bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek
verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok uğraşmak.
bir don bir gömlek
yarı çıplak.
bir dostluk kaldı!
mal azaldığında satıcıların kullandığı bir müşteriyi özendirme sözü.
bir dudağı yerde bir dudağı gökte
masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.
bir düşüncedir (düşünce) almak
bir konuda kaygılanarak çözüm yolu bulmaya çalışmak: ‘Neyse, sıramızı savdık ve yine yola çıktık ve yolda beni bir düşüncedir aldı.’ –N. Hikmet.
bir eli yağda bir eli balda (olmak)
varlık ve bolluk içinde (olmak): ‘Onlara göre bir eli yağda bir eli balda olan babam için dünyalık hiç bir sıkıntı ve tasa olmamak lazımdı.’ –K. Bilbaşar.
bir elini bırakıp ötekini öpmek
aşırı saygı göstermek.
bir elle verdiğini öbür elle almak
yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek.
bir elmanın yarısı o, yarısı bu
birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılan bir söz.
bir fende kazık kakmak (çakmak)
bir bilgi veya bilim dalında saplanmış kalmak: ‘Bir fende kazık kakmaktansa hepsinden birer parça malumat kapma fikrinde idi.’ –H. R. Gürpınar.
bir gömlek aşağı
birinden bir derece daha düşük.
bir gömlek fazla eskitmiş olmak
birinden daha yaşlı ve daha görmüş geçirmiş olmak.
bir göz gülmek
hem gülüp hem ağlamak.
bir hâl olmak
1) bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek: Çocuklar, yapmayın, etmeyin demekten bir hâl oluyorum. 2) huyu değişmek: ‘Bu çocuğa bir hâl oldu, bu çocuk avareleşti.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 3) kazaya uğramak; 4) ölmek.
bir hoş eylemek
hüzünlendirmek.
bir hoş olmak
1) şaşırmak; 2) hüzünlenmek.
bir hoşluğu olmak
garip veya tuhaf bir durumda olmak: ‘Bir hoşluğu var üstünde bugün / Dursun Ağa’nın / Biraz başı ağrıyor / Biraz dişi ağrıyor’ –O. Rifat.
bir içim su (gibi)
çok güzel (kadın): ‘Görmeyeli sen büsbütün bir içim su olmuşsun.’ –A. İlhan.
bir iğne bir iplik olmak
iğne ipliğe dönmek.
bir iki demeden (demeye kalmadan)
duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan: ‘Sol ayağımı eline aldı, bir iki demeye kalmadan çevirdi mi, bastırdı mı, bilmiyorum.’ –T. Dursun K.
bir iki derken
az olmakla birlikte.
bir ilke imza atmak
bir konuda hiç kimsenin veya kuruluşun yapmadığı bir işi gerçekleştirmek.
bir iş olmak
anlaşılmaz, bilinmeyen bir durum olmak: ‘Kaynının geceyi onlarda geçirmesinde vardı bir iş.’ –O. Kemal.
bir işaretine bakmak
bir işi yapmak için hazır beklemek.
bir işi başından kesmek
yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.
bir iştir oldu
istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenen bir söz.
bir kalem geçmek
boş vermek, bir an için göz ardı etmek: ‘Üniversiteyi filan bir kalem geçin, liseyi bile okuyamamıştı.’ –H. Taner.
bir kapıya çıkmak
aynı sonuca varmak.
bir karış beberuhi
alay çok kısa boylu kimse.
bir kazanda kaynamak
anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.
bir kenara atılmak
unutulmak, terk edilmek, ilgi kesilmek.
bir kenarda durmak
gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak.
bir kıza dünür düşmek
bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek.
bir kol çengi
şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenen bir söz.
bir kolayını aramak
bir şeyi yapmak, çözmek için gerekli kolay ve kestirme yöntemi araştırmak: ‘Yanlışını düzeltmek için bir kolayını aramaya başladı.’ –M. Ş. Esendal.
bir kolayını bulmak
kolaylıkla yapabilmeyi sağlamak veya yapma yolunu bulmak: ‘Etrafında, bir kolayını bulup dışarıya sızanlardan birkaç kişi ha bire ellerinden öpüyor.’ –N. F. Kısakürek.
bir Köroğlu, bir Ayvaz
bir karı kocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığını veya çocukları olmadığını anlatan bir söz: ‘Eve işçi, aşçı tutmam, kaynana, baldız istemem. Bir Köroğlu bir Ayvaz.’ –M. Ş. Esendal.
bir köşeye atılmak
terk edilmek, ilgilenilmemek, kendi kaderine terk edilmek: ‘Böyle bir köşeye atılmak, iktidardan uzak kalmak, diri diri gömülmekti benim için.’ –T. Oflazoğlu.
bir köşeye çekilmek
hiçbir işe karışmayarak yaşamak: ‘Bir köşeye çekilip ölümü beklemek.’ –Ö. Seyfettin.
bir köşeye koymak
saklamak, biriktirmek: ‘Yıllardan beri dişinden tırnağından artırdığı, çoluk çocuğunun nafakasından kestiği parayı günün birinde, ben de bu zilletten kurtulurum umuduyla bir köşeye koymuştu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
bir köşeye oturmak
gelin olmak, evlenmek.
bir koyundan iki post çıkarmak
olması gerekenden daha fazla elde etmek.
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak
söylenen söze önem vermemek: ‘Fakat bütün bu sözler benim bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkıyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
bir kurşun atımı
kurşunun gidebileceği uzaklık.
bir kuşsütü eksik
her türlü yiyecek var.
bir lokma bir hırka
hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatan bir söz: ‘Toplumumuzda sanatçı-edebiyatçının bir lokma bir hırka felsefesi uyarınca yaşaması beklenir.’ –T. Uyar.
bir o kadar
ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli.
bir o yana, bir bu yana
rastgele, birçok yere, çeşitli yönlere.
bir olmak
bir araya gelmek, iş birliği yapmak: ‘Böyle bir iftirayı yedi düvel bir olsa, yedi hafta tetkik eylese, künhüne eremez.’ –N. Hikmet.
bir papel (pul) etmemek
değeri olmamak: ‘Topunuzu satsam bir papel etmezsiniz. Hele bunu şehirde yapaydınız dumanınızı savururlardı, dedi.’ –Halikarnas Balıkçısı.
bir paralık etmek
çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek: ‘Burnumuzun dibinde araba soydular, namusumuzu bir paralık ettiler.’ –R. N. Güntekin.
bir şey (şeyler) olmak
1) huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek: Son zamanlarda ona bir şeyler oldu. 2) bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek: Bana bir şeyler oluyor, dedi ve bayıldı. 3) ölmek: Bana bir şey olursa çocuklar size emanet.
bir şey sanmak
bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak: Tüccar deyince biz de onu bir şey sandık.
bir şey söylemek
1) konuşmak; 2) belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
bir şeye benzememek
işe yarar durumda olmamak.
bir şeyler, bir şeyler
daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenen bir söz.
bir sıkımlık canı olmak
çok cılız ve güçsüz olmak: ‘Bir sıkımlık canın var. Bu boyla bir de adam korkutmaya kalkarsın ha diye ensesine iki tokat attım.’ –R. N. Güntekin.
bir söylemek pir söylemek
uzatmadan gereği gibi söylemek.
bir tahtası eksik
tkz. akılca eksik, yarım akıllı.
bir tarafa bırakmak (koymak)
önemsememek, benimsememek, ertelemek.
bir tarakta bezi olmamak
sözü edilen konu ile ilgisi olmamak, bilgisi bulunmamak.
bir taşla iki kuş vurmak
bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak.
bir tat, bin feryat
mutluluktan çok, sıkıntısı olan: ‘O zamana kadar kira köşelerinde sürünmekten bir tat, bin feryat, türlü sıkıntılara giriftar olmuşken…’ –H. Z. Uşaklıgil.
bir tek atmak
bir kadeh içki içmek: ‘Canım şurada bir tek atalım, serinleriz, konuşuruz, dediler.’ –R. H. Karay.
bir torba kemik
çok zayıf.
bir tutmak (görmek)
eşit saymak, eşit görmek.
bir yakadan baş çıkarmak
bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
bir yaşına daha girmek
şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak: ‘Ah anacığım bir yaşıma daha girdim, dünyada her şey aklıma gelirdi de tefle ayı oynatmak gelmezdi.’ –O. C. Kaygılı.
bir yastığa baş koymak
evli bulunmak.
bir yiyip bin şükretmek
kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek: ‘Bekâr olduğumuza bir yiyelim de bin şükredelim.’ –R. N. Güntekin.
bir yol tutturmak
bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek: ‘Herkes bir yol tutturmuş kendince / Bir düzen kurmuş iyi kötü’ –B. Necatigil.
bir yolunu bulmak
çare bulmak, çözüm üretmek: ‘Hemen bir yolunu bulurlar yükü üstlerinden aşırmanın.’ –A. Ağaoğlu.
birbiri için yaratılmış olmak
birbiriyle çok iyi anlaşmak.
birbiri üstüne gelmek
arka arkaya meydana gelmek, ara vermeden olmak: ‘Son günlerde birbiri üstüne gelen yorgunluklardan söz etti.’ –N. Cumalı.
birbirine düşmek
araları açılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak.
birbirine girmek
1) karışmak; 2) iplik vb. dolaşmak, çözülmeyecek duruma gelmek; 3) mec. kavga etmek, dövüşmek: ‘Bunun için sabır, sükûnet, soğukkanlılık gerek hâlbuki biz birbirimize giriyoruz.’ –H. R. Gürpınar.
birbirine katmak
1) aralarını açmak, aralarını bozmak, olay çıkarmak; 2) karıştırmak.
birbirini çekememek
kıskanmak: ‘Bu iki birbirini çekemezin kişiliklerini kendi imbiğinde eritmiş bir şair olduğu söylenir.’ –H. Taner.
birbirini tutmaz
birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız.
birbirini yemek
iki veya daha çok kimse birbiriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek: ‘Birbirimizi yiyecek zaman değil çocuklar.’ –R. N. Güntekin.
birbirinin ağzına girmek
birbirine çok düşkün olmak.
birbirinin ağzına tükürmek
tkz. bir sorunda, bir olayda sözleşmiş gibi ağız birliği yapmak.
birbirinin gözünü çıkarmak
kıyasıya dövüşmek.
birbirinin gözünü oymak
aralarında aşırı geçimsizlik olmak.
bire … vermek
1) buğday, arpa, nohut, fasulye vb. ürünler için toprak, kullanılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek; 2) şans oyunlarında verilen paradan daha fazla para kazandırmak.
bire beş katmak
bire bin katmak: ‘Rahmi’nin neyi var neyi yoksa özellikle de son zamanda aldıklarını, bire beş katarak sayanlar … çıktı.’ –T. Buğra.
bire bin katmak
çok abartmak: ‘Hiç merak etmeyin, hep bire bin katarak anlatır.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
biri eşikte biri beşikte
küçük çocuğu çok olan kimseler için söylenen bir söz.
birinci elden kaynağa gitmek
bilimsel çalışmalarda kaynakların aslına, özgününe dayanmak.
birinci gelmek (çıkmak)
birçokları arasında en iyi olarak seçilmek.
birisinden biri
içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri.
birlik olmak
bir işi yapmak için anlaşmak: ‘Bu ayıbı işleyenlerle birlik olmayı bir türlü kibrime yediremiyorum.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
bis yapmak
seyirci, beğenilen bir konserin sonunda tempolu biçimde alkışlayarak sanatçıyı veya sanatçıları bir eser seslendirmesi için yeniden sahneye çağırmak.
bismillah demek
bir işe uğurlu olması dileği ile başlamak.
bit kadar
çok küçük.
bitap düşmek
çok yorulmak, yorgun düşmek: ‘Sabaha doğru bitap düştü, onun kucağında uyuyakaldı.’ –R. N. Güntekin.
biti kanlanmak
sıkıntı içinde yaşayan bir kişi para ve varlık yönünden güçlenmek: ‘Fakat geçim durumunu az çok düzene sokmuş ve biti kanlanmışlar için rütbe ve şeref, paranın da üstündedir.’ –R. N. Güntekin.
bitmek tükenmek bilmemek
bir türlü sonu gelmemek, eksilmemek: ‘Kendisine ikram edilen kahveyi içerken her nefes alış verişinde göğsündeki taşın o bitmek tükenmek bilmez takırtıları duyuluyordu.’ –İ. O. Anar.
bitmez (bitip) tükenmez
bitmeyen, sonu gelmeyen, uçsuz bucaksız: ‘Kırk yıl bana bitmez tükenmez çok uzun bir süre gibi görünürdü.’ –N. Cumalı.
bize de mi lolo?
‘işin içinde bir iş olduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Şehir uşağıyız. Bize de mi lolo? Bu işin içinde bir karı dalaveresi olduğunu anladım.’ –H. R. Gürpınar.
