Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

boş durmak

işsiz kalmak, çalışmamak: ‘Mustafa Kemal’in hiç boş durduğu yoktu.’ –F. R. Atay.

boş durmamak

1) her zaman bir işle uğraşmak; 2) birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak: ‘Bizden sonra cenaze çıkmış bir eve benzeyen Bekirağa bölüğündeki arkadaşlar boş durmamışlardı.’ –H. C. Yalçın.

boş düşmek

esk. İslam hukukuna göre, kadın kocasından ayrılmak.

boş gezenin boş kalfası

işsiz güçsüz dolaşan (kimse): ‘Oraya daha çok boş gezenin boş kalfası emekliler ya da ağırbaşlı orta yaşlılar giderdi.’ –H. Taner.

boş gezmek (gezinmek)

işsiz güçsüz dolaşmak: ‘On gün boş mu gezdin?’ –Ö. Seyfettin.

boş gözlerle bakmak

anlamsız bakmak.

boş kalmak

1) kimse oturmamak: ‘Bir kayıkta boş kalan son yere atlayıp Galata’ya geçerken kafası hem umut hem de endişeyle doluydu.’ –İ. O. Anar. 2) işsiz kalmak: ‘Her senede üç dört ay, bahusus kışın boş kalırız.’ –S. F. Abasıyanık.

boş kile dipsiz ambar

dipsiz kile boş ambar.

boş konuşmamak

gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak: ‘Amiralin sözlerine inanmak lazım, boş konuşmaz.’ –F. F. Tülbentçi.

boş koymak

yoksun bırakmak.

boş ol (olsun)

esk. erkeğin karısını boşamak için söylediği söz: ‘Boş ol deyince karılarının pılı pırtı toplayıp gitmesini hayalliyorlar.’ –C. Uçuk.

boş oturmak

hiçbir işi olmamak.

boş vermek

argo aldırmamak: ‘Aldırmayacaksın, boş vereceksin, güleceksin.’ –N. F. Kısakürek.

boş yerine vurmak

böğürlerine vurmak.

boşa almak

1) askıya almak; 2) motorlu araçlarda vites kolunu vitesten kurtarmak, rölantiye almak.

boşa çıkarmak

olumlu bir sonuç alınmasını engellemek: ‘Çocuklar her atılımını boşa çıkarıyor, onunla alay ediyorlar.’ –A. İlhan.

boşa çıkmak

umut, düşünce vb. şeyler sonuç vermemek, gerçekleşmemek: ‘Ümidim boşa çıkınca dizlerimin bağı çözülür.’ –H. R. Gürpınar.

boşa gitmek

harcanan emek, para hiçbir işe yaramamak, olumlu bir sonuca ulaşamamak: ‘Bir fikrin gerçekleştirilmesine yaramayan zaferler boşa gider.’ –Atatürk.

boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz

içinden çıkılamayan güç bir durum karşısında kalındığında söylenen bir söz.

boşa vermek

boş geçirmek.

boşta gezmek

işsiz olmak: ‘Huriye Hanım, kızının bu boşta gezer oğlana vardığı zaman …’ –B. Felek.

boşta kalmak

işsiz kalmak.

boy almak (sürmek)

boyu uzamak, boylanmak.

boy atmak

boyu uzamak, boylanmak, gelişmek.

boy bos yerinde

uzun ve biçimli: Boyu bosu yerinde, yakışıklı adam.

boy göstermek

1) görünmek: ‘Burada biraz boy gösterdikten sonra bir yolunu bulup kapağı Paris’e attı.’ –H. E. Adıvar. 2) gösteriş yapmak.

boy vermek

1) su insan boyunu aşacak kadar derin olmak; 2) suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek; 3) büyümek: ‘Eğer fideleriniz nitelikli değilse boy verip yapraklandıkça, çiçek açtıkça, meyve verdikçe fideliğe kızmaya hakkınız yoktur.’ –S. Birsel.

boya tutmak

bir şey iyi boyanır olmak.

boya vurmak (çekmek, sürmek)

boyamak: ‘Kimi kirpiklerine boya sürüyordu.’ –R. H. Karay. ‘Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine.’ –M. A. Ersoy.

boyası atmak

boyası solmak.

boynu armut sapına dönmek

çok zayıflamak.

boynu kıldan ince olmak

haksız olduğu anlaşıldığında verilecek her türlü cezaya razı olmak: ‘Eğer efendim, bir kelime yalanım varsa hükûmete karşı boynum kıldan incedir. Vurunuz.’ –H. R. Gürpınar.

boynuna almak

bir şeyi borç veya ödev olarak üzerine almak: ‘Çobanın hekim parasını, ilaç parasını boyunlarına aldılar.’ –M. Ş. Esendal.

boynuna geçirmek

bir şeyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek.

boynunda kalmak

bir sözü iletmediği veya birine ödenecek parayı ödemediği için üzerinde borç kalmak.

boynunu bükmek

1) acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak: ‘Biraz düşündükten sonra ağır ağır başını eğip yere baktı ve boynunu büktü.’ –Y. Z. Ortaç. 2) bir durumu, bir işi ister istemez kabul etmek: ‘Şoför yine boynunu büktü, ‘O yürüyemezse, ben de yürüyemem ne yapayım?’ der gibi yüzüme baktı.’ –N. Hikmet. 3) bitki canlılığını yitirmek.

boynunu kırmak

hlk. çekip gitmek: ‘Daha bir ay tutunamazlar, boyunlarını kırarlar deniliyordu.’ –Ö. Seyfettin.

boynunu uzatmak

her şeye, her cezaya razı olmak.

boynunu vurmak

başını keserek öldürmek.

boynuz çekmek

boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek: ‘Hastalık göğse inip ateş başlayınca yapılacak şey hastaya boynuz çekmek olurdu.’ –B. Felek.

boynuz dikmek

kadın başka erkekle ilişki kurarak kocasını aldatmak: ‘Ah ayol, kadın bu yaştan sonra boynuz dikiyor diye ondan iğrenirler.’ –Ö. Seyfettin.

boynuz eğmek

istemeyerek uymak, karşı tarafın gücünü kabul etmek.

boynuz isterken kulaktan olmak

daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanı yitirmek.

boynuz kulağı geçmek

bir konuda daha sonra yetişenler yetenek bakımından eskileri geçmek.

boynuz takmak (takınmak, taktırmak)

karısı başka bir erkekle ilişki kurarak aldatmak (aldatılmak): ‘Onlar da sana seksen zamparayla boynuz taktırdılar ya.’ –H. R. Gürpınar.

boyu beraber

kendi boyu kadar: Boyu beraber çocuğu var.

boyu boyuna, huyu huyuna

‘karı koca veya arkadaşlar arasında her bakımdan uygunluk olması gerekir’ anlamında kullanılan bir söz.

boyu devrilsin (devrilesi)

‘ölsün’ anlamında kullanılan bir ilenme sözü.

boyun bir karış uzadı

alay ‘gereği olmayan o işi yapmakla sanki yükseldin’ anlamında kullanılan bir söz.

boyun bükmek

boynunu bükmek.

boyun eğmek

isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak: ‘Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya öbür tarafla birleşmeli idik.’ –F. R. Atay.

boyun kesmek

selam vermek için başını eğmek: ‘Eli göğsünde, boyun keserek dervişçe bir selamla alçak bir sedirin ucuna ilişti.’ –H. Taner.

boyun kırmak

saygı duyulan bir kimse karşısında, ayaktayken başı öne bükmek: ‘Hürrem Hakkı, Ferhunde’nin önünde boyun kırdı.’ –M. Yesari.

boyun olmak

hlk. kefil olmak.

boyun vermek

buyruk altına girmek.

boyuna bosuna bakmadan

‘fizik yapısının gereğince gelişmemiş olmasını göz önünde bulundurmadan’ anlamında kullanılan bir söz.

boyunca çocuğu olmak

yetişkin çocuğu olmak.

boyunduruğa atmak (almak)

güreşte hasmın başını koltuk altına alıp boynuna kol dolamak.

boyunduruğa vurmak

baskı altına almak.

boyunduruk altına girmek

başkasının baskısı altında kalmak.

boyunun ölçüsünü almak

1) kendi yetersizliğini, beceriksizliğini anlamak: ‘Gelsin de görsün bakalım… Boyunun ölçüsünü alsın. Anlasın yük gemisiyle yola çıkmanın ne demek olduğunu…’ –Z. Selimoğlu. 2) beklediği yakınlığı görememek.

boza gibi

koyu ve bulanık (sıvılar).

boza olmak

hlk. utanmak, bozum olmak.

bozdur bozdur harca

alay çok az olan şeyler için kullanılan bir söz.

bozguna uğramak (vermek)

yenilip perişan olmak, dağılmak, hezimete uğramak: ‘Durdu ve bir anda bütün mukavemeti bozguna uğradı.’ –P. Safa.

bozuk çalmak

argo canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak.

bozuk plak gibi

sürekli tekrarlanarak.

bozum etmek

argo utandırmak, mahcup etmek.

bozum olmak

argo utanmak, utanacak duruma düşmek, mahcup olmak.

bozuntuya uğramak

şaşkınlığa kapılmak.

bozuntuya vermemek

bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemiş gibi davranmak: ‘Bozuntuya vermedim, yürüdüm, yanına gittim.’ –Ö. Seyfettin.

bronz gibi

tunca benzeyen, tunç renginde olan.

bucak bucak aramak

her yerde aramak: ‘Sizi bucak bucak arayan ölüm, nihayet izinizi bulup karşınıza dikildi mi?’ –A. N. Asya.

bucak bucak kaçmak

bir olay, bir durum veya bir kimseyle karşılaşmamaya çalışmak: ‘Sen gerçek hayattan bucak bucak kaçıyorsun.’ –A. Kulin.

bugün git, yarın gel

bir iş yapılmak istenmediğinde baştan savmak için kullanılan bir söz.

bugünden tezi yok

hemen şimdi, derhâl: ‘Bugünden tezi yok, şimdi buradan çıkıp oraya gidiyorum.’ –H. R. Gürpınar.

bugünkü günde

şimdi, içinde bulunduğumuz zamanda, şimdiki şartlarda: ‘Bugünkü günde İngilizcesiz olmuyor çok iş.’ –N. Uygur.

buhar olmak

hlk. yok olmak, kaybolmak: ‘Sanki buhar olup göğe çekilmişlerdi.’ –S. Ayverdi.

buhran geçirmek

bunalım geçirmek.

buhrana tutulmak

buhran geçirmek.

bukağı vurmak

bukağı takmak.

bukalemun gibi renkten renge girmek

sürekli düşünce değiştirmek.

bula bula bunu (onu, bir şeyi, birini) bulmak

1) var olanların en değersizini seçmek; 2) kötü bir şeye rastlamak.

bulantı vermek

1) midesini bulandırmak; 2) mec. bıkkınlık vermek: ‘Gözlerime, kulaklarıma, beş duyuma birden tiksinti, bulantı veren bu manzaraların ortasında niye duruyordum?’ –A. Gündüz.

bulaşık suyu gibi

kötü hazırlanmış, tadı tuzu olmayan (sulu yiyecek ve içecek).

bülbül gibi konuşmak (okumak)

1) kolaylıkla konuşmak, okumak: ‘Kadın bülbül gibi Fransızca konuşuyor.’ –H. E. Adıvar. 2) itiraf etmek.

bülbül gibi konuşturmak (söyletmek)

itiraf ettirmek: ‘Buluştukları zaman da onu bülbül gibi konuşturdu.’ –T. Buğra.

bülbül gibi şakımak

güzel sesle, neşeyle konuşmak.

bülbül gibi söylemek

hiçbir şey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek: ‘Mahkemeye havale edeceğim, orada bülbül gibi söylersin.’ –Ö. Seyfettin.

bülbül kesilmek

bir etki veya baskı altında çokça konuşmak: ‘İnsan bir garip nesnedir. Bir korku atlattıktan sonra bülbül kesilir.’ –N. Hikmet.

buldumcuk olmak

bir şeye sonradan ulaşınca şımarmak.

bulunmaz Bursa (Hint) kumaşı

alay çok az bulunduğu ve çok değerli olduğu sanılan şey: ‘Nuri’ye gelince bulunmaz bir Hint kumaşı sayılmazdı o da.’ –O. Rifat.

bulup buluşturmak

çaba göstererek bir şeyler sağlamak.

bulut gibi

çok sarhoş.

bulut olmak

çok sarhoş olmak: ‘Meyhaneli köylerin her birinde üçer beşer çekmiş, bulut olmuştur.’ –O. C. Kaygılı.

buluttan nem kapmak

en küçük bir şeyden alınmak, çok alıngan olmak: ‘Biraz gariptir ki buluttan nem kapan o zamanki sansür bu cinayetler ve tesadüflerden ahkâm çıkararak hafiyelik etmezdi.’ –A. Ş. Hisar. ‘İhtiyatlı ol, bunlar tilkidir, rüzgârdan nem kapar; elden kaçırmayalım.’ –A. İlhan.

buna değdi (idi) buna değmedi (idi) demek

birçok şeyin, iyilerini seçip önceden beğenmeyip bıraktıklarını da sonradan almak.

bunda bir iş var

gizli veya bilinmeyen bir yönü olan olay veya durum için kullanılan bir söz.

bundan iyisi can sağlığı

‘bundan daha iyisi olamaz’ anlamında kullanılan bir söz.

burnu (bile) kanamamak

1) zarar görmemek, yarasız beresiz olmak; 2) tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak: ‘Burunları bile kanamadan ganimete kavuşacaklardı.’ –F. F. Tülbentçi.

Sayfa 27 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü