Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

baskın çıkmak (gelmek)

karşılaştırma konusu olan kimseyi geçmek, ona karşı üstünlüğünü göstermek.

baskın vermek

ani ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak: ‘İbiş’in odasına cennet kuşları baskın vermişti.’ –T. Buğra.

baskın yapmak

1) suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek; 2) düşmana ansızın saldırmak; 3) mec. ansızın konuk gelmek: ‘Behçet’e bu evin merdiven altındaki bakla gibi odasında baskın yaparlar.’ –S. Birsel.

baskına uğramak

1) düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak; 2) bir yerde suçüstü yakalanmak; 3) beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek: ‘Ne çeşit, ne türlüsü olursa olsun baskına uğramayı isteyen olmaz.’ –N. Hikmet.

başköşeye kurulmak

saygın kişilere ve büyüklere ayrılan yere oturmak: ‘Adamakıllı bol entarisinin eteklerini savurta savurta geldi, başköşeye kuruldu.’ –A. İlhan.

başlama!

‘hoş olmayan bir söz veya davranışı tekrarlama!’ anlamında kullanılan bir söz.

başlık almak

bazı bölgelerde, evlenirken kızın babası oğlanevinden para veya mal almak.

başlık vermek

bazı bölgelerde, evlenirken kızın babasına oğlanevi tarafından para veya mal vermek.

başsağlığı dilemek

ölen bir kimsenin yakınlarını ziyaret ederek ilgi ve yakınlık belirten sözler söylemek.

başsağlığında bulunmak

başsağlığı dilemek.

başsız bırakmak

1) yöneticisiz bırakmak; 2) büyüğünü yitirmesine sebep olmak.

başsız kalmak

1) yöneticisi, başkanı bulunmamak: ‘Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak …’ –R. N. Güntekin. 2) büyüğünü yitirmek.

başta (başında) bulunmak

bir işin yöneticisi olmak.

başta gelmek

önde olmak, üstün durumda olmak: İpekçilikte Bursa başta gelir.

başta gitmek

en ileri durumda bulunmak.

başta taşımak

çok saygı göstermek.

baştan aşmak

pek çok olmak, pek çoğalmak.

baştan çıkarmak

1) kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak: ‘Perihan adında bir bayan, bizim güveyi dans arasında ayartıp baştan çıkarmış.’ –M. Ş. Esendal. 2) karşı cinsi bir ilişkiye ikna etmek.

baştan çıkmak

ahlakı bozulmak, doğru yoldan ayrılıp uygunsuz işlere yönelmek: ‘Edebiyatı zenginleştiren genellikle bu tür, baştan çıkmış yazarlardı.’ –S. İleri.

baştan kara etmek

batma tehlikesi karşısında, gemi başını karaya vurup oturmak.

baştan kara gitmek

sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak.

bastığı yeri bilmemek

1) çok sevinmek; 2) şaşkınlıktan nerede olduğunu seçememek, durumunu kontrol edememek.

baston (baston yutmuş) gibi

dimdik duran veya yürüyen (kimse): ‘Omuzlarını kısıyor, kafasını dimdik tutuyor, baston yutmuş gibi katılaşıyor.’ –M. Ş. Esendal.

batağa saplanmak

içinden çıkılması güç bir durumda olmak: ‘Uzun yıllardan beri parasal bakımdan tam bir batağa saplanmıştı.’ –H. Topuz.

batkıya uğramak

hüsranla karşılaşmak: ‘O geniş caddeler bugünkü hazin görünümleriyle nihayet bulurlar. Edebiyatın özlemleri acı bir batkıya uğrar.’ –S. İleri.

bayağı kaçmak

söz, davranış, giyiniş yakışmamak, uygunsuz olmak.

baygın düşmek

çok yorulmak.

baygınlık geçirmek

1) bayılmak; 2) mec. çok heyecanlanmak, telaşlanmak: ‘Annem, üç gün sonra, sevinç baygınlıkları geçiren Yahudi’nin avucuna on altın sayıp yalvardı.’ –Y. Z. Ortaç. 3) mec. çok sıkılmak.

baykuş gibi

uğursuzluk getirdiğine inanılan (kimse): ‘Hangi evde cenaze varsa oraya baykuş gibi tüner.’ –N. Hikmet.

bayrak açmak

1) gönüllü asker toplamaya girişmek; 2) bir ülkü yolunda toplanmaya çağırmak.

bayrak gibi

kendini belli edecek bir biçimde.

bayrakları açmak

bağırıp çağırarak hırçınlık etmek.

bayram değil, seyran değil (eniştem beni niye öptü)

‘gösterilen bu ilginin, bu yakınlığın bir sebebi olacak’ anlamında kullanılan bir söz.

bayram etmek (yapmak)

çok sevinmek: ‘Sabaha kadar tepindiler. Bayram ediyorlar.’ –N. F. Kısakürek.

bayram haftasını mangal tahtası anlamak

şaka sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.

bayram havası esmek

ortam neşeli, sevinçli bir duruma gelmek: ‘Ziyaret günleri hapishanelerde bir bayram havası eser.’ –P. Safa.

bayram koçu gibi

gösterişli görünmek amacıyla aşırı biçimde süslenmiş olan.

bayramlık ağzını açmak

kaba konuşmak, küfretmek.

baz almak

esas veya temel olarak almak.

bebek gibi

1) çok güzel (kadın); 2) bebeğe yakışır bir biçimde: ‘Annesinin arkasında asılı bir bebek gibi de çantada mışıl mışıl uyurdu.’ –N. F. Kısakürek.

bedduası tutmak

ilenci yerine gelmek.

beğenmeyen kızını (küçük kızını) vermesin

bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığını anlatan bir söz.

beka bulmak

ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek.

bekçi kalmak

koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek: ‘Yıkılan o saltanatlar üzerinde bir kandil gibi artık sonsuzluğa dek bekçi kalacaktı.’ –R. E. Ünaydın.

bekle yârin köşesini!

yakında gerçekleşeceği beklenmeyen umutlar için söylenen bir söz.

beklemeye almak

1) herhangi bir şeyi kısa veya uzun bir süre ertelemek; 2) telefonla yapılan iletişim sırasında karşı tarafı geçici bir süre bekletmek.

bel bağlamak

birisinin kendisine yardımcı olacağına inanmak, güvenmek: ‘Ne var ki böyle araçlara biz pek bel bağlayamayız.’ –T. Halman.

bel kırmak

kırıtmak, salınmak.

bel vermek

1) duvar gibi dik şeyler dışarıya veya tavan gibi yatay şeyler aşağıya doğru kamburlaşmak: ‘İsli tavan bel vermiş, duvarları içeri kamburlaşmıştı.’ –O. Kemal. 2) mec. herhangi bir konuda destek olmak.

bela aramak

kavga çıkarmak için fırsat kollamak: ‘Geceleyin belanı arama, haydi nerden geldinse bas git oraya.’ –E. İ. Benice.

bela çıkarmak

kavga çıkarmak.

bela getirmek

kötülüğe, felakete uğratmak: ‘Yurtlarına bela getiren bu kadını, ayıplamıyor kentin uluları.’ –A. Erhat.

bela kesilmek

birisine sıkıntı ve eziyet vermek, musallat olmak: ‘Zavallı Reşat Efendi kendisinden başkaları için âdeta bir bela kesilmişti.’ –A. Ş. Hisar.

bela okumak

birine ilenmek.

belalar mübareği

alay istenilmeyen, kaçınılan bir durumun gerçekleştiği bildirilirken söylenen bir söz.

belasını bulmak

hak ettiği cezayı görmek: ‘Hâlime dünya acıyor, rakiplerim de belasını buldu diye seviniyor.’ –R. H. Karay.

belaya çatmak (girmek, uğramak)

beklenmedik bir bela ile karşılaşmak: ‘Çattık belaya, ne ister bu adam benden canım, şamaroğlanına döndürdü.’ –R. N. Güntekin.

belayı satın almak

göz göre göre belayı üstüne çekmek.

belden aşağı vurmak

iş hayatında, insan ilişkilerinde, siyasette kural dışı saldırmak.

beleşe konmak

bir şeyi emek harcamadan, para vermeden elde etmek.

belge almak

başarısızlık yüzünden öğretim kurumuyla ilişiği kesilmek.

beli açılmak

küçük abdestini tutamaz olmak.

beli bükülmek

yaşlılık yüzünden güçsüz kalmak, bir iş yapamayacak duruma düşmek.

beli çökmek

kamburlaşmak.

belinden gelmek

birinin dölü olmak.

