bağlı kalmak
uymak, tabi olmak: ‘Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma ant içerim.’ –Anayasa.
bağrı yanmak
1) üzüntü çekmek, çok acı duymak: ‘En büyüğünü kaybeden halk sanatkârının birkaç mısrası ile türkü bize bağrı yanan Anadolu’nun feryadını getirecek.’ –B. R. Eyuboğlu. 2) çok susamış olmak.
bağrına basmak
1) kucaklamak: ‘İzmir’den kalkıp Mısır’a kadar beni görmeye, beni okşamaya, beni bağrına basıp sevmeye gelirdi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) biriyle ilgilenerek onu koruyup kayırmak, yetiştirmek: ‘Sen onu bambaşka duygularla, heyecanlarla bağrına basmak isteyeceksin.’ –E. Bener.
bağrına taş basmak
sesini çıkarmaksızın her türlü acıya katlanmak: ‘Acı çekerdim ama makul bir çocuktum. Bağrıma taş bastım.’ –A. Kutlu.
bağrını delmek
çok dokunmak, içine işlemek.
bağrını ezmek
üzülmek, dertlenmek: ‘Kışlanın uğrunda bir ufak mezar / Anama söylemen bağrını ezer’ –Halk türküsü.
baharı başına vurmak
alay gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırı davranışta bulunmak.
bahis açmak
belli bir konuda konuşmaya başlamak: ‘Senden bahis açılmadıkça susmak isterim.’ –S. F. Abasıyanık.
bahse girmek (tutuşmak)
görüşünde veya iddiasında haklı çıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak.
bahsi geçmek
1) bir konu üzerinde konuşulmuş olmak; 2) söz konusu edilmek.
bahsi kapamak
bir konu üzerindeki konuşmayı kesmek.
bahsi kaybetmek
ileri sürülen, savunulan görüşün yanlış olduğu ortaya çıkmak.
bahsi kazanmak
ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak.
bahsi tazelemek
konuşmayı aynı konu üzerine getirmek: ‘İkide bir, bahsi tazeleyip bir yandan da etrafı araştırıyordu.’ –E. E. Talu.
bahtı açık olmak
herhangi bir konuda şansı yaver gitmek, talih yüzüne gülmek: ‘Zaten başak burcunda doğmuş ananın kızında evlenme bahtı açık olur.’ –H. R. Gürpınar.
bahtı açılmak
talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek.
bahtı bağlı olmak
1) talihi kapalı olmak; 2) kız için evlenecek istekli çıkmamak.
bahtı kapanmak
1) talihsizliğe uğramak, istenen sonuca ulaşmamak; 2) evlenememek.
bahtı kara olmak
sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak.
bahtına küsmek
talihsizliğinden yakınmak.
bakır çalmak
bakır kapta oluşan bakır tuzları nedeniyle yemek insanı zehirlemek.
bakış atmak
kısa bir süre bakıp geçmek: ‘İki yanından bağrışanlara anlamadığı bir dilden konuşuyorlarmış gibi birer bakış attı.’ –N. Cumalı.
bakkala bırakma!
bir işi ‘bakalım’ diyerek savsaklamak isteyenlere söylenen bir söz.
bakla dökmek (atmak)
bakla ile fala bakmak.
bakla kadar
çok iri (böcek).
baklava börek olsa yemem
fazlasıyla tok olunduğunda söylenen bir söz.
baklayı ağzından çıkarmak
açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak: ‘Bırak muamma konuşmayı / Çıkar ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin’ –C. S. Tarancı.
baktıkça alır
‘güzelliği birdenbire göze çarpmaz’ anlamında kullanılan bir söz.
bal alacak çiçeği bilmek (bulmak)
çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek, bulmak.
bal dök de yala
bir yerin çok temiz olduğunu anlatan bir söz: ‘Nuri, şöyle böyle ama teyzen çok temiz bir kadına benziyor. Evin her tarafına bal dök de yala.’ –H. R. Gürpınar.
bal gibi
1) pek tatlı; 2) şüpheye yer bırakmadan, çok iyi, adamakıllı: ‘Hepsi o kadar sahici ki telefonun öbür ucundaki, bal gibi inanıyor.’ –T. Halman.
bal mumu gibi erimek
çok zayıflamak.
bal mumu yapıştırmak
söz, davranış vb.nin unutulmaması için bir işaret koyup dikkati çekmek: ‘Pervin’in şimdilik bu sözüne bir bal mumu yapıştırarak tekrar Bedia yengeye döndüm.’ –R. N. Güntekin.
balık kavağa çıkınca
alay hiçbir zaman.
ballı börek olmak
çok iyi anlaşmak.
balo vermek
balo hazırlamak, düzenlemek: ‘İki ay sonra sahici bir balo vereceğiz.’ –H. E. Adıvar.
balon uçurmak
ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarını anlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak.
balon yapmak
bisiklet, araba vb.nde lastiğin yüzeyinde şişlik oluşmak.
balta değmemiş (girmemiş, görmemiş)
içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru).
balta vurmak
balta ile kesmek, parçalamak: ‘Sakın kesme, yaş ağaca balta vuran el onmaz.’ –M. E. Yurdakul.
baltası kütükten çıkmak
bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak.
baltayı taşa vurmak
farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak: ‘Baltayı taşa mı vurduk, diyor, iyice görmemiş olacağım.’ –M. Ş. Esendal.
balya yapmak
balyalamak.
balyoz gibi
çok ağır, ezici (kol veya yumruk).
bana bak!
tkz. ‘beni dinle’ anlamında kullanılan bir seslenme ve gözdağı sözü: Bana bak, karışmam sonra!
bana da … demesinler
bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenen bir söz: ‘Fırat’ın iki yakasını birbirine bağlamazsam bana da vali demesinler.’ –A. Kulin.
bana da mı lolo
bir sözün, bir tutumun veya davranışın gerçek ve geçerli olmadığını, başkalarının söz konusu olayda aldanabileceğini ancak söz sahibinin aldanmayacağını, aldatılamayacağını belirten bir söz.
bana mısın dememek
hiçbir şey etkili olmamak, hiçbir şeye aldırış etmemek: ‘Kilidi çekiştiriyorum, bana mısın demiyor.’ –A. Ümit.
banda almak
bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek.
banka gibi
çok zengin (kimse).
bankaya yatırmak
bankadaki hesabına para koymak, biriktirmek: ‘İyi kazanmıyordu fakat ne kazanıyorsa hepsini bankaya yatırıyordu.’ –T. Dursun K.
banko geçmek
yarışlarda, toto, loto vb. oyunlarda, bir atın veya sayının kesin olarak tutturulacağını tahmin edip işaretlemek.
bant çözmek
manyetik bir bant üzerine alınmış sesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek.
bant doldurmak
bir banda ses kaydetmek.
bar tutmak
bar oynamak için hazırlanmak ve oyuna başlamak.
barajı aşmak
herhangi bir sebeple konulmuş olan koşulu yerine getirip başarı sağlamak.
bardağı taşıran damla
sabır tüketen aşırı davranış veya durum: ‘Son tartışmamızın bardağı taşıran damla olduğu belli oluyordu.’ –E. Bener.
bardağı taşırmak
sabrını tüketmek: Son davranışı bardağı taşırmaya yetti.
bardaktan boşanırcasına yağmak
yağmur çok şiddetli yağmak: ‘Sabahleyin yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.’ –Ö. Seyfettin.
barış görüş olmak
hlk. her türlü dargınlığı unutarak barışmak.
barut fıçısı gibi
1) çok kızgın, sinirli (kimse): ‘Sadi Nahit’i delice kıskanıyordu, içi bir barut fıçısı gibi hasetle doluydu.’ –T. Buğra. 2) kavgaya yol açacak (durum).
barut gibi
1) öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse): ‘Hocamız barut gibi sert bir adam.’ –H. R. Gürpınar. 2) pek ekşi; 3) acı.
barut kesilmek (olmak)
çok öfkelenmek.
barut kokusu gelmek
savaş tehlikesi sezilmek.
barutla oynamak
tehlikeli işlerle uğraşmak.
baş (başı) çekmek
herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak: ‘Hacı Reşit’in dükkânında post kuran orta yolcular arasında Muallim Naci başı çeker.’ –S. Birsel.
baş ağrıtmak
tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak.
baş aşağı düşmek
kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak: ‘Onun için hayatın bütün kanunu, bütün manası bu baş aşağı düşüşteydi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
baş aşağı etmek
tersine çevirmek.
baş aşağı gelmek
tepesi üstü düşmek.
baş aşağı gitmek
işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek.
baş bağlamak
1) başına bir örtü örtmek; 2) başak vermek; 3) birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek; 4) hlk. nişanlanmak.
baş başa bırakmak
birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak: ‘İçten içe bu duruma memnun olarak onları kavgalarıyla baş başa bıraktım.’ –A. Ümit.
baş başa olmak
birlikte bulunmak, beraber yaşamak: ‘Keyfimizce yaşamamıza mâni olur, baş başa olmamızı tercih ederim.’ –R. H. Karay.
baş başa vermek
1) iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak: ‘Nahiye müdürü, mebus ve belediye reisi ile baş başa vererek bir şeyler konuşuyor.’ –R. N. Güntekin. 2) dayanışmak: ‘Neydi onunla böyle sıkı fıkı baş başa vermen, gizli planlar kuracak tenha köşelere çekilmen?’ –N. F. Kısakürek.
baş bulmak
kazanç bırakmak: Bu fiyata verirsem baş bulmaz.
baş çevirtmek
1) başı arkaya doğru döndürtmek; 2) mec. birinin arkasından hayranlıkla baktırmak: ‘Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu.’ –H. C. Yalçın.
baş döndürmek
başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırı heyecanlandırmak: ‘Ordu karargâhına giriş, artık bir mabede çıkılıyor gibi baş döndürür.’ –F. R. Atay.
baş edememek
1) gücü yetmemek; 2) engel olamamak.
baş eğmek
1) saygı göstermek için baş eğerek selamlamak: ‘Ulema, şeyhler, yerden selam verdiler, baş eğip el öptüler.’ –R. E. Ünaydın. 2) direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek: ‘Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor’ –F. N. Çamlıbel.
baş eldeyken
ölmeden, yaşarken, sağken.
baş etmek
1) gücü yetmek: ‘Ben onlarla baş etmeye çalışıyordum ki Hasan’ın kapısı birden açıldı.’ –E. Bener. 2) başarı kazanmak.
baş gelmek
yenmek, gücü yetmek: Bir orduya baş gelir.
baş göstermek
belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak: ‘Komün üyeleri arasında sorunlar baş göstermeye başladı.’ –A. Ümit.
baş göz etmek
hlk. evlendirmek: ‘Oğullarının artık normal bir yaşam süreceğini sanan anne baba ona güzel de bir kız bularak baş göz etmişler.’ –A. Ümit.
baş göz olmak
hlk. evlenmek.
baş kesmek
selam vermek için baş eğmek: ‘Gülerken de göğsünün sağ köşesine baş kesmeyi unutmaz.’ –S. Birsel.
baş kıç vurmak
den. baştan gelen dalgalarla gemi, başı ve kıçı üzerinde inip kalkmak.
baş koşmak
bir işi başarmak için çalışmak: ‘Artık evde herkesten fazla bağırıp gülmüyor, çocuklarla eskisi gibi baş koşmuyordu.’ –R. N. Güntekin.
baş olmak
1) küçük bir işte de olsa başta olmak, sözü dinlenir bir kimse olmak; 2) önde gelmek, lider olmak: ‘Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz.’ –B. Felek.
baş tacı etmek
çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.
bas tutmak
ince sesli çalgılara tek perdeden eşlik etmek.
baş üstünde tutmak
çok iyi ağırlamak.
baş üstünde yeri var
‘büyük bir saygı ve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır’ anlamında kullanılan bir söz.
baş vermek
1) çıban olgunlaşmak; 2) buğday vb. bitkiler başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak; 3) gemi, kayık vb.ni döndürmek, çevirmek: ‘En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi.’ –S. F. Abasıyanık. 4) ortaya çıkmak, belirmek: ‘Fransızlardan, neler olup bittiğini, neden müttefikler arasında bazı sorunların baş vermiş olduğunu öğrenmeleri isteniyordu.’ –A. Kulin.
baş yakmak
kötü duruma düşürmek.
baş yemek
1) birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak; 2) birinin güç duruma düşmesine yol açmak.
başa baş gelmek (kalmak)
1) eşit olmak, denk olmak; 2) berabere kalmak.
başa gelmek
kötü bir durumla karşı karşıya kalmak.
başa güreşmek
1) yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak; 2) mec. en üstün sonucu elde etmek veya bir işte en üst noktaya gelmek için mücadele vermek.
