çam sakızı gibi
tedirgin edecek kadar bir insanın peşinden ayrılmayan.
cama çıkmak
pencereden görünmek.
camadan vurmak
fazla rüzgâra karşı yelkeni kasmak.
camadanı fora etmek
bağları koyuverip kısılmış yelkeni açmak.
çamaşır ertesi olmak
çamaşır yıkamaktan aşırı yorulup hasta olmak: ‘Kaynanam da yıkar ama iki gün de çamaşır ertesi olur yatar.’ –M. Ş. Esendal.
cami olmak
toplamak, bir araya getirmek, bir arada bulundurmak: ‘Umumi kütüphane, ilmin, edebiyatın her şubesine ait kitapları cami olmak lazım gelir.’ –Z. Gökalp.
cami yıkılmış ama mihrabı yerinde
‘yaşlandığı hâlde güzelliği bozulmamış (kadın)’ anlamında kullanılan bir söz.
camı çerçeveyi indirmek
etrafı kırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak: ‘Neden soğuk değil bu su diye hır çıkarıp camı çerçeveyi indiriyor.’ –Ç. Altan.
çamur gibi
1) iyi pişmemiş ve siyah unla yapılmış (ekmek); 2) herkese sataşıp tedirginlik veren (kimse).
çamura bulaşmak (batmak)
kirli ve uygunsuz bir işe karışmak.
çamura taş atmak
çirkefe taş atmak.
çamura yatmak
argo 1) borcunu ödememek; 2) sözünü yerine getirmemek.
çamuru karnında, çiçeği burnunda
çiçeği burnunda, çamuru karnında.
can alacak nokta (yer)
bir şeyin en önemli yeri: ‘Bağırasım geldi ama bey kardeşim, bağıramadım bir türlü, kâfirin kızları oyunlarının tam can alacak noktalarına gelmişlerdi.’ –N. Hikmet.
can alıp can vermek
ölüm sıkıntısı ve acısı içinde bunalmak.
can atmak
şiddetle arzu etmek, çok istemek: ‘O zaman herkes böyle bir tecride can atardı.’ –K. Korcan.
can baş üstüne
istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatan bir söz.
can başına sıçramak
çok korkmak.
can beslemek
1) kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak; 2) başkasının yiyeceğini, içeceğini sağlamak.
can borcunu ödemek
ölmek: ‘Sırası gelince kendi paylarına düşen can borcunu da ödediler.’ –M. Ş. Esendal.
can bulmak
dirilmek, canlanmak: ‘Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves / Can bulmak üzredir yeni baştan bahar ile’ –F. N. Çamlıbel.
çan çalmak
herkese bildirmek.
çan çan etmek (ötmek veya konuşmak)
yüksek sesle sürekli gevezelik etmek.
can cana, baş başa
1) bir tehlike anında herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğünü anlatan bir söz: ‘Gecenin karanlığında bütün bir mahalle donanma fişekleri gibi ateş almış. Sokaklarda herkes can cana, baş başa… Tulumbacı naraları, çığlıklar, borular.’ –R. N. Güntekin. 2) birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak.
can çekişmek
1) ölmek üzere bulunmak: ‘Bir uzun can çekişme bunun her anı bence / İçimi sızlatan şey ölüm değil işkence’ –F. N. Çamlıbel. 2) sona ermek, tükenmek, bitmek: ‘Yazdığım satırlara bakarsanız manevi varlığımın can çekiştiğini görürsünüz.’ –H. E. Adıvar.
can damarından yakalamak
1) konuya en önemli yerinden yaklaşmak; 2) birinin en zayıf noktasından yararlanmak.
can derdinde olmak
zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak: ‘Herkes can derdinde, ben de Şahin’in ardına düşmüşüm.’ –Y. K. Beyatlı.
can kalmamak
bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek.
can kaygısına düşmek
her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatını koruma veya kurtarma çabasında olmak.
can olmak
sevimli, hoş görünmek: ‘Yok canım, öyle demişim demek, derken ne kadar da can olurdu.’ –T. Buğra.
can simidi olmak
birinin kötü durumda kalmasını engellemek.
can sıkmak
1) bıkkınlık vermek: ‘Adam sizin çok can sıktığınızı, çok anlayışsız ve inatçı olduğunuzu ifade etmek üzere ters bir bakışla bakıyor yüzünüze.’ –İ. Özel. 2) huzur bozmak: ‘Hani hakikati bilmek iyi şeydir ama bu kadarı da onu değiştiremediğiniz için, can sıkıyor.’ –N. Hikmet.
can vermek
1) ölmek: ‘Göçük altında can vermiş kaç insan görmüştü bugüne kadar?’ –A. Kulin. 2) ruha güç vermek: Bu sözleriniz bana can verdi. 3) canlanmasına yol açmak: ‘Bahar toprağa gene can verdi.’ –F. R. Atay. 4) bir şeyi çok istemek.
can yakmak
1) zulmetmek, eziyet etmek: ‘Yahu! Sen en az çirkin, en az can yakıcı bir usulle para çalan bir zavallıdan başka nesin?’ –N. F. Kısakürek. 2) bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak; 3) üzmek, acı vermek: ‘Ayrılık! Her vakit can yakar, ağlatır.’ –A. Rasim.
cana (canına) can katmak
yaşama gücünü artırmak: ‘Pınarların dibindeki çimenlik, sofada kuşların çığlıkları geziye çıkanların canına can katar.’ –S. Birsel.
cana kıymak
öldürmek.
cana minnet saymak (bilmek)
bir lütuf olarak kabul etmek: ‘Yeni yıla değil, yeni bir sabaha sağ çıkabilmeyi cana minnet sayıyorlardı.’ –H. Taner.
çanak tutmak (açmak)
davranışları veya sözleriyle kötü bir sonuca yol açmak: ‘Oh olsun… Vallahi memnun oldum, diyordu. Çanak tuttun. Şunun şurasında rahat sana battı mıydı?’ –R. N. Güntekin.
çanak yalamak
dalkavukluk etmek.
canavar gibi
1) iri yarı, saldırgan; 2) çok fazla: Canavar gibi çalışıp sınavlara hazırlandı.
canavar kesilmek
hırçınlaşmak, canavar gibi olmak: Fakat o, bu gece sahiden canavar kesilmiş.
canciğer kuzu sarması
içli dışlı, candan, pek içten: ‘Bir gün evvel canciğer kuzu sarması, ferdası günü sen kimsin efendi ben seni tanımıyorum.’ –H. Taner.
canciğer olmak
birbiriyle çok yakın arkadaş olmak: ‘Birbirinizin yüzüne karşı canciğer olursunuz fakat sekiz on adım ayrıldığınız gibi başka birine mükemmel çekiştirirsiniz.’ –R. N. Güntekin.
candan geçmek
ölmek: ‘Geçti Galip Dede candan yahu.’ –Süruri.
canevinden vurmak
en etkileyici yönünden saldırmak: ‘Zeki bakışı, hınzır nükteleriyle beni canevinden vurmaktan geri kalmadı.’ –T. Uyar.
canfes gibi
ince, taze ve sinirsiz (asma ve dut yaprağı).
canı acımak
1) çarpma, vurma vb. sonucu acı duymak: ‘Şaşkınlığından bir kestane yığınına çarptı, canı acıyordu.’ –S. F. Abasıyanık. 2) üzülmek, rahatsız olmak.
canı ağzına (boğazına) gelmek
1) büyük bir tehlike karşısında ölecekmiş gibi bir korkuya kapılmak: ‘Bunlardan biri elimden kayarak ayağım üstüne şiddetle düşüverdi, az kalsın canım ağzıma gelecekti.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) aşırı duygulanmak, çok heyecanlanmak: ‘Bitip tükenmek bilmeyen bir tablo gibi serilip giden lale tarlası renkten renge geçtikçe herkesin canı ağzına geliyor.’ –B. R. Eyuboğlu.
canı bayılmak
iç geçmek, takatsizlik göstermek.
canı burnuna (burnundan) gelmek
bir şey yaparken çok zorluk çekmek.
canı burnundan çıkmak
çok kızgın olmak, öfkelenmek: ‘Öte yandan Osman da canı burnundan çıkarak ‘karışma, hırsını alsın, anne!’ der.’ –M. Seyda.
canı cana ölçmek
başkasına yapılacak şeyi kendine yapılacak gibi düşünmek: ‘Canı cana ölç. Allah esirgesin bize birisi böyle bir şey yapsa Allah razı olsun der miyiz?’ –R. N. Güntekin.
canı canına (içine) sığmamak
sabırsızlık göstermek, tahammül etmemek.
canı cehenneme
sevilmeyen bir kimse için duyulan öfke ve nefreti bildiren bir söz.
canı çekilmek
1) vücudun herhangi bir organının canlılığı azalır gibi olmak; 2) içi ezilmek.
canı çekmek
bir şeyi istemek, istek duymak, arzulamak: ‘Yufka, dedim de canım bir ıspanaklı börek çekti ki.’ –S. F. Abasıyanık.
canı çıkmak
1) çok yorulmak veya çok zorluk çekmek: Çalışmaktan canım çıktı. 2) ölmek: ‘Herifin burnunu sıksan canı çıkacak.’ –S. F. Abasıyanık. 3) çok yıpranmak: Her gün giyilmekten elbisenin canı çıktı. 4) zarar etmek: ‘Kazandığımız paranın aslan payını gidip ona toka etmekle canımız çıkıyor.’ –Halikarnas Balıkçısı.
canı gelip gitmek
1) ayılıp bayılmak; 2) ümit ve ümitsizlik arasında kalıp heyecanlanmak.
canı gelmek
yeniden canlanmak, canı yerine gelmek.
canı gibi sevmek
çok güçlü bir sevgiyle bağlanmak: ‘Amcasının sırtını, canı gibi sevdiği sekiz yaşındaki Serdar’ı nasıl okşarsa öyle sıvazlıyor.’ –T. Buğra.
canı gitmek
özen gösterilen, çok sevilen bir şeye zarar gelecek diye kaygılanmak.
canı ile oynamak
tehlikeli işlerle uğraşmak.
canı ile uğraşmak
1) ağır hasta olmak, ölüm döşeğinde can çekişmek: ‘Kadıncağız canı ile uğraşıyor, sen de eğleniyorsun.’ –R. N. Güntekin. 2) büyük sıkıntıya düşmek.
canı istemek
heves duymak: ‘Şehre ineceğiz, canı dans etmek istiyormuş.’ –R. H. Karay.
canı isterse
‘kabul etmezse etmesin’ anlamında kullanılan bir söz.
canı sıkılmak
1) içi sıkılmak, yapacak bir işi olmamaktan tedirginlik duymak. 2) öfkelenmek: ‘Belki de kitapları bedavaya getireceğimi düşündüğü için canı sıkılıyor.’ –A. Ümit. 3) üzülmek: ‘Atölyede bellediğim dünya kadar söze gazetelerde, kitaplarda rastlamayınca enikonu canım sıkılıyordu.’ –B. R. Eyuboğlu.
canı yanmak
1) çok acı duymak; 2) acı bir deneme geçirmek; 3) bir işte zarar görmek.
canı yerine gelmek
1) yorgunluğu geçmek; 2) sağlığını, gücünü kazanmak.
canım dese canın çıksın diyor sanmak
birinin en gönül okşayıcı sözleri bile kendisine dokunmak, batmak.
canımın içi
çok sevilen bir kimse için kullanılan bir söz: ‘Gel benim canımın içi, gel yanıma.’ –O. V. Kanık.
canına acımamak
kendini düşünmeden, kendine bakmadan yaşamak.
canına değmek
1) çok hoşlanmak: Bu limonata canıma değdi. 2) ruhu şad olmak: Babanın canına değsin.
canına ezan okumak
bir kimsenin hakkından gelmek, öldürmek.
canına geçmek (işlemek veya kâr etmek)
çok etkilemek: ‘Yalnızlık canıma kâr etti, bilmem neylesem.’ –Ruhi.
canına kastetmek
1) intihara kalkışmak; 2) birini öldürmeye hazırlanmak.
canına kıymak
1) acımadan öldürmek; 2) kendini öldürmek: ‘Başyardımcının canına kıymasından birkaç gün sonra, gece çalışma odama geldi.’ –C. Külebi. 3) gücünden fazla iş görerek aşırı derecede kendini yormak.
canına minnet (olmak)
beklenilmeyen iyi bir durumla karşılaşıldığında duyulan memnunluğu anlatmak için söylenen bir söz: ‘Mektep işi canına minnet ya!’ –N. Hikmet.
canına okumak
tkz. berbat ve perişan etmek.
canına susamak
ölmek istemek: ‘Canına susamış kim varsa bir adım yaklaşsın.’ –N. F. Kısakürek.
canına tak demek (etmek)
dayanamaz duruma gelmek, sabrı kalmamak: ‘Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma.’ –M. A. Ersoy.
canına tükürdüğümün (üfürdüğümün)
argo kızgınlık ve öfke belirten bir söz.
canına yandığım (yandığımın)
argo sevgi, hayranlık, öfke vb. duygular anlatan bir söz: ‘Hep böyle canına yandığımın, hep geç kalırım, hep treni kaçırırım.’ –N. Hikmet.
canına yetmek
katlanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak: ‘Vatan hasreti artık canına yetmiş.’ –A. Kabaklı.
canından bezmek (bıkmak veya usanmak)
ölümü göze alacak kadar sıkıntı içinde olmak: ‘Artık doğrusu bendeniz canımdan bıktım.’ –M. Ş. Esendal.
canından geçmek
ölmek için hazır olmak: ‘Millet her ne zaman isterse uğrunda canımdan geçmeye hazırım.’ –H. C. Yalçın.
canını (bir yere) dar atmak
bir tehlikeden güçlükle kurtularak bir yere sığınmak.
canını almak
1) öldürmek: ‘Ya hemen canını almaz da sana işkence edersem?’ –N. F. Kısakürek. 2) canını verdirecek kadar memnun etmek; 3) sıkıntıya sokmak: ‘İşi o makamdan o makama sora sora dolaşır, parasını almaz ama iş sahibinin canını alır.’ –B. Felek.
canını bağışlamak
öldürülmesi gerekirken vazgeçmek.
canını burnundan getirmek
çok yormak, fazla çalıştırmak: ‘Bize soluk aldırmaz, canımızı burnumuzdan getirir.’ –Y. Kemal.
canını cehenneme göndermek (yollamak)
argo öldürmek: ‘Elim değmişken, elmas kılıcımla canını cehenneme yollayayım.’ –T. Oflazoğlu.
canını çıkarmak
hırpalamak, çok yormak, yıpratmak.
canını dişine almak (takmak)
1) her tehlikeyi göze alarak işe girişmek: ‘Öyleyse niye uğraşıyoruz, canımızı dişimize takmışız, sen, ben, Ali, Yel Musa?’ –Y. Kemal. 2) bütün gücünü harcayarak yapmak.
canını sıkmak
sözlerle veya davranışlarla kişinin neşesini kaçırmak, huzurunu bozmak: ‘Serbestçe birisi olursa sizin canınızı sıkar.’ –Ö. Seyfettin.
canını sokakta bulmak
sağlığı korumak gerektiğini anlatan bir söz: Canımı sokakta mı buldum? Elbette biraz dinleneceğim.
canını vermek
1) kendini feda etmek: ‘En küçük sevgi sözüne canımızı verecek hâle geliriz.’ –S. F. Abasıyanık. 2) hiçbir şey esirgememek; 3) bir şeye çok düşkün olmak, çok sevmek: O, kitap için canını verir.
canını yakmak
1) acı verecek bir biçimde cezalandırmak: ‘Eskiden uzun seneler askerî rüştiyelerde hocalık etmiş olan bu adam, kim bilir ne kadar çocuğun canını yakmıştı.’ –R. N. Güntekin. 2) bir kimseyi, çok sıkıntı ve zarara sokmak: ‘Ne derse desin, gözü bunun canını yakmakta.’ –M. Ş. Esendal.
canının derdine düşmek
ölüm korkusuna kapılmak.
canının derdine düşmek
canından başka bir şey düşünemeyecek kadar sıkıntıda olmak.
canının içine sokacağı gelmek
çok hoşlanmak, çok sevmek.
cankulağı ile dinlemek
çok dikkatli dinlemek: ‘Atölyede duyduğum kelimeleri, cümleleri cankulağı ile dinliyor, bunları aynen Fransızlar gibi kullanmak için can atıyordum.’ –B. R. Eyuboğlu.
