başa vermek
hlk. değiş tokuş yaparken üste bazı şeyler vermek.
başağrısı olmak
sıkıntı vermek, uğraştırmak: ‘Efendim nemize lazım, sonra size başağrısı olur.’ –M. Ş. Esendal.
başak bağlamak (tutmak)
arpa, buğday, yulaf vb. ekinlerde başak oluşmak.
basamak yapmak
bir kişiyi, bir durumu bulunduğu konumdan daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak.
başarı göstermek (kazanmak)
başarmak: ‘Arandığı, fikri sorulduğu, başarı kazandığı da oluyordu.’ –R. H. Karay.
başarısızlığa uğramak
başarısız olmak: ‘Paşa acele bir taarruzun başarısızlığa uğramasından çekinmektedir.’ –F. R. Atay.
basireti bağlanmak
iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek: ‘Bazen en mahir canilerin bile böyle mühim nisyanlarda bulunacak kadar basiretleri bağlanır.’ –H. R. Gürpınar.
başı ağrımak
sorunu olmak, sıkıntı içinde bulunmak.
başı bağlanmak
1) evlendirilmek; 2) birini yandaş olarak kazanmak, kendi yanında tutmak: ‘Başı bağlananların vekillerine birer samur kürk gelmiştir.’ –S. Birsel.
başı belada olmak
çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda olmak.
başı belaya girmek (uğramak)
sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak: ‘Bir keresinde başı polisle belaya girmişti.’ –A. Ümit.
başı çatlamak
başı çok ağrımak.
başı dara düşmek
sıkıntıya girmek: ‘Adamın başı dara düşünce yardımına Hayrullah koşmaz da kim koşar?’ –A. İlhan.
başı daralmak
para yönünden sıkıntıya, darlığa düşmek: Başınız daralırsa beni arayın.
başı darda kalmak
parasızlıktan dolayı sıkıntıda olmak.
başı derde girmek
sıkıntılı bir duruma düşmek: ‘İlişkilerdeki rol dağılımını sürekli karıştırdığımdan, benim de temizlikçilerle başım hep derde girmiştir.’ –T. Uyar.
başı dik olmak
1) onurlu, gururlu olmak; 2) cesur, yürekli olmak: ‘Daima başı dik olacak, idare dâhil, kimseye boyun eğmeyecekti.’ –K. Korcan.
başı dönmek
1) insana, eşyanın dönmesi, ayağının altından yerin çekilmesi vb. bir duygu gelmek: ‘Cümle kapısının önüne geldiği zaman başının dönmeye başladığını hissetti.’ –P. Safa. 2) sıkıntı yaratan bir durum karşısında bunalmak; 3) görkemli bir şey karşısında şaşırmak; 4) para veya makam sebebiyle şaşırıp şımarmak.
başı göğe ermek (değmek)
alay beklenmeyen bir mutluluğa ermek.
başı kazan gibi olmak
başında çok ağrı ve uğultulu bir sersemlik olmak: ‘Başım kazan gibiydi, bir kavanoz aspirin içsem ağrımın geçeceğine ihtimal vermiyordum.’ –T. Dursun K.
başı nâra yanmak
başkası uğruna büyük bir zarara uğramak.
başı sıkılmak (sıkışmak)
herhangi bir güçlük karşısında kalmak, bunalmak: ‘Baba dostu bir adam, başı sıkıldıkça Edip Münir ona koşar.’ –H. R. Gürpınar.
başı sıkıya gelmek
herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak: ‘Başımız sıkıya geldi mi hemen onlara koşacağız.’ –Ö. Seyfettin.
başı taşa değmek
ağır bir durum kendisine ders olmak.
başı tutmak
gürültüden veya üzüntüden başı ağrımak: ‘… poker oynanıyor. Yenilirse kızıyor. Başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor.’ –M. Ş. Esendal.
başı üstünde yeri olmak
1) her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak: ‘İyi, sefa geldiler, hoş geldiler, başımızın üstünde yerleri vardı elbet.’ –T. Dursun K. 2) bir düşünce veya davranışı uygun bulmak.
başı yastığa düşmek
yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak: ‘Ve tekrar başı yastığa düştü ve uyudu.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
başı yastık yüzü görmemek
yatağa yatıp uyumuş olmamak.
başı yerine gelmek
zihin yorgunluğu geçmiş olmak.
başıboş kalmak
baskı altında bulunmamak, karışanı, görüşeni olmamak.
başım gözüm üstüne
belirtilen istekleri içtenlikle yapmayı kabul etmeyi anlatan bir söz.
başımla beraber
memnunlukla, seve seve: ‘Ben de postu senin eve sererim. A, gel Sedat, başımla beraber.’ –S. F. Abasıyanık.
başına (…) gelmek
kötü bir durumla karşı karşıya kalmak: ‘Yarın senin de başına bir felaket gelmesinden çok korkuyorum.’ –H. Topuz.
başına balta kesilmek (olmak)
sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek: ‘Bir kere tadına varanlar, yine ondan ver diye başıma balta kesiliyorlar.’ –H. R. Gürpınar.
başına bela açmak
kötü bir olay dolayısıyla dert sahibi olmak: ‘Şu Yaşar kaçakçılıkla başına bir bela açabilir.’ –N. Araz.
başına bela almak
bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek: ‘Al başına belayı, bir de hasta bakıcılık edeceğiz.’ –Z. Selimoğlu.
başına bela olmak (kesilmek)
sıkıntı vermek, tedirgin etmek, musallat olmak.
başına bir hâl gelmek
1) kötü bir duruma uğramak; 2) ölüm ihtimali olmak.
başına çalsın!
birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için kullanılan bir söz.
başına çıkarmak
şımartmak, çok yüz vermek.
başına dert açmak
kendini kötü ve zor bir duruma düşürmek: ‘Giderayak başımıza yeni bir dert açmayasın!’ –A. İlhan.
başına devlet (talih) kuşu konmak
beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.
başına dikmek
1) birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek: ‘Başıma bir nöbetçi diktikten sonra bırakıp gitti.’ –T. Buğra. 2) bir içeceği kabı yukarı kaldırarak sonuna dek içmek: ‘Orada alışmışlar, su yerine lık lık lık bira şişesini dikerlermiş başlarına, içerlermiş.’ –T. Dursun K.
başına dolamak
musallat etmek.
başına dünyanın belasını sarmak
büyük felaket getirmek: ‘Sonradan Kayabaşı’nın başına ve bizim başımıza dünyanın belasını saracak kadar zengindik.’ –T. Dursun K.
başına geçirmek
1) başına giymek: Şapkasını başına geçirdi. 2) bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak: Şimdi tencereyi başına geçiririm!
başına güneş geçmek
güneş çarpmak.
başına iş açmak
uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak: ‘Herkesten size ne? Çocuğun başına iş açacaksınız.’ –N. Hikmet.
başına iş çıkarmak
istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
başına iş çıkmak
hoşa gitmeyen ve beklenmedik bir iş veya olayla karşılaşmak.
başına kakmak (kakınç etmek)
yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek: ‘Ali Rıza Bey onu şirkete yerleştirmekle Allah razı olsun, büyük bir iyilik etmişti. Fakat onu ikide birde başına kakması doğru olmazdı.’ –R. N. Güntekin.
başına kan çıkmak
öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek: ‘Bizim merkez memuru celallidir, başına çabuk kan çıkar, hatırınızı kıracak şeyler yapar.’ –P. Safa.
başına karalar bağlamak
çok kederlenmek.
başına taç etmek
çok değer vermek, ilgi göstermek.
başına taş düşmek (yağmak)
felakete uğramak.
başına vur, ağzından lokmasını al
uysal ve sessiz kimseler için kullanılan bir söz: ‘Temizdim, sakindim, başıma vur, ağzımdan lokmamı al.’ –A. Gündüz.
başına vurmak
1) içki, gaz veya sıcak baş ağrısı yapmak; 2) dayanamaz olmak: Bekârlık başına vurdu. 3) ne yapacağını bilemez hâle gelmek: ‘Bu harp başına vurdu galiba, sapıtmışsın sen.’ –R. Erduran.
başına yıkmak
harap etmek, zor durumda bırakmak: ‘Babamın evinden çıktım / Evini başına yıktım’ –Halk türküsü.
başında kavak yeli esmek
1) genç sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak: ‘Kocası yaşlı diye genç bir kadının başında kavak yelleri estiğine hükmetmek lazım gelmez.’ –R. H. Karay. 2) gerçekleşmeyecek şeyler düşünerek vakit geçirmek.
başında paralansın
yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz.
başında torbası eksik
kaba saba, yontulmamış (kimse).
başından almak
kurtarmak, sorumluluğunu almak: ‘Çiftlikte bir kısım toprakları başımızdan alacak müşteriyi beklemekten başka bir tasamız kalmadı.’ –R. N. Güntekin.
başından aşağı kaynar sular dökülmek
üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntı duymak.
başından atmak
1) yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak: ‘Madem bunları siz kendi başınızdan atmak istiyorsunuz, emanet olarak şu masaya bırakın.’ –S. Birsel. 2) sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek: ‘Hilmi Efendi’yi başlarından atmak yolunu arıyorlardı.’ –R. H. Karay.
başından büyük işlere girişmek (kalkışmak)
gücünün üstünde olan işlere kalkışmak.
başından geçmek
daha önce aynı duruma uğramış olmak.
başından korkmak
hayatından kaygı duymak, cezalandırılmaktan korkmak.
başından savmak
bir istekte bulunanı sözde bir sebeple uzaklaştırmak: ‘Yoksa başımdan savmak için akla karayı mı seçeceğim?’ –R. H. Karay.
başını ağrıtmak
1) gereksiz sözlerle birini bunaltmak; 2) bir iş için birini tedirgin etmek, uğraştırmak: ‘İkide bir ah Çingeneler vah Çingeneler diye gelip böyle başımı ağrıtma.’ –O. C. Kaygılı.
başını alıp gitmek
izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak: ‘Bir akşam ciğerci söve saya kondusundan çıktı. Başını alıp gitti.’ –A. Kulin.
başını ateşlere yakmak
başına büyük bir dert almak.
başını bağlamak
1) başına örtü vb. bağlamak; 2) birini nişanlamak veya evlendirmek.
başını belaya sokmak
birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek: ‘Ayrıca benim başımı belaya sokmaktan da çekinmiş olabilir.’ –A. Ümit.
başını bir yere bağlamak
birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başıboşluktan kurtarmak.
başını boş bırakmak
yalnız veya serbest bırakmak.
başını çıkarmak
bitki filizlenmeye başlamak.
başını derde sokmak
sıkıntılı bir duruma girmek veya getirilmek.
başını dik tutmak
onurunu korumak.
başını dinlemek
kafasını dinlemek: ‘Robenson, akıllı Robenson’um / Ne imreniyorum sana bilsen / Göstersen adana giden yolu / Başımı dinlemek istiyorum’ –C. S. Tarancı.
başını döndürmek
1) mutluluktan yarı sarhoş duruma getirmek; 2) kendine hayran bırakmak.
başını duman almak
efkârlanmak.
başını ezmek
bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.
başını gözünü yarmak
bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.
başını kaldırmamak (kaldıramamak)
1) bir işi aralıksız sürdürmek; 2) iyileşememek, yataktan çıkamamak.
başını kaşımaya (kaşıyacak) vakti olmamak
arada en ufak başka bir iş yapamayacak kadar sıkışık durumda bulunmak: ‘Büyük babanın artık başını kaşıyacak vakti yoktur. Kâh çocukları kırda oynamaya götürüyor, kâh onlara ocakbaşında masallar söylüyor.’ –R. N. Güntekin.
başını koltuğunun altına almak
ölümü göze alarak bir işe girişmek.
başını kurtarmak
1) canını korumak; 2) geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
başını ortaya koymak
bir işe girişirken ölümü göze almak.
başını taştan taşa vurmak
çaresiz kalarak çok pişman olmak.
başını uçurmak
kellesini uçurmak.
başını vermek
kendini feda etmek.
başını yakmak
güç bir duruma sokmak.
başının çaresine bakmak
kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
başının derdine düşmek
başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak.
başının gözünün sadakası
başa gelecek bir belayı savmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri: ‘Bir herif çıksa da şunu başımdan alsa… Başım gözüm sadakası üç beş parça eşya, beş, on kuruş da para veririm.’ –R. N. Güntekin.
basıp geçmek
1) önde gideni geçmek: ‘Yastık koşusunu kazanan tayın, biraz idman edilirse çok atları basıp geçeceğini konuşuyorlardı.’ –M. Ş. Esendal. 2) önem vermeyerek uğramamak.
basıp gitmek
birdenbire gitmek, aklına koyduğu şeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaşmak, çekip gitmek.
başka işi yok mu?
‘bu işe ne diye karışıyor, bu iş onu ilgilendirmez’ anlamında kullanılan bir söz.
baskı yapmak
1) bir kimseyi bir işi yapmaya zorlamak, zor kullanmak; 2) sp. oyuncunun rahat hareket etmesini engellemek.
baskıda kalmak
yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmı sertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkamamak.
