmeyen bir kimse için duyulan öfke ve nefreti bildiren bir söz.

canı çekilmek

1) vücudun herhangi bir organının canlılığı azalır gibi olmak; 2) içi ezilmek.

canı çekmek

bir şeyi istemek, istek duymak, arzulamak: ‘Yufka, dedim de canım bir ıspanaklı börek çekti ki.’ –S. F. Abasıyanık.

canı çıkmak

1) çok yorulmak veya çok zorluk çekmek: Çalışmaktan canım çıktı. 2) ölmek: ‘Herifin burnunu sıksan canı çıkacak.’ –S. F. Abasıyanık. 3) çok yıpranmak: Her gün giyilmekten elbisenin canı çıktı. 4) zarar etmek: ‘Kazandığımız paranın aslan payını gidip ona toka etmekle canımız çıkıyor.’ –Halikarnas Balıkçısı.

canı gelip gitmek

1) ayılıp bayılmak; 2) ümit ve ümitsizlik arasında kalıp heyecanlanmak.

canı gelmek

yeniden canlanmak, canı yerine gelmek.

canı gibi sevmek

çok güçlü bir sevgiyle bağlanmak: ‘Amcasının sırtını, canı gibi sevdiği sekiz yaşındaki Serdar’ı nasıl okşarsa öyle sıvazlıyor.’ –T. Buğra.

canı gitmek

özen gösterilen, çok sevilen bir şeye zarar gelecek diye kaygılanmak.

canı ile oynamak

tehlikeli işlerle uğraşmak.

canı ile uğraşmak

1) ağır hasta olmak, ölüm döşeğinde can çekişmek: ‘Kadıncağız canı ile uğraşıyor, sen de eğleniyorsun.’ –R. N. Güntekin. 2) büyük sıkıntıya düşmek.

canı istemek

heves duymak: ‘Şehre ineceğiz, canı dans etmek istiyormuş.’ –R. H. Karay.

canı isterse

‘kabul etmezse etmesin’ anlamında kullanılan bir söz.

canı sıkılmak

1) içi sıkılmak, yapacak bir işi olmamaktan tedirginlik duymak. 2) öfkelenmek: ‘Belki de kitapları bedavaya getireceğimi düşündüğü için canı sıkılıyor.’ –A. Ümit. 3) üzülmek: ‘Atölyede bellediğim dünya kadar söze gazetelerde, kitaplarda rastlamayınca enikonu canım sıkılıyordu.’ –B. R. Eyuboğlu.

canı yanmak

1) çok acı duymak; 2) acı bir deneme geçirmek; 3) bir işte zarar görmek.

canı yerine gelmek

1) yorgunluğu geçmek; 2) sağlığını, gücünü kazanmak.

canım dese canın çıksın diyor sanmak

birinin en gönül okşayıcı sözleri bile kendisine dokunmak, batmak.

canımın içi

çok sevilen bir kimse için kullanılan bir söz: ‘Gel benim canımın içi, gel yanıma.’ –O. V. Kanık.

canına acımamak

kendini düşünmeden, kendine bakmadan yaşamak.

canına değmek

1) çok hoşlanmak: Bu limonata canıma değdi. 2) ruhu şad olmak: Babanın canına değsin.

canına ezan okumak

bir kimsenin hakkından gelmek, öldürmek.

canına geçmek (işlemek veya kâr etmek)

çok etkilemek: ‘Yalnızlık canıma kâr etti, bilmem neylesem.’ –Ruhi.

canına kastetmek

1) intihara kalkışmak; 2) birini öldürmeye hazırlanmak.

canına kıymak

1) acımadan öldürmek; 2) kendini öldürmek: ‘Başyardımcının canına kıymasından birkaç gün sonra, gece çalışma odama geldi.’ –C. Külebi. 3) gücünden fazla iş görerek aşırı derecede kendini yormak.

canına minnet (olmak)

beklenilmeyen iyi bir durumla karşılaşıldığında duyulan memnunluğu anlatmak için söylenen bir söz: ‘Mektep işi canına minnet ya!’ –N. Hikmet.

canına okumak

tkz. berbat ve perişan etmek.

canına susamak

ölmek istemek: ‘Canına susamış kim varsa bir adım yaklaşsın.’ –N. F. Kısakürek.

canına tak demek (etmek)

dayanamaz duruma gelmek, sabrı kalmamak: ‘Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma.’ –M. A. Ersoy.

canına tükürdüğümün (üfürdüğümün)

argo kızgınlık ve öfke belirten bir söz.

canına yandığım (yandığımın)

argo sevgi, hayranlık, öfke vb. duygular anlatan bir söz: ‘Hep böyle canına yandığımın, hep geç kalırım, hep treni kaçırırım.’ –N. Hikmet.

canına yetmek

katlanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak: ‘Vatan hasreti artık canına yetmiş.’ –A. Kabaklı.

canından bezmek (bıkmak veya usanmak)

ölümü göze alacak kadar sıkıntı içinde olmak: ‘Artık doğrusu bendeniz canımdan bıktım.’ –M. Ş. Esendal.

canından geçmek

ölmek için hazır olmak: ‘Millet her ne zaman isterse uğrunda canımdan geçmeye hazırım.’ –H. C. Yalçın.

canını (bir yere) dar atmak

bir tehlikeden güçlükle kurtularak bir yere sığınmak.

canını almak

1) öldürmek: ‘Ya hemen canını almaz da sana işkence edersem?’ –N. F. Kısakürek. 2) canını verdirecek kadar memnun etmek; 3) sıkıntıya sokmak: ‘İşi o makamdan o makama sora sora dolaşır, parasını almaz ama iş sahibinin canını alır.’ –B. Felek.

canını bağışlamak

öldürülmesi gerekirken vazgeçmek.

canını burnundan getirmek

çok yormak, fazla çalıştırmak: ‘Bize soluk aldırmaz, canımızı burnumuzdan getirir.’ –Y. Kemal.

canını cehenneme göndermek (yollamak)

argo öldürmek: ‘Elim değmişken, elmas kılıcımla canını cehenneme yollayayım.’ –T. Oflazoğlu.

canını çıkarmak

hırpalamak, çok yormak, yıpratmak.

canını dişine almak (takmak)

1) her tehlikeyi göze alarak işe girişmek: ‘Öyleyse niye uğraşıyoruz, canımızı dişimize takmışız, sen, ben, Ali, Yel Musa?’ –Y. Kemal. 2) bütün gücünü harcayarak yapmak.

canını sıkmak

sözlerle veya davranışlarla kişinin neşesini kaçırmak, huzurunu bozmak: ‘Serbestçe birisi olursa sizin canınızı sıkar.’ –Ö. Seyfettin.

canını sokakta bulmak

sağlığı korumak gerektiğini anlatan bir söz: Canımı sokakta mı buldum? Elbette biraz dinleneceğim.

canını vermek

1) kendini feda etmek: ‘En küçük sevgi sözüne canımızı verecek hâle geliriz.’ –S. F. Abasıyanık. 2) hiçbir şey esirgememek; 3) bir şeye çok düşkün olmak, çok sevmek: O, kitap için canını verir.

canını yakmak

1) acı verecek bir biçimde cezalandırmak: ‘Eskiden uzun seneler askerî rüştiyelerde hocalık etmiş olan bu adam, kim bilir ne kadar çocuğun canını yakmıştı.’ –R. N. Güntekin. 2) bir kimseyi, çok sıkıntı ve zarara sokmak: ‘Ne derse desin, gözü bunun canını yakmakta.’ –M. Ş. Esendal.

canının derdine düşmek

ölüm korkusuna kapılmak.

canının derdine düşmek

canından başka bir şey düşünemeyecek kadar sıkıntıda olmak.

canının içine sokacağı gelmek

çok hoşlanmak, çok sevmek.

cankulağı ile dinlemek

çok dikkatli dinlemek: ‘Atölyede duyduğum kelimeleri, cümleleri cankulağı ile dinliyor, bunları aynen Fransızlar gibi kullanmak için can atıyordum.’ –B. R. Eyuboğlu.

Sayfa 29 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü