Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek

verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok uğraşmak.

bir don bir gömlek

yarı çıplak.

bir dostluk kaldı!

mal azaldığında satıcıların kullandığı bir müşteriyi özendirme sözü.

bir dudağı yerde bir dudağı gökte

masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.

bir düşüncedir (düşünce) almak

bir konuda kaygılanarak çözüm yolu bulmaya çalışmak: ‘Neyse, sıramızı savdık ve yine yola çıktık ve yolda beni bir düşüncedir aldı.’ –N. Hikmet.

bir eli yağda bir eli balda (olmak)

varlık ve bolluk içinde (olmak): ‘Onlara göre bir eli yağda bir eli balda olan babam için dünyalık hiç bir sıkıntı ve tasa olmamak lazımdı.’ –K. Bilbaşar.

bir elini bırakıp ötekini öpmek

aşırı saygı göstermek.

bir elle verdiğini öbür elle almak

yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek.

bir elmanın yarısı o, yarısı bu

birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılan bir söz.

bir fende kazık kakmak (çakmak)

bir bilgi veya bilim dalında saplanmış kalmak: ‘Bir fende kazık kakmaktansa hepsinden birer parça malumat kapma fikrinde idi.’ –H. R. Gürpınar.

bir gömlek aşağı

birinden bir derece daha düşük.

bir gömlek fazla eskitmiş olmak

birinden daha yaşlı ve daha görmüş geçirmiş olmak.

bir göz gülmek

hem gülüp hem ağlamak.

bir hâl olmak

1) bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek: Çocuklar, yapmayın, etmeyin demekten bir hâl oluyorum. 2) huyu değişmek: ‘Bu çocuğa bir hâl oldu, bu çocuk avareleşti.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 3) kazaya uğramak; 4) ölmek.

bir hoş eylemek

hüzünlendirmek.

bir hoş olmak

1) şaşırmak; 2) hüzünlenmek.

bir hoşluğu olmak

garip veya tuhaf bir durumda olmak: ‘Bir hoşluğu var üstünde bugün / Dursun Ağa’nın / Biraz başı ağrıyor / Biraz dişi ağrıyor’ –O. Rifat.

bir içim su (gibi)

çok güzel (kadın): ‘Görmeyeli sen büsbütün bir içim su olmuşsun.’ –A. İlhan.

bir iğne bir iplik olmak

iğne ipliğe dönmek.

bir iki demeden (demeye kalmadan)

duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan: ‘Sol ayağımı eline aldı, bir iki demeye kalmadan çevirdi mi, bastırdı mı, bilmiyorum.’ –T. Dursun K.

bir iki derken

az olmakla birlikte.

bir ilke imza atmak

bir konuda hiç kimsenin veya kuruluşun yapmadığı bir işi gerçekleştirmek.

bir iş olmak

anlaşılmaz, bilinmeyen bir durum olmak: ‘Kaynının geceyi onlarda geçirmesinde vardı bir iş.’ –O. Kemal.

bir işaretine bakmak

bir işi yapmak için hazır beklemek.

bir işi başından kesmek

yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.

bir iştir oldu

istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenen bir söz.

bir kalem geçmek

boş vermek, bir an için göz ardı etmek: ‘Üniversiteyi filan bir kalem geçin, liseyi bile okuyamamıştı.’ –H. Taner.

bir kapıya çıkmak

aynı sonuca varmak.

bir karış beberuhi

alay çok kısa boylu kimse.

bir kazanda kaynamak

anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.

bir kenara atılmak

unutulmak, terk edilmek, ilgi kesilmek.

bir kenarda durmak

gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak.

bir kıza dünür düşmek

bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek.

bir kol çengi

şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenen bir söz.

bir kolayını aramak

bir şeyi yapmak, çözmek için gerekli kolay ve kestirme yöntemi araştırmak: ‘Yanlışını düzeltmek için bir kolayını aramaya başladı.’ –M. Ş. Esendal.

bir kolayını bulmak

kolaylıkla yapabilmeyi sağlamak veya yapma yolunu bulmak: ‘Etrafında, bir kolayını bulup dışarıya sızanlardan birkaç kişi ha bire ellerinden öpüyor.’ –N. F. Kısakürek.

bir Köroğlu, bir Ayvaz

bir karı kocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığını veya çocukları olmadığını anlatan bir söz: ‘Eve işçi, aşçı tutmam, kaynana, baldız istemem. Bir Köroğlu bir Ayvaz.’ –M. Ş. Esendal.

bir köşeye atılmak

terk edilmek, ilgilenilmemek, kendi kaderine terk edilmek: ‘Böyle bir köşeye atılmak, iktidardan uzak kalmak, diri diri gömülmekti benim için.’ –T. Oflazoğlu.

bir köşeye çekilmek

hiçbir işe karışmayarak yaşamak: ‘Bir köşeye çekilip ölümü beklemek.’ –Ö. Seyfettin.

bir köşeye koymak

saklamak, biriktirmek: ‘Yıllardan beri dişinden tırnağından artırdığı, çoluk çocuğunun nafakasından kestiği parayı günün birinde, ben de bu zilletten kurtulurum umuduyla bir köşeye koymuştu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

bir köşeye oturmak

gelin olmak, evlenmek.

bir koyundan iki post çıkarmak

olması gerekenden daha fazla elde etmek.

bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak

söylenen söze önem vermemek: ‘Fakat bütün bu sözler benim bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkıyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

bir kurşun atımı

kurşunun gidebileceği uzaklık.

bir kuşsütü eksik

her türlü yiyecek var.

bir lokma bir hırka

hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatan bir söz: ‘Toplumumuzda sanatçı-edebiyatçının bir lokma bir hırka felsefesi uyarınca yaşaması beklenir.’ –T. Uyar.

bir o kadar

ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli.

bir o yana, bir bu yana

rastgele, birçok yere, çeşitli yönlere.

bir olmak

bir araya gelmek, iş birliği yapmak: ‘Böyle bir iftirayı yedi düvel bir olsa, yedi hafta tetkik eylese, künhüne eremez.’ –N. Hikmet.

bir papel (pul) etmemek

değeri olmamak: ‘Topunuzu satsam bir papel etmezsiniz. Hele bunu şehirde yapaydınız dumanınızı savururlardı, dedi.’ –Halikarnas Balıkçısı.

bir paralık etmek

çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek: ‘Burnumuzun dibinde araba soydular, namusumuzu bir paralık ettiler.’ –R. N. Güntekin.

bir şey (şeyler) olmak

1) huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek: Son zamanlarda ona bir şeyler oldu. 2) bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek: Bana bir şeyler oluyor, dedi ve bayıldı. 3) ölmek: Bana bir şey olursa çocuklar size emanet.

bir şey sanmak

bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak: Tüccar deyince biz de onu bir şey sandık.

bir şey söylemek

1) konuşmak; 2) belirtmek, anlatmak, ifade etmek.

bir şeye benzememek

işe yarar durumda olmamak.

bir şeyler, bir şeyler

daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenen bir söz.

bir sıkımlık canı olmak

çok cılız ve güçsüz olmak: ‘Bir sıkımlık canın var. Bu boyla bir de adam korkutmaya kalkarsın ha diye ensesine iki tokat attım.’ –R. N. Güntekin.

bir söylemek pir söylemek

uzatmadan gereği gibi söylemek.

bir tahtası eksik

tkz. akılca eksik, yarım akıllı.

bir tarafa bırakmak (koymak)

önemsememek, benimsememek, ertelemek.

bir tarakta bezi olmamak

sözü edilen konu ile ilgisi olmamak, bilgisi bulunmamak.

bir taşla iki kuş vurmak

bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak.

bir tat, bin feryat

mutluluktan çok, sıkıntısı olan: ‘O zamana kadar kira köşelerinde sürünmekten bir tat, bin feryat, türlü sıkıntılara giriftar olmuşken…’ –H. Z. Uşaklıgil.

bir tek atmak

bir kadeh içki içmek: ‘Canım şurada bir tek atalım, serinleriz, konuşuruz, dediler.’ –R. H. Karay.

bir torba kemik

çok zayıf.

bir tutmak (görmek)

eşit saymak, eşit görmek.

bir yakadan baş çıkarmak

bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak.

bir yaşına daha girmek

şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak: ‘Ah anacığım bir yaşıma daha girdim, dünyada her şey aklıma gelirdi de tefle ayı oynatmak gelmezdi.’ –O. C. Kaygılı.

bir yastığa baş koymak

evli bulunmak.

bir yiyip bin şükretmek

kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek: ‘Bekâr olduğumuza bir yiyelim de bin şükredelim.’ –R. N. Güntekin.

bir yol tutturmak

bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek: ‘Herkes bir yol tutturmuş kendince / Bir düzen kurmuş iyi kötü’ –B. Necatigil.

bir yolunu bulmak

çare bulmak, çözüm üretmek: ‘Hemen bir yolunu bulurlar yükü üstlerinden aşırmanın.’ –A. Ağaoğlu.

birbiri için yaratılmış olmak

birbiriyle çok iyi anlaşmak.

birbiri üstüne gelmek

arka arkaya meydana gelmek, ara vermeden olmak: ‘Son günlerde birbiri üstüne gelen yorgunluklardan söz etti.’ –N. Cumalı.

birbirine düşmek

araları açılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak.

birbirine girmek

1) karışmak; 2) iplik vb. dolaşmak, çözülmeyecek duruma gelmek; 3) mec. kavga etmek, dövüşmek: ‘Bunun için sabır, sükûnet, soğukkanlılık gerek hâlbuki biz birbirimize giriyoruz.’ –H. R. Gürpınar.

birbirine katmak

1) aralarını açmak, aralarını bozmak, olay çıkarmak; 2) karıştırmak.

birbirini çekememek

kıskanmak: ‘Bu iki birbirini çekemezin kişiliklerini kendi imbiğinde eritmiş bir şair olduğu söylenir.’ –H. Taner.

birbirini tutmaz

birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız.

birbirini yemek

iki veya daha çok kimse birbiriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek: ‘Birbirimizi yiyecek zaman değil çocuklar.’ –R. N. Güntekin.

birbirinin ağzına girmek

birbirine çok düşkün olmak.

birbirinin ağzına tükürmek

tkz. bir sorunda, bir olayda sözleşmiş gibi ağız birliği yapmak.

birbirinin gözünü çıkarmak

kıyasıya dövüşmek.

birbirinin gözünü oymak

aralarında aşırı geçimsizlik olmak.

bire … vermek

1) buğday, arpa, nohut, fasulye vb. ürünler için toprak, kullanılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek; 2) şans oyunlarında verilen paradan daha fazla para kazandırmak.

bire beş katmak

bire bin katmak: ‘Rahmi’nin neyi var neyi yoksa özellikle de son zamanda aldıklarını, bire beş katarak sayanlar … çıktı.’ –T. Buğra.

bire bin katmak

çok abartmak: ‘Hiç merak etmeyin, hep bire bin katarak anlatır.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

biri eşikte biri beşikte

küçük çocuğu çok olan kimseler için söylenen bir söz.

birinci elden kaynağa gitmek

bilimsel çalışmalarda kaynakların aslına, özgününe dayanmak.

birinci gelmek (çıkmak)

birçokları arasında en iyi olarak seçilmek.

birisinden biri

içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri.

birlik olmak

bir işi yapmak için anlaşmak: ‘Bu ayıbı işleyenlerle birlik olmayı bir türlü kibrime yediremiyorum.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

bis yapmak

seyirci, beğenilen bir konserin sonunda tempolu biçimde alkışlayarak sanatçıyı veya sanatçıları bir eser seslendirmesi için yeniden sahneye çağırmak.

bismillah demek

bir işe uğurlu olması dileği ile başlamak.

bit kadar

çok küçük.

bitap düşmek

çok yorulmak, yorgun düşmek: ‘Sabaha doğru bitap düştü, onun kucağında uyuyakaldı.’ –R. N. Güntekin.

biti kanlanmak

sıkıntı içinde yaşayan bir kişi para ve varlık yönünden güçlenmek: ‘Fakat geçim durumunu az çok düzene sokmuş ve biti kanlanmışlar için rütbe ve şeref, paranın da üstündedir.’ –R. N. Güntekin.

bitmek tükenmek bilmemek

bir türlü sonu gelmemek, eksilmemek: ‘Kendisine ikram edilen kahveyi içerken her nefes alış verişinde göğsündeki taşın o bitmek tükenmek bilmez takırtıları duyuluyordu.’ –İ. O. Anar.

bitmez (bitip) tükenmez

bitmeyen, sonu gelmeyen, uçsuz bucaksız: ‘Kırk yıl bana bitmez tükenmez çok uzun bir süre gibi görünürdü.’ –N. Cumalı.

bize de mi lolo?

‘işin içinde bir iş olduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Şehir uşağıyız. Bize de mi lolo? Bu işin içinde bir karı dalaveresi olduğunu anladım.’ –H. R. Gürpınar.

Sayfa 25 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü