Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

bağlı kalmak

uymak, tabi olmak: ‘Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma ant içerim.’ –Anayasa.

bağrı yanmak

1) üzüntü çekmek, çok acı duymak: ‘En büyüğünü kaybeden halk sanatkârının birkaç mısrası ile türkü bize bağrı yanan Anadolu’nun feryadını getirecek.’ –B. R. Eyuboğlu. 2) çok susamış olmak.

bağrına basmak

1) kucaklamak: ‘İzmir’den kalkıp Mısır’a kadar beni görmeye, beni okşamaya, beni bağrına basıp sevmeye gelirdi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) biriyle ilgilenerek onu koruyup kayırmak, yetiştirmek: ‘Sen onu bambaşka duygularla, heyecanlarla bağrına basmak isteyeceksin.’ –E. Bener.

bağrına taş basmak

sesini çıkarmaksızın her türlü acıya katlanmak: ‘Acı çekerdim ama makul bir çocuktum. Bağrıma taş bastım.’ –A. Kutlu.

bağrını delmek

çok dokunmak, içine işlemek.

bağrını ezmek

üzülmek, dertlenmek: ‘Kışlanın uğrunda bir ufak mezar / Anama söylemen bağrını ezer’ –Halk türküsü.

baharı başına vurmak

alay gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırı davranışta bulunmak.

bahis açmak

belli bir konuda konuşmaya başlamak: ‘Senden bahis açılmadıkça susmak isterim.’ –S. F. Abasıyanık.

bahse girmek (tutuşmak)

görüşünde veya iddiasında haklı çıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak.

bahsi geçmek

1) bir konu üzerinde konuşulmuş olmak; 2) söz konusu edilmek.

bahsi kapamak

bir konu üzerindeki konuşmayı kesmek.

bahsi kaybetmek

ileri sürülen, savunulan görüşün yanlış olduğu ortaya çıkmak.

bahsi kazanmak

ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak.

bahsi tazelemek

konuşmayı aynı konu üzerine getirmek: ‘İkide bir, bahsi tazeleyip bir yandan da etrafı araştırıyordu.’ –E. E. Talu.

bahtı açık olmak

herhangi bir konuda şansı yaver gitmek, talih yüzüne gülmek: ‘Zaten başak burcunda doğmuş ananın kızında evlenme bahtı açık olur.’ –H. R. Gürpınar.

bahtı açılmak

talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek.

bahtı bağlı olmak

1) talihi kapalı olmak; 2) kız için evlenecek istekli çıkmamak.

bahtı kapanmak

1) talihsizliğe uğramak, istenen sonuca ulaşmamak; 2) evlenememek.

bahtı kara olmak

sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak.

bahtına küsmek

talihsizliğinden yakınmak.

bakır çalmak

bakır kapta oluşan bakır tuzları nedeniyle yemek insanı zehirlemek.

bakış atmak

kısa bir süre bakıp geçmek: ‘İki yanından bağrışanlara anlamadığı bir dilden konuşuyorlarmış gibi birer bakış attı.’ –N. Cumalı.

bakkala bırakma!

bir işi ‘bakalım’ diyerek savsaklamak isteyenlere söylenen bir söz.

bakla dökmek (atmak)

bakla ile fala bakmak.

bakla kadar

çok iri (böcek).

baklava börek olsa yemem

fazlasıyla tok olunduğunda söylenen bir söz.

baklayı ağzından çıkarmak

açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak: ‘Bırak muamma konuşmayı / Çıkar ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin’ –C. S. Tarancı.

baktıkça alır

‘güzelliği birdenbire göze çarpmaz’ anlamında kullanılan bir söz.

bal alacak çiçeği bilmek (bulmak)

çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek, bulmak.

bal dök de yala

bir yerin çok temiz olduğunu anlatan bir söz: ‘Nuri, şöyle böyle ama teyzen çok temiz bir kadına benziyor. Evin her tarafına bal dök de yala.’ –H. R. Gürpınar.

bal gibi

1) pek tatlı; 2) şüpheye yer bırakmadan, çok iyi, adamakıllı: ‘Hepsi o kadar sahici ki telefonun öbür ucundaki, bal gibi inanıyor.’ –T. Halman.

bal mumu gibi erimek

çok zayıflamak.

bal mumu yapıştırmak

söz, davranış vb.nin unutulmaması için bir işaret koyup dikkati çekmek: ‘Pervin’in şimdilik bu sözüne bir bal mumu yapıştırarak tekrar Bedia yengeye döndüm.’ –R. N. Güntekin.

balık kavağa çıkınca

alay hiçbir zaman.

ballı börek olmak

çok iyi anlaşmak.

balo vermek

balo hazırlamak, düzenlemek: ‘İki ay sonra sahici bir balo vereceğiz.’ –H. E. Adıvar.

balon uçurmak

ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarını anlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak.

balon yapmak

bisiklet, araba vb.nde lastiğin yüzeyinde şişlik oluşmak.

balta değmemiş (girmemiş, görmemiş)

içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru).

balta vurmak

balta ile kesmek, parçalamak: ‘Sakın kesme, yaş ağaca balta vuran el onmaz.’ –M. E. Yurdakul.

baltası kütükten çıkmak

bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak.

baltayı taşa vurmak

farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak: ‘Baltayı taşa mı vurduk, diyor, iyice görmemiş olacağım.’ –M. Ş. Esendal.

balya yapmak

balyalamak.

balyoz gibi

çok ağır, ezici (kol veya yumruk).

bana bak!

tkz. ‘beni dinle’ anlamında kullanılan bir seslenme ve gözdağı sözü: Bana bak, karışmam sonra!

bana da … demesinler

bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenen bir söz: ‘Fırat’ın iki yakasını birbirine bağlamazsam bana da vali demesinler.’ –A. Kulin.

bana da mı lolo

bir sözün, bir tutumun veya davranışın gerçek ve geçerli olmadığını, başkalarının söz konusu olayda aldanabileceğini ancak söz sahibinin aldanmayacağını, aldatılamayacağını belirten bir söz.

bana mısın dememek

hiçbir şey etkili olmamak, hiçbir şeye aldırış etmemek: ‘Kilidi çekiştiriyorum, bana mısın demiyor.’ –A. Ümit.

banda almak

bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek.

banka gibi

çok zengin (kimse).

bankaya yatırmak

bankadaki hesabına para koymak, biriktirmek: ‘İyi kazanmıyordu fakat ne kazanıyorsa hepsini bankaya yatırıyordu.’ –T. Dursun K.

banko geçmek

yarışlarda, toto, loto vb. oyunlarda, bir atın veya sayının kesin olarak tutturulacağını tahmin edip işaretlemek.

bant çözmek

manyetik bir bant üzerine alınmış sesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek.

bant doldurmak

bir banda ses kaydetmek.

bar tutmak

bar oynamak için hazırlanmak ve oyuna başlamak.

barajı aşmak

herhangi bir sebeple konulmuş olan koşulu yerine getirip başarı sağlamak.

bardağı taşıran damla

sabır tüketen aşırı davranış veya durum: ‘Son tartışmamızın bardağı taşıran damla olduğu belli oluyordu.’ –E. Bener.

bardağı taşırmak

sabrını tüketmek: Son davranışı bardağı taşırmaya yetti.

bardaktan boşanırcasına yağmak

yağmur çok şiddetli yağmak: ‘Sabahleyin yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.’ –Ö. Seyfettin.

barış görüş olmak

hlk. her türlü dargınlığı unutarak barışmak.

barut fıçısı gibi

1) çok kızgın, sinirli (kimse): ‘Sadi Nahit’i delice kıskanıyordu, içi bir barut fıçısı gibi hasetle doluydu.’ –T. Buğra. 2) kavgaya yol açacak (durum).

barut gibi

1) öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse): ‘Hocamız barut gibi sert bir adam.’ –H. R. Gürpınar. 2) pek ekşi; 3) acı.

barut kesilmek (olmak)

çok öfkelenmek.

barut kokusu gelmek

savaş tehlikesi sezilmek.

barutla oynamak

tehlikeli işlerle uğraşmak.

baş (başı) çekmek

herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak: ‘Hacı Reşit’in dükkânında post kuran orta yolcular arasında Muallim Naci başı çeker.’ –S. Birsel.

baş ağrıtmak

tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak.

baş aşağı düşmek

kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak: ‘Onun için hayatın bütün kanunu, bütün manası bu baş aşağı düşüşteydi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

baş aşağı etmek

tersine çevirmek.

baş aşağı gelmek

tepesi üstü düşmek.

baş aşağı gitmek

işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek.

baş bağlamak

1) başına bir örtü örtmek; 2) başak vermek; 3) birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek; 4) hlk. nişanlanmak.

baş başa bırakmak

birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak: ‘İçten içe bu duruma memnun olarak onları kavgalarıyla baş başa bıraktım.’ –A. Ümit.

baş başa olmak

birlikte bulunmak, beraber yaşamak: ‘Keyfimizce yaşamamıza mâni olur, baş başa olmamızı tercih ederim.’ –R. H. Karay.

baş başa vermek

1) iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak: ‘Nahiye müdürü, mebus ve belediye reisi ile baş başa vererek bir şeyler konuşuyor.’ –R. N. Güntekin. 2) dayanışmak: ‘Neydi onunla böyle sıkı fıkı baş başa vermen, gizli planlar kuracak tenha köşelere çekilmen?’ –N. F. Kısakürek.

baş bulmak

kazanç bırakmak: Bu fiyata verirsem baş bulmaz.

baş çevirtmek

1) başı arkaya doğru döndürtmek; 2) mec. birinin arkasından hayranlıkla baktırmak: ‘Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu.’ –H. C. Yalçın.

baş döndürmek

başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırı heyecanlandırmak: ‘Ordu karargâhına giriş, artık bir mabede çıkılıyor gibi baş döndürür.’ –F. R. Atay.

baş edememek

1) gücü yetmemek; 2) engel olamamak.

baş eğmek

1) saygı göstermek için baş eğerek selamlamak: ‘Ulema, şeyhler, yerden selam verdiler, baş eğip el öptüler.’ –R. E. Ünaydın. 2) direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek: ‘Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor’ –F. N. Çamlıbel.

baş eldeyken

ölmeden, yaşarken, sağken.

baş etmek

1) gücü yetmek: ‘Ben onlarla baş etmeye çalışıyordum ki Hasan’ın kapısı birden açıldı.’ –E. Bener. 2) başarı kazanmak.

baş gelmek

yenmek, gücü yetmek: Bir orduya baş gelir.

baş göstermek

belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak: ‘Komün üyeleri arasında sorunlar baş göstermeye başladı.’ –A. Ümit.

baş göz etmek

hlk. evlendirmek: ‘Oğullarının artık normal bir yaşam süreceğini sanan anne baba ona güzel de bir kız bularak baş göz etmişler.’ –A. Ümit.

baş göz olmak

hlk. evlenmek.

baş kesmek

selam vermek için baş eğmek: ‘Gülerken de göğsünün sağ köşesine baş kesmeyi unutmaz.’ –S. Birsel.

baş kıç vurmak

den. baştan gelen dalgalarla gemi, başı ve kıçı üzerinde inip kalkmak.

baş koşmak

bir işi başarmak için çalışmak: ‘Artık evde herkesten fazla bağırıp gülmüyor, çocuklarla eskisi gibi baş koşmuyordu.’ –R. N. Güntekin.

baş olmak

1) küçük bir işte de olsa başta olmak, sözü dinlenir bir kimse olmak; 2) önde gelmek, lider olmak: ‘Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz.’ –B. Felek.

baş tacı etmek

çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.

bas tutmak

ince sesli çalgılara tek perdeden eşlik etmek.

baş üstünde tutmak

çok iyi ağırlamak.

baş üstünde yeri var

‘büyük bir saygı ve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır’ anlamında kullanılan bir söz.

baş vermek

1) çıban olgunlaşmak; 2) buğday vb. bitkiler başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak; 3) gemi, kayık vb.ni döndürmek, çevirmek: ‘En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi.’ –S. F. Abasıyanık. 4) ortaya çıkmak, belirmek: ‘Fransızlardan, neler olup bittiğini, neden müttefikler arasında bazı sorunların baş vermiş olduğunu öğrenmeleri isteniyordu.’ –A. Kulin.

baş yakmak

kötü duruma düşürmek.

baş yemek

1) birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak; 2) birinin güç duruma düşmesine yol açmak.

başa baş gelmek (kalmak)

1) eşit olmak, denk olmak; 2) berabere kalmak.

başa gelmek

kötü bir durumla karşı karşıya kalmak.

başa güreşmek

1) yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak; 2) mec. en üstün sonucu elde etmek veya bir işte en üst noktaya gelmek için mücadele vermek.

Sayfa 21 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü