baskın çıkmak (gelmek)
karşılaştırma konusu olan kimseyi geçmek, ona karşı üstünlüğünü göstermek.
baskın vermek
ani ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak: ‘İbiş’in odasına cennet kuşları baskın vermişti.’ –T. Buğra.
baskın yapmak
1) suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek; 2) düşmana ansızın saldırmak; 3) mec. ansızın konuk gelmek: ‘Behçet’e bu evin merdiven altındaki bakla gibi odasında baskın yaparlar.’ –S. Birsel.
baskına uğramak
1) düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak; 2) bir yerde suçüstü yakalanmak; 3) beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek: ‘Ne çeşit, ne türlüsü olursa olsun baskına uğramayı isteyen olmaz.’ –N. Hikmet.
başköşeye kurulmak
saygın kişilere ve büyüklere ayrılan yere oturmak: ‘Adamakıllı bol entarisinin eteklerini savurta savurta geldi, başköşeye kuruldu.’ –A. İlhan.
başlama!
‘hoş olmayan bir söz veya davranışı tekrarlama!’ anlamında kullanılan bir söz.
başlık almak
bazı bölgelerde, evlenirken kızın babası oğlanevinden para veya mal almak.
başlık vermek
bazı bölgelerde, evlenirken kızın babasına oğlanevi tarafından para veya mal vermek.
başsağlığı dilemek
ölen bir kimsenin yakınlarını ziyaret ederek ilgi ve yakınlık belirten sözler söylemek.
başsağlığında bulunmak
başsağlığı dilemek.
başsız bırakmak
1) yöneticisiz bırakmak; 2) büyüğünü yitirmesine sebep olmak.
başsız kalmak
1) yöneticisi, başkanı bulunmamak: ‘Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak …’ –R. N. Güntekin. 2) büyüğünü yitirmek.
başta (başında) bulunmak
bir işin yöneticisi olmak.
başta gelmek
önde olmak, üstün durumda olmak: İpekçilikte Bursa başta gelir.
başta gitmek
en ileri durumda bulunmak.
başta taşımak
çok saygı göstermek.
baştan aşmak
pek çok olmak, pek çoğalmak.
baştan çıkarmak
1) kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak: ‘Perihan adında bir bayan, bizim güveyi dans arasında ayartıp baştan çıkarmış.’ –M. Ş. Esendal. 2) karşı cinsi bir ilişkiye ikna etmek.
baştan çıkmak
ahlakı bozulmak, doğru yoldan ayrılıp uygunsuz işlere yönelmek: ‘Edebiyatı zenginleştiren genellikle bu tür, baştan çıkmış yazarlardı.’ –S. İleri.
baştan kara etmek
batma tehlikesi karşısında, gemi başını karaya vurup oturmak.
baştan kara gitmek
sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak.
bastığı yeri bilmemek
1) çok sevinmek; 2) şaşkınlıktan nerede olduğunu seçememek, durumunu kontrol edememek.
baston (baston yutmuş) gibi
dimdik duran veya yürüyen (kimse): ‘Omuzlarını kısıyor, kafasını dimdik tutuyor, baston yutmuş gibi katılaşıyor.’ –M. Ş. Esendal.
batağa saplanmak
içinden çıkılması güç bir durumda olmak: ‘Uzun yıllardan beri parasal bakımdan tam bir batağa saplanmıştı.’ –H. Topuz.
batkıya uğramak
hüsranla karşılaşmak: ‘O geniş caddeler bugünkü hazin görünümleriyle nihayet bulurlar. Edebiyatın özlemleri acı bir batkıya uğrar.’ –S. İleri.
bayağı kaçmak
söz, davranış, giyiniş yakışmamak, uygunsuz olmak.
baygın düşmek
çok yorulmak.
baygınlık geçirmek
1) bayılmak; 2) mec. çok heyecanlanmak, telaşlanmak: ‘Annem, üç gün sonra, sevinç baygınlıkları geçiren Yahudi’nin avucuna on altın sayıp yalvardı.’ –Y. Z. Ortaç. 3) mec. çok sıkılmak.
baykuş gibi
uğursuzluk getirdiğine inanılan (kimse): ‘Hangi evde cenaze varsa oraya baykuş gibi tüner.’ –N. Hikmet.
bayrak açmak
1) gönüllü asker toplamaya girişmek; 2) bir ülkü yolunda toplanmaya çağırmak.
bayrak gibi
kendini belli edecek bir biçimde.
bayrakları açmak
bağırıp çağırarak hırçınlık etmek.
bayram değil, seyran değil (eniştem beni niye öptü)
‘gösterilen bu ilginin, bu yakınlığın bir sebebi olacak’ anlamında kullanılan bir söz.
bayram etmek (yapmak)
çok sevinmek: ‘Sabaha kadar tepindiler. Bayram ediyorlar.’ –N. F. Kısakürek.
bayram haftasını mangal tahtası anlamak
şaka sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.
bayram havası esmek
ortam neşeli, sevinçli bir duruma gelmek: ‘Ziyaret günleri hapishanelerde bir bayram havası eser.’ –P. Safa.
bayram koçu gibi
gösterişli görünmek amacıyla aşırı biçimde süslenmiş olan.
bayramlık ağzını açmak
kaba konuşmak, küfretmek.
baz almak
esas veya temel olarak almak.
bebek gibi
1) çok güzel (kadın); 2) bebeğe yakışır bir biçimde: ‘Annesinin arkasında asılı bir bebek gibi de çantada mışıl mışıl uyurdu.’ –N. F. Kısakürek.
bedduası tutmak
ilenci yerine gelmek.
beğenmeyen kızını (küçük kızını) vermesin
bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığını anlatan bir söz.
beka bulmak
ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek.
bekçi kalmak
koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek: ‘Yıkılan o saltanatlar üzerinde bir kandil gibi artık sonsuzluğa dek bekçi kalacaktı.’ –R. E. Ünaydın.
bekle yârin köşesini!
yakında gerçekleşeceği beklenmeyen umutlar için söylenen bir söz.
beklemeye almak
1) herhangi bir şeyi kısa veya uzun bir süre ertelemek; 2) telefonla yapılan iletişim sırasında karşı tarafı geçici bir süre bekletmek.
bel bağlamak
birisinin kendisine yardımcı olacağına inanmak, güvenmek: ‘Ne var ki böyle araçlara biz pek bel bağlayamayız.’ –T. Halman.
bel kırmak
kırıtmak, salınmak.
bel vermek
1) duvar gibi dik şeyler dışarıya veya tavan gibi yatay şeyler aşağıya doğru kamburlaşmak: ‘İsli tavan bel vermiş, duvarları içeri kamburlaşmıştı.’ –O. Kemal. 2) mec. herhangi bir konuda destek olmak.
bela aramak
kavga çıkarmak için fırsat kollamak: ‘Geceleyin belanı arama, haydi nerden geldinse bas git oraya.’ –E. İ. Benice.
bela çıkarmak
kavga çıkarmak.
bela getirmek
kötülüğe, felakete uğratmak: ‘Yurtlarına bela getiren bu kadını, ayıplamıyor kentin uluları.’ –A. Erhat.
bela kesilmek
birisine sıkıntı ve eziyet vermek, musallat olmak: ‘Zavallı Reşat Efendi kendisinden başkaları için âdeta bir bela kesilmişti.’ –A. Ş. Hisar.
bela okumak
birine ilenmek.
belalar mübareği
alay istenilmeyen, kaçınılan bir durumun gerçekleştiği bildirilirken söylenen bir söz.
belasını bulmak
hak ettiği cezayı görmek: ‘Hâlime dünya acıyor, rakiplerim de belasını buldu diye seviniyor.’ –R. H. Karay.
belaya çatmak (girmek, uğramak)
beklenmedik bir bela ile karşılaşmak: ‘Çattık belaya, ne ister bu adam benden canım, şamaroğlanına döndürdü.’ –R. N. Güntekin.
belayı satın almak
göz göre göre belayı üstüne çekmek.
belden aşağı vurmak
iş hayatında, insan ilişkilerinde, siyasette kural dışı saldırmak.
beleşe konmak
bir şeyi emek harcamadan, para vermeden elde etmek.
belge almak
başarısızlık yüzünden öğretim kurumuyla ilişiği kesilmek.
beli açılmak
küçük abdestini tutamaz olmak.
beli bükülmek
yaşlılık yüzünden güçsüz kalmak, bir iş yapamayacak duruma düşmek.
beli çökmek
kamburlaşmak.
belinden gelmek
birinin dölü olmak.
belini doğrultmak
yeniden durumunu düzeltmek: ‘Belini biraz doğrultmuş, borçlarını ödemiş, daha rahat bir yaşam düzeyine erişmişti.’ –M. Mungan.
belini kırmak
birini bir şeyi yapamaz duruma getirmek.
belini vermek
dayanmak, yaslanmak: ‘Avlunun en uzak köşesine, duvara belini verir otururdu.’ –Y. K. Beyatlı.
belsoğukluğuna uğratmak
kaba bir işe veya bir söze gereksiz yere karışarak onun akışını sektirmek.
bembeyaz kesilmek (olmak)
beklemediği bir durum karşısında beti benzi atmak.
ben hancı, sen yolcu oldukça
‘düzen bu biçimde devam ettiği sürece’ anlamında kullanılan bir söz.
ben şahımı (şeyhimi) bu kadar severim
‘ben bundan daha çok özveride bulunamam’ anlamında kullanılan bir söz.
benden günah gitti
benden söylemesi.
benden paso
‘benim yapabileceğim ancak bu kadar’ anlamında kullanılan bir söz.
benden söylemesi
‘ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam’ anlamında kullanılan bir söz.
bendeniz cennet kuşu
alay kendini tanıtırken kullanılan bir deyim: Bendeniz cennet kuşu Tahir.
benim diyen
kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan: Benim diyen adam bu işi yapamaz.
benliği yoğurmak
kişiliği oluşturmak.
benliğinden çıkmak
kendine benzemez olmak.
benzetmek gibi olmasın
kötü bir sona uğramış birinden veya bir şeyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya şey için kötü bir duygu beslenilmediğini anlatan bir söz.
benzi atmak
ansızın yüzünün rengi sararmak, solmak: ‘Necdet’in benzi atıyor, kesik kesik soluyordu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
benzi geçmek
benzi solmak.
benzi kanlanmak
sağlıklı duruma gelmek, canlanmak.
benzi kül gibi olmak
yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak.
benzi sararmak
yüzünün rengi solmak: ‘O böyle söylerken yanında bulunanların benzi sararırdı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
benzi solmak
gücünü yitirmek, sağlık sorunu olmak.
benzi uçmak
yüzü sararmak: ‘Benzi uçtu, dudaklarındaki gülümseme soldu.’ –M. Ş. Esendal.
benzinde kan kalmamak
kansızlık sebebiyle yüzü sararmak.
benzine kan gelmek
sağlıklı duruma gelmek, canlanmak: ‘Yirmi dört saat evvel Allah’tan ziyade Abdülhamit’ten korkan kâtiplerin henüz benizlerine kan gelmemişti.’ –Ö. Seyfettin.
beraatizimmet asıldır
‘tersi kanıtlanmadıkça insanların suçsuz sayılmaları gerekir’ anlamında kullanılan bir söz.
berabere kalmak
1) aynı sayıyı almak; 2) başa baş gelmek.
bereket ki (bereket versin ki)
‘iyi ki, Tanrıya şükür ki’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Bereket versin ki padişahın cellatları kapıya dayanmadılar.’ –İ. O. Anar.
bereket versin
1) para alan kimsenin söylediği iyi dilek sözü; 2) bir kimsenin bir durumdan hoşnutluğunu anlatan söz: ‘Bereket versin, gece bu kır yolu tenha idi.’ –H. R. Gürpınar.
berhudar ol!
‘iyi günler göresin’ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü: ‘Fahim Bey’in kısa boylu, ak sakallı babası, berhudar ol oğlum, gel seni alnından öpeyim, demiş.’ –A. Ş. Hisar.
beş aşağı beş yukarı
üç aşağı, beş yukarı.
beş para almamak
hiç para almamak.
beş para etmez
‘hiçbir değeri yok, işe yaramaz’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Doktorun oğlu imtihansız geçmek değil, ağzı ile kuş tutsa bile beş para etmez.’ –A. H. Çelebi.
beş paralık etmek
zor durumda bırakmak, dile düşürmek, rezil etmek.
beş paralık olmak
zor durumda kalmak, dile düşmek, rezil olmak: Yaptığı bu hatadan dolayı onuru beş paralık oldu.
beş parasız kalmak
harcayacak parası olmamak: ‘Kış hâlâ çok zordu. Beş parasız kalındığı günler sürüp gidiyordu çünkü.’ –A. Kutlu.