belini doğrultmak

yeniden durumunu düzeltmek: ‘Belini biraz doğrultmuş, borçlarını ödemiş, daha rahat bir yaşam düzeyine erişmişti.’ –M. Mungan.

belini kırmak

birini bir şeyi yapamaz duruma getirmek.

belini vermek

dayanmak, yaslanmak: ‘Avlunun en uzak köşesine, duvara belini verir otururdu.’ –Y. K. Beyatlı.

belsoğukluğuna uğratmak

kaba bir işe veya bir söze gereksiz yere karışarak onun akışını sektirmek.

bembeyaz kesilmek (olmak)

beklemediği bir durum karşısında beti benzi atmak.

ben hancı, sen yolcu oldukça

‘düzen bu biçimde devam ettiği sürece’ anlamında kullanılan bir söz.

ben şahımı (şeyhimi) bu kadar severim

‘ben bundan daha çok özveride bulunamam’ anlamında kullanılan bir söz.

benden günah gitti

benden söylemesi.

benden paso

‘benim yapabileceğim ancak bu kadar’ anlamında kullanılan bir söz.

benden söylemesi

‘ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam’ anlamında kullanılan bir söz.

bendeniz cennet kuşu

alay kendini tanıtırken kullanılan bir deyim: Bendeniz cennet kuşu Tahir.

benim diyen

kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan: Benim diyen adam bu işi yapamaz.

benliği yoğurmak

kişiliği oluşturmak.

benliğinden çıkmak

kendine benzemez olmak.

benzetmek gibi olmasın

kötü bir sona uğramış birinden veya bir şeyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya şey için kötü bir duygu beslenilmediğini anlatan bir söz.

benzi atmak

ansızın yüzünün rengi sararmak, solmak: ‘Necdet’in benzi atıyor, kesik kesik soluyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

benzi geçmek

benzi solmak.

benzi kanlanmak

sağlıklı duruma gelmek, canlanmak.

benzi kül gibi olmak

yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak.

benzi sararmak

yüzünün rengi solmak: ‘O böyle söylerken yanında bulunanların benzi sararırdı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

benzi solmak

gücünü yitirmek, sağlık sorunu olmak.

benzi uçmak

yüzü sararmak: ‘Benzi uçtu, dudaklarındaki gülümseme soldu.’ –M. Ş. Esendal.

benzinde kan kalmamak

kansızlık sebebiyle yüzü sararmak.

benzine kan gelmek

sağlıklı duruma gelmek, canlanmak: ‘Yirmi dört saat evvel Allah’tan ziyade Abdülhamit’ten korkan kâtiplerin henüz benizlerine kan gelmemişti.’ –Ö. Seyfettin.

beraatizimmet asıldır

‘tersi kanıtlanmadıkça insanların suçsuz sayılmaları gerekir’ anlamında kullanılan bir söz.

berabere kalmak

1) aynı sayıyı almak; 2) başa baş gelmek.

bereket ki (bereket versin ki)

‘iyi ki, Tanrı’ya şükür ki’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Bereket versin ki padişahın cellatları kapıya dayanmadılar.’ –İ. O. Anar.

bereket versin

1) para alan kimsenin söylediği iyi dilek sözü; 2) bir kimsenin bir durumdan hoşnutluğunu anlatan söz: ‘Bereket versin, gece bu kır yolu tenha idi.’ –H. R. Gürpınar.

berhudar ol!

‘iyi günler göresin’ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü: ‘Fahim Bey’in kısa boylu, ak sakallı babası, berhudar ol oğlum, gel seni alnından öpeyim, demiş.’ –A. Ş. Hisar.

beş aşağı beş yukarı

üç aşağı, beş yukarı.

beş para almamak

hiç para almamak.

beş para etmez

‘hiçbir değeri yok, işe yaramaz’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Doktorun oğlu imtihansız geçmek değil, ağzı ile kuş tutsa bile beş para etmez.’ –A. H. Çelebi.

beş paralık etmek

zor durumda bırakmak, dile düşürmek, rezil etmek.

beş paralık olmak

zor durumda kalmak, dile düşmek, rezil olmak: Yaptığı bu hatadan dolayı onuru beş paralık oldu.

beş parasız kalmak

harcayacak parası olmamak: ‘Kış hâlâ çok zordu. Beş parasız kalındığı günler sürüp gidiyordu çünkü.’ –A. Kutlu.

Sayfa 23 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü