Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

bıçak altına yatmak

ameliyat olmak.

bıçak atmak

1) bir hedefe bıçak fırlatmak; 2) bıçaklamak; 3) ameliyat etmek.

bıçak bıçağa gelmek

bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek.

bıçak çekmek

üzerindeki bıçağı birden eline alarak birine saplamaya hazırlanmak: ‘Köy delikanlılarının bıçak çekmeye elleri bile değmedi.’ –M. Ş. Esendal.

bıçak gibi

ince, keskin.

bıçak gibi kesilmek

söz, konuşma, sohbet birden bitmek, duruvermek: ‘Bu tatlı sohbetin arasında kapı çalındı, lakırtıları bıçak gibi kesildi.’ –H. E. Adıvar.

bıçak gibi kesmek

1) çok keskin olmak; 2) birdenbire ve tamamen ortadan kaldırmak.

bıçak gibi saplanmak

sancı, ağrı birden ve güçlü olarak gelmek.

bıçak kemiğe dayanmak

çekilen sıkıntı artık katlanılamayacak bir duruma gelmek: ‘Bıçak kemiğe dayandı mı başkaldırır, canını sakınmaz, hakkını ister.’ –A. Ağaoğlu.

bıçak silmek

bir işi bitirmek.

bıçak suyu kesiyor

‘çok körleşmiş’ anlamında kullanılan bir söz.

bıçak vurmak

1) bıçakla kesmek; 2) bıçaklamak.

bıçak yemek

bıçaklanmak.

bıkkınlık gelmek

bıkmak, usanmak, bunalmak: ‘Zaman olur, en yakın arkadaşından bile bıkkınlık gelir insana.’ –K. Korcan.

bıkkınlık vermek

bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak.

bıldırcın gibi

kısa boylu, dolgunca, alımlı (kadın).

bırak Allah’ını seversen

bir kimse veya nesnenin değersizliğini belirtmek için kullanılan bir söz.

bırak ki

varsay ki: ‘Filan hekim, dediler, geldi baktı, anlamadı / Bırak ki anlasalar var mı çare hiç, ne gezer’ –M. A. Ersoy.

bıyığı (bıyıkları) terlemek

bıyığı yeni yeni çıkmaya başlamak: ‘Çocukları ve bıyıkları terlemeye yüz tutmuşları selamlıktan çağırdılar.’ –R. H. Karay.

bıyığını balta kesmez olmak

kimseden korkusu olmamak.

bıyığını silmek

bir işi olmuş bitmiş sayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek.

bıyık altından gülmek

birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek: ‘Sanki yarım ağız söylediğimi anlamış gibi bıyık altından gülerek şöyle bir süzüyor beni.’ –A. Ümit.

bıyık burmak (bükmek)

çalım yapmak amacıyla bıyıklarını kıvırmak: ‘Bıyık buran, göğüs geren erleriz.’ –E. B. Koryürek.

bıyıkları ele almak

delikanlılık çağına girmek.

boca etmek

1) geminin başını rüzgâr almayan tarafa çevirmek: ‘Ne var ki Ateşoğlu dümendeydi. Yükseldi, yine boca etti.’ –Halikarnas Balıkçısı. 2) mec. birden çevirip boşaltmak, dökmek: ‘Şarap koyuyorum diye sirke şişesini boca etmişsin.’ –H. R. Gürpınar.

böcek çıkarmak

ipek böceği yetiştirmek.

böcek gibi

ufak tefek ve esmer (çocuk).

bocuk domuzuna dönmek

çok semiz ve besili olmak.

bocur bocur kabarmak

duygulanıp içi kabarmak.

bodur kalmak

1) boyu uzamamak: ‘Boyu bosu kötü toprağa düşmüş İdris ağacı gibi bodur kalmış.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) mec. gelişmemek.

boğa gibi

çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş (delikanlı).

boğaya çekmek

ineği boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak.

boğaya gelmek

çiftleşme zamanı gelmek.

boğaz açmak

ağaçların dibini kazarak toprağı kabartmak.

boğaz boğaza gelmek

zorlu kavga etmek: ‘Birbiriyle boğaz boğaza gelen okul çocuklarını, Samet’in varlığı bugünlerde tek bir vücut gibi bir araya toplayabilirdi.’ –H. E. Adıvar.

boğaz durmaz

yeme içme gereksiniminin başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağını anlatan bir söz.

boğaz içinde kavga var

açlığını aşırı bir biçimde gidermeye çalışanlar için söylenen bir söz.

boğaz ola

hlk. ‘afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun’ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.

boğaz olmak

1) boğazı ağrımak: ‘Çocukluğumdan beri sık sık boğaz olurdum.’ –B. Felek. 2) imrenmekten boğazı şişmek: ‘Fazla imrendiriyorsun insanı, boğaz olacağız.’ –S. F. Abasıyanık.

boğazı açılmak

iştahı artmak.

boğazı düğümlenmek

üzüntüden boğazı tıkanmak.

boğazı inmek

bademcikleri şişmek, iltihaplanmak.

boğazı işlemek

durmadan bir şeyler yemek.

boğazı kurumak

çok susamak: ‘Kediyi karşısında gördükçe yüreği titriyor, boğazı kuruyor.’ –M. Ş. Esendal.

boğazına bir yumruk tıkanmak (gelip oturmak)

konuşamaz olmak, sesi çıkmamak: ‘Babasının adı anılınca Ferit’in boğazına bir yumruk tıkandı.’ –A. İlhan.

boğazına dizilmek

üzüntü, kaygı vb. sebeplerle isteksiz yemek, iştahı kesilmek.

boğazına durmak

yediği şeyi yutamamak: ‘Nankörler! Yediğiniz ekmek boğazınızda dursun.’ –Halikarnas Balıkçısı.

boğazına indirmek

fazla ve gelişigüzel yemek.

boğazına kadar

pek çok, gereğinden fazla, aşırı ölçüde: ‘Baba daima boğazına kadar borç içinde yaşar, müsrif, batakçı bir memurdu.’ –Ö. Seyfettin.

boğazına sarılmak

üstüne yürümek: ‘Tam boğazına sarılacaktım, yere düştü, bir daha kalkamadı.’ –R. H. Karay.

boğazında düğümlenmek

söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek.

boğazından artırmak

yiyeceğinden kısıp parasını artırmak.

boğazından geçmemek

sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü duymak: ‘Her gün evde pişen türlü yemeklerin hiçbiri sensiz boğazımdan geçmiyor.’ –O. C. Kaygılı.

boğazından kesmek

yiyip içmede çok tutumlu davranmak: ‘Ekonomi, kendinin ve çoluk çocuğunun boğazından kesmek demekti.’ –R. N. Güntekin.

boğazını doyurmak

karın doyurmak.

boğazını sevmek

yiyip içmeye düşkün olmak.

boğazını sıkmak

bunaltmak, sıkıntı vermek: ‘Müfit, boğazını sıkan büyük öfke ile titreyerek başını çevirdi.’ –P. Safa.

boğazını yırtmak

olanca gücüyle bağırmak.

boğuntuya getirmek

argo birini bunaltıp şaşırtmak yolu ile kendisinden, bir iş veya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek.

bohçanın dört ucunu bir araya getirememek

1) iki yakayı bir araya getirememek; 2) dengeyi sağlayamamak.

bohçasını koltuğuna almak

kendi isteğiyle ayrılmak: ‘Günün birinde bohçasını koltuğuna alıp kıyı mahallelerden birinde oturan ablası Fitnat Hanım’ın evine gitti.’ –M. Ş. Esendal.

bohçasını koltuğuna vermek

kovmak, işine son vermek.

bohçasını toplamak

eşyasını toplamak.

bok atmak

kaba birine leke sürmek, kara çalmak.

bok etmek (bokunu çıkarmak)

kaba bir işi, bir şeyi bozmak, berbat etmek.

bok karıştırmak

kaba bir işi bozacak biçimde davranmak.

bok soyu (bokun soyu)

kaba kızılan veya tiksinilen bir şeye karşı sövgü olarak söylenen bir söz.

bok üstün bok

kaba çok kötü, çok berbat.

bok yedi başı

kaba burnunu her işe sokan, her işe karışan.

bok yemek

kaba yakışıksız bir iş yapmak: ‘Merak etme kızım, bok yiyor o herif, dedi.’ –A. Kutlu.

bok yemenin Arapçası

kaba ‘yakışıksızlığın büyüğü’ anlamında kullanılan bir söz.

bok yoluna gitmek

kaba yararsız, gereksiz bir şey uğruna yok olmak.

boku çıkmak

kaba bir iş veya durum tatsızlaşmak.

bokuyla kavga etmek

kaba çok sinirli ve geçimsiz olmak, her şeye öfkelenir olmak.

bol doğramak

parasını saçıp savurmak.

bomba gibi

1) iyi, sağlam, göz alıcı, gösterişli; 2) iyi hazırlanmış, çok çalışmış (öğrenci).

bomba gibi patlamak

1) öfkelenerek birdenbire ve yüksek sesle bağırıp çağırmak; 2) bir olay birdenbire ortaya çıkarak herkesi şaşırtmak: ‘Babamın Üsküp’ü terk etmek ve Selanik’e gidip yerleşmek hakkında verdiği karar ailemiz arasında bir bomba gibi patladı.’ –Y. K. Beyatlı.

boncuk gibi

çok küçük.

bora gibi

çok sert, öfkeli, şiddetli.

borç almak

daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir şey almak: ‘On beş lira borç aldıktan sonra eve döndüm.’ –H. E. Adıvar.

borç altına girmek

borç para almak.

borç bini aşmak

borç, altından kalkılamayacak duruma gelmek.

borç etmek (yapmak)

borçlanmak: ‘Altlarında şilte, dolaplarında eşya kalmadı ama kimseye de borç yapmadılar.’ –P. Safa. ‘Babasından bir şey koparamadığı zaman borç ediyor, sonra ona ödetiyordu.’ –H. R. Gürpınar.

borç gırtlağına çıkmak

borca batmak.

borç harç etmek

sürekli borç alıp vermek: ‘Hazır param var biraz, biliyorsun. Yetmezse borç harç ederim.’ –N. Hikmet.

borç yemek

borçla geçinmek.

borca almak

veresiye almak.

borca batmak

çok borçlu olmak: ‘Şevket ölesiye çalışmak pahasına acaba bu korkunç masrafı karşılayacak kadar para kazanıyor mu idi yoksa çocukcağız borca mı batıyordu?’ –R. N. Güntekin.

borca girmek

borçlanmak, borç para almak.

borçlu çıkmak

görülen hesapta vereceği kalmak: ‘Para muamelelerinden borçlu çıkmıştı.’ –Y. K. Beyatlı.

borcunu bilmek

1) bir şey yapmayı yerine getirilmesi gereken bir iş olarak değerlendirmek; 2) borcunu zamanında öder olmak.

borcunu kapatmak

borcunu ödeyip bitirmek.

boru değil

hlk. ‘azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Gençlik bu, boru değil.’ –A. İlhan.

boru mu bu?

‘azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil’ anlamında kullanılan bir söz.

boş atıp dolu tutmak (vurmak)

umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek.

boş bırakmak

bir yerde kimse oturmamak, boş kalmak.

boş bırakmamak

1) para, yiyecek vb. şeylerle yardım etmek; 2) işsiz bırakmamak.

boş bulunmak

1) dikkatsiz ve dalgın bulunmak: ‘Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi?’ –A. İlhan. 2) söylenmesi sakıncalı olan bir şeyi söyleyivermek.

boş çıkmak

umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek: ‘Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum, boş çıktı.’ –M. Ş. Esendal.

boş dönmek

hiçbir şey elde edemeden geri gelmek: ‘Ankara’ya giden hiçbir heyetin geri boş döndüğünü görmedik.’ –Y. Kemal.

Sayfa 26 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü