beşer şaşar
‘insan her zaman yanılabilir’ anlamında kullanılan bir söz.
beşiğini sallamak
çocukluğundan veya çok eskiden tanımak, büyümesine hizmet etmek.
beşiklik etmek
beşiklik görevini yapmak: ‘Anadolu bugünkü Türklerin vatanı olmadan önce, sayısız topluma beşiklik etmiştir.’ –C. Uçuk.
beşikten mezara kadar
bütün hayatı boyunca, ölünceye kadar.
besiye çekmek
hayvanı semirtmek için beslemek.
besleme gibi
giydiğini kendine yakıştıramayan (kız).
beşlik simit gibi kurulmak
kendini bir şey sanarak bir yere yayılıp oturmak.
besmele çekmek
bir işe başlarken ‘bismillahirrahmanirrahim’ sözünü söylemek: ‘Üç dört kişi birden besmele çekmişlerdi ve hepsi birden okumaya başlamışlardı.’ –M. Ş. Esendal.
beti benzi atmak (solmak, uçmak, kül kesilmek, kireç kesilmek)
herhangi bir sebeple kanı çekilip yüzü solmak, korkmak.
beti benzi kalmamak
yüzü sararıp solmak: ‘Müşterim bu sesi duyunca arabayı durdurdu. Beti benzi kalmadı. Eli ayağı titremeye başladı.’ –H. R. Gürpınar.
beti bereketi kalmamak (kaçmak)
azalmak, kıtlaşmak, çabuk tükenmek: Paranın beti bereketi kalmadı.
beton gibi
1) çok sağlam, dayanıklı, sert; 2) güçlü: ‘Yere hem tüy gibi hafif hem de beton gibi sağlam basabilmek.’ –H. Taner.
bey gibi yaşamak
bolluk içinde yaşamak.
beyaz sayfa açmak
bir konuda geçmişi unutarak geleceğe umutla bakmak.
beyaza çekmek
yazıyı temize çekmek: ‘Dört satırlık bir beyaza çekmek için de kan terlere batar.’ –H. R. Gürpınar.
beyin yıkamak
ruh b. insanı, kendine özgü düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır duruma getirmek amacıyla çeşitli yollarla etkilemek.
beyni atmak
tepesi atmak.
beyni bulanmak
1) sersemlemek, düşünemez olmak; 2) kötü bir şey sezinlemek.
beyni karıncalanmak
zihin yorgunluğundan düşünemez olmak.
beyni kaynamak
aşırı sıcaktan sersemlemek, bunalmak: ‘Kızgın güneşin altında bütün gün beynim kaynıyor.’ –O. Kemal.
beyni sıçramak
aklı başından gitmek: ‘Akşam eve gelip de heykelin başını boyun yerinden çatlamış ve güzelim mermer başlığı tuzla buz olmuş görünce beynim sıçradı.’ –H. Taner.
beyni sulanmak
düzgün düşünemez olmak, bunamak: ‘Beyni sulanan bu ayyaş, iğrenç mahluku onlara anlatmakta ne fayda olabilirdi.’ –M. Yesari.
beyninde şimşekler çakmak
1) çok üzülmek, sarsılmak; 2) zihninde birden bir düşünce doğmak.
beyninden vurulmuşa dönmek
beklenmedik bir durum karşısında olağanüstü bir üzüntü ve şaşkınlığa uğramak: ‘Bu satırları okuyunca Mustafa beyninden vurulmuşa döndü.’ –E. Bener.
beynine girmek
herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek.
beynine vurmak
içki etkisiyle ne yaptığını bilemez duruma gelmek.
beynini dağıtmak
öldürmek.
beynini kemirmek
rahatsızlık vermek, huzurunu kaçırmak: ‘İşte birkaç zamandır beynini kemiren şüphe: Ben deli miyim?’ –H. R. Gürpınar.
bez bağlamak
1) bebeklere altlarını kirletmesinler diye bez koymak; 2) dileğin yerine gelmesi ümidiyle yatıra bir parça çaput veya eski kumaş parçası bağlamak.
bezginlik getirmek
usanmak, bıkmak.
bezini yıkamak
1) bebeklerin altına bağlanan bezi temizlemek; 2) mec. çok emek sarf etmek: Ben senin az mı bezini yıkadım.
biber gibi
çok acı.
biber gibi yakmak
1) deri, göz vb.ni çok acıtmak; 2) çok üzmek, dertlendirmek.
biber gibi yanmak
1) deri, göz vb. çok acımak; 2) çok üzülmek, dertlenmek.
biblo gibi
ufak tefek, zarif (kız).
biçim almak
biçimlenmek, belli bir biçime girmek, şekillenmek.
bigâne düşmek
yabancılaşmak: ‘Birkaç yabancı dili rahatlıkla konuşurken ana dilini bilmeyen ve bigâne düşmüş dudaklar susmalıdır.’ –S. Ayverdi.
bildiğinden şaşmamak (kalmamak)
hiçbir etkiye aldırış etmeyerek doğru bildiği davranışı sürdürmek.
bildiğini okumak
herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak: ‘Efendiden gizli yine herkes bildiğini okuyordu.’ –H. R. Gürpınar.
bildiğini yapmak
verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek: ‘Her şeye peki, olur der fakat sonunda gene bildiğini yapardı.’ –H. Taner.
bildiğini yedi mahalle bilmez
bir kimsenin çok kurnaz, çokbilmiş olduğunu anlatan bir söz.
bildik çıkmak
birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarını anlamak: ‘Hâlbuki ayrılık acısına ve ayrılık seslerine, bildik çıkmaklığım gerekti.’ –R. H. Karay.
bildim bileli
öteden beri, eskiden beri: ‘Sütannenin sandık odası, bildim bileli akar.’ –Ö. Seyfettin.
bile bile lades
1) kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmiş görünme, bilerek aldanmış görünme: ‘Benimki bir yapı meselesi. Ben böyleyim. Benimki bile bile lades. Aldırmıyorum, hoşgörümü kullanıyorum.’ –N. Meriç. 2) sonucun kötü olacağını bilse bile bir işe girme.
bileğinde altın bileziği olmak
kolunda altın bileziği olmak.
bileğine güvenmek
gücüne veya hünerine güvenmek.
bileğinin hakkıyla (gücüyle, kuvvetiyle, zoruyla)
kendi gücü ve kendi çalışması ile.
bilek gibi
gür, kalın (saç veya akarsu).
bilet kesmek
1) bileti koparıp alıcıya vermek, bilet satmak: ‘Benimki paso, dedi, hanımefendiye bir bilet kes.’ –R. H. Karay. 2) mec. işine son vermek, işten uzaklaştırmak, ayırmak.
biletini kesmek
1) ölümüne karar vermek; 2) işine son vermek, işten uzaklaştırmak, ayırmak.
bilgi tazelemek
önceden sahip olduğu bilgiyi yenilemek, güncelleştirmek: Matematikle ilgili bilgilerimi tazeledim.
bilgiçlik satmak (taslamak)
bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek: ‘Hazır olanlar, bilgiçlik tasladılar, tasdik ettiler.’ –N. Araz.
bilincine varmak
anlamak, kavramak: ‘İnsanın herhangi bir araçla ne yaşadığının bilincine varmasının bir doyum ve haz kaynağı olduğu unutulmamalıdır.’ –A. Cemal.
bilir bilmez
yarım bilgi ile, bilip bilmediğine aldırmadan: ‘Günde beş yüz defa, kendiliğimden bilir bilmez bunu haykırıyordum.’ –R. H. Karay.
billur gibi
1) çok duru, çok temiz (su); 2) çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs); 3) pürüzsüz (ses).
bilmece gibi konuşmak
açık, anlaşılır bir biçimde konuşmamak.
bilmem hangi (kaç, kim, nasıl, ne)
önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılan bir söz: Bilmem hangi dairede kâtipmiş.
bilmezlikten gelmek
bilmiyor görünmek.
bin can ile
çok isteyerek, gönülden.
bin derde deva
1) pek çok işe yarayan; 2) her sıkıntıyı gideren.
bin dereden su getirmek
birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek: ‘Rıfat Paşa gibi terbiyeli bir zat bile bin dereden su getirir, harp siyasetimizi methederdi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
bin kalıba girmek
birbirine benzeyen birçok iş yapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek.
bin pişman olmak
çok pişman olmak: ‘Kaç kez yakındım ona, yüzünü öyle bir yas kapladı ki yakındığıma da yakınacağıma da bin pişman oldum.’ –Halikarnas Balıkçısı.
bin tarakta bezi olmak
birçok işi veya ilişkisi olmak.
binbir ayak bir ayak üstüne
‘herkesin ayakta olduğu kalabalık’ anlamında kullanılan bir söz.
bindiği dalı kesmek
kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek: ‘Bindiği dalı kesmek diye bir deyim vardır ya, sanki insanlığın bugünkü bunalımını anlatmak için bulunmuş.’ –H. Taner.
bini bir paraya
1) pek çok ve ucuz; 2) pek çok yapılan, pek çok olan: ‘Ali Çavuş’un hiddeti daha ziyadeleşti. Küfrün bini bir paraya.’ –N. Nâzım.
binin yarısı beş yüz (o da bizde yok)
şaka çok düşünceli görünen birine ‘aldırma!’ anlamında kullanılan bir söz.
bir … bir (bir de)
hem … hem: ‘Denize bir konup bir kalkan martılar yüksekten avlarına bakarak haykırışırlar.’ –A. İlhan.
bir (aynı) yastıkta kocamak
karı koca birlikte uzun bir ömür sürmek.
bir araya gelmek
bir yerde toplanmak, buluşmak: ‘Hep böyle bir araya gelip gülüp eğlenebilseler!’ –N. Cumalı.
bir araya getirmek
toplamak: ‘Gurbet duygusu sevgi ile ayrılık ve birleşme özlemini bir araya getirir.’ –M. Kaplan.
bir arpa boyu (gitmek, yol almak)
çok az (gitmek veya yol almak): ‘Süfli gayeler, kütleleri ya oldukları yere mıhlayan ve bir arpa boyu ileri götürmeyen sefil isteklerdir.’ –S. Ayverdi.
bir aşağı bir yukarı
amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatan bir söz: ‘Karabibik tenha sokakta bir aşağı bir yukarı gezinmekteydi.’ –N. Nâzım.
bir atımlık barutu olmak (kalmak)
bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak.
bir avuç toprak olmak
ölmek: ‘O olmasaydı, sen şimdi bir avuç toprak olmuştun.’ –R. N. Güntekin.
bir ayağı çukurda olmak
1) yaşayacak çok az zamanı kalmış olmak: ‘Ben, bir ayağı çukurda hasta bir ihtiyarım.’ –M. Yesari. 2) çok yaşlanmış olmak.
bir ayak üstünde bin yalan söylemek
çok kısa sürede pek çok yalan söylemek: ‘Bir ayak üstünde kırk yalanın belini büktüğü hâlde para hesabına bir türlü akıl erdiremez, bakkala bozdurulan paranın gerisini daima eksik getirirdi.’ –R. N. Güntekin.
bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek
çok kısa sürede pek çok yalan söylemek.
bir baltaya sap olamamak
belli bir iş sahibi olamamak: ‘Tavla, domino ve muhtelif kâğıt oyunlarından başka bir şey bilmediği için bir baltaya sap olamamıştı.’ –R. N. Güntekin.
bir bardak suda fırtına koparmak
önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.
bir baştan (uçtan) bir başa (uca)
bir yerin bir sınırından öbür sınırına kadar.
bir ben, bir de Allah bilir
‘çok sıkıntı içindeyim’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Üç aydan üç aya maaş alıyoruz. Üç ayın sonunu nasıl bulduğumuzu bir biz biliriz, bir de Allah bilir.’ –M. Yesari.
bir biçimine getirmek
1) çözüm yolu bulmak: ‘Ne olur bir biçimine getir/ yak şu linyiti çıtır çıtır’ –B. R. Eyuboğlu. 2) sırasını, fırsatını bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak: ‘Bir biçimine getirip benimle Samim’e de veriştiriyormuş.’ –S. Birsel.
bir boka yaramamak
hiçbir şeye elverişli olmamak.
bir boydan bir boya
bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa: ‘Önce, bir boydan bir boya sokağı gözden geçirdik.’ –E. Bener.
bir bu eksikti
sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkması üzerine söylenen bir söz.
bir çatı altında (olmak, bulunmak)
aynı yapı, kurum, kuruluş vb. içinde (olmak).
bir çekirdek geri kalmamak
bütünüyle denk olmak.
bir çift lakırtı etmek
kısa konuşmak: ‘Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler.’ –M. Ş. Esendal.
bir çift sözü olmak
söyleyecek bir şeyleri bulunmak: ‘Gel gör ki dilimin ucunda kağnı var. Kağnılar için de bir çift sözüm var.’ –B. R. Eyuboğlu.
bir çuval inciri berbat etmek
düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak: ‘Bir çuval inciri berbat etmişlerin süklüm püklümlüğüyle müfettişin yanına çıktı.’ –O. Kemal.
bir daha mı
hiçbir zaman: Bir daha mı, tövbeler tövbesi!
bir dalda durmamak
sık sık iş veya düşünce değiştirmek.
bir dediği bir dediğini tutmamak
söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak.
bir dediği iki olmamak
her istediği yapılmak.
bir dereceye kadar
bir noktaya veya sınıra kadar: Bu sıcak bir derece kadar çekilir.
bir deri bir kemik (kalmak)
çok zayıf (olmak): ‘Zaten bir deri bir kemik, zayıf bir adamdı.’ –S. Birsel.
bir dikili ağacı olmamak
hiçbir şeyi olmamak.
bir dikiş kaldı
nerede ise, az kaldı.
