Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

ayakaltına almak

hakir görmek, gözden çıkarmak: ‘Bunlar kolay kolay ayakaltına alınamaz, değil mi?’ –R. N. Güntekin.

ayakaltında bırakmak

ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak.

ayakaltında dolaşmak

bir işe yaramadığı hâlde herkesin işine engel olacak bir biçimde ortalıkta dolaşmak.

ayakkabı vurmak

ayakkabı ayağı zedelemek, ayağı rahatsız etmek.

ayakkabılarını çevirmek

1) konuk ayakkabılarını gidiş yönüne doğru düzgün bir biçimde sıralamak; 2) mec. bazı davranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.

ayaklar altına almak

önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek: Şerefini, namusunu ayaklar altına aldı.

ayaklar baş, başlar ayak olmak

değersiz kimseler başa geçip değerli kimseler ise en geride bırakılmak.

ayakları geri geri gitmek

bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek.

ayakları üstünde durmak

başkasının yardımına ihtiyaç duymadan güçlü bir biçimde sorunları çözebilecek durumda olmak.

ayakları yere değmemek

çok sevinmek.

ayaklarına (ayağına) kara su (sular) inmek

çok yorulmak, güçsüz, dermansız kalmak: ‘Bu şehirde akşama doğru / İçime korku / Ayaklarıma kara su iner’ –B. Necatigil.

ayaklarını yerden kesmek

bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak.

ayakta kalmak

1) oturacak yer bulamamak; 2) yıkılmamak, çökmemek: Bu yapı beş yüz yıldan beri ayakta kalmıştır. 3) değerini yitirmemek, önemini korumak: ‘Ömrü boyunca bu vatan için, bu devletin ayakta kalabilmesi için çalıştı.’ –A. Ümit.

ayakta uyumak

aşırı dalgın, şaşkın veya yorgun olmak.

ayaz kesmek

uzun süre soğukta kalıp üşümek.

ayaz vurmak

sebze ve meyveler donmak.

ayazda kalmak

1) soğukta kalmak; 2) argo boş yere beklemek; 3) argo eline bir şey geçmemek.

aydedeye misafir olmak

gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek.

aygır gibi

iri yarı, cüsseli, güçlü (kimse).

ayı gibi

1) iri yarı; 2) kaba, anlayışsız (kimse).

ayı yavrusu ile oynuyor

alay iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakası yapması veya gücünü onda denemesi karşısında söylenen bir söz.

ayıbını yüzüne vurmak

birinin kusurunu yüzüne söylemek.

ayıkla pirincin taşını!

bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılan bir söz: ‘Karıya bir de nikâh yaptırdı mı ondan sonra ayıkla artık pirincin taşını!’ –O. Kemal.

ayılık etmek

kaba davranmak.

ayılıp bayılmak

1) birini kendinden geçercesine sevmek; 2) aşırı ölçüde sinir bunalımları geçirmek.

ayın on dördü gibi

yüzü çok güzel (kadın veya kız).

ayınları çatlatmak

ayın harfinin Arapçaya özgü sesini gırtlakta boğumlamaya çalışmak.

ayıp kaçmak

argo uygun düşmemek: ‘Daha ne sözler ki açıklayamam burada, ayıp kaçar.’ –M. Seyda.

ayıptır söylemesi

1) ‘bunu söylemek size karşı saygısızlık olacak ancak söylemek zorundayım’ anlamında özür dilemek için kullanılan bir söz: ‘Ayıptır söylemesi, muzundan dalağına kadar ne bulurlarsa yedirdiler.’ –A. Ümit. 2) ‘övünmek gibi olmasın ama’ anlamında kullanılan bir söz: Ayıptır söylemesi, akşam kuzu dolması yedik.

ayıya kaval çalmak

anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.

ayıyı vurmadan postunu satmak

henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak.

aykırı düşmek

uygun gelmemek, ters gelmek, ters düşmek: ‘Yüzük ona biraz aykırı düşen bir parlaklıkla parmağında parlıyordu.’ –T. Buğra.

aylak adam işidir

‘işsiz güçsüz adama uygun bir iştir’ anlamında kullanılan bir söz.

aylığa geçmek

1) çalışması karşılığı olarak her ay belirli bir para alınacak bir işe başlamak, maaşa geçmek; 2) gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.

aylık bağlamak

emekli olan veya başka sebeplerle çalışmayanlara her ay için belirli bir parayı ödemeyi üstlenmek, maaş bağlamak.

ayna gibi

1) dümdüz ve parlak; 2) kımıltısız, durgun (deniz).

aynı ağzı kullanmak

aynı şeyi söylemek, aynı düşünceyi ileri sürmek.

aynı kapıya çıkmak

sonuç bakımından fark etmemek, aynı sonuca varmak.

aynı karede yer almak (bulunmak)

1) kameranın çektiği görüntü içinde birlikte bulunmak; 2) mec. biriyle duygu ve düşüncesi aynı olmak.

aynı potada erimek

benzer konuları ve sorunları birlikte düşünmek veya değerlendirmek.

aynı telden çalmak

aynı şeyi söylemek.

aynı yolun yolcusu (olmak)

1) kötü sonları birbirine benzer olan: ‘O haspa da aynı yolun yolcusu, elbet birbirlerini kollayacaklar.’ –A. İlhan. 2) kaderleri, düşünceleri, davranışları birbirine benzer olan: ‘Bu inanç aynı yolun yolcusu olmak niteliğini yitirecek ve siyasal rekabete dönüşecektir.’ –M. C. Anday.

ayraç açmak

söz veya yazı içine, asıl konu ile ilgisi az olan bir bölüm sıkıştırmak.

ayranı kabarmak

1) öfkelenmek, coşmak; 2) aşırı bir cinsel arzu duymak: ‘Sadrazamın ayranı kabarsın diye üç gün beklenildikten sonra … gelini, alayla, eşinin konağına iletmişlerdir.’ –S. Birsel.

ayranı yok içmeye, atla (tahtırevanla) gider sıçmaya

kaba yoksulluğuna bakmadan gösteriş yapmaya kalkanların gülünçlüğünü anlatmak için kullanılan bir söz.

ayranım budur, yarısı sudur

bir iş yarım yamalak yapıldığında özür dilemek için söylenen bir söz.

ayrı baş çekmek

topluluktan ayrılıp kendi başına iş yapmak.

ayrı düşmek

1) birbirinden uzakta kalmak: ‘Köyümden, şehrimden ayrı düştüm.’ –A. Kabaklı. 2) mec. uyuşmamak: Düşüncelerimiz ayrı düşüyor.

ayrı seçi yapmak

birkaç şey arasında fark gözetmek.

ayrı tutmak

farklı davranmak.

ayrıcalık gözetmek

ayrıcalık tanımak: ‘Annem, babam çocuklar arasında hiçbir ayrıcalık gözetmezlerdi.’ –A. Erhat.

ayrıcalık tanımak (göstermek)

1) birine özel hak vermek; 2) birini kayırmak.

ayrıntıda boğulmak

1) gereksiz ayrıntılarla ilgilenmek zorunda kalmak; 2) mec. ilgilenilen herhangi bir konunun aslından uzaklaşmak.

ayrıntıya inmek

bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak: ‘Ne var ki genelleyici bakış açısı, bizi bazen yararlı ayrıntılara inmekten ister istemez alıkoyuyor.’ –H. Taner.

ayrısı gayrısı olmamak

birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak, samimi olmak.

ayvayı yemek

argo kötü duruma düşmek, işi bozulmak: ‘Ortak bir kaderimiz var biz kadınların, sonunda ayvayı yiyen biz oluyoruz.’ –A. Kulin.

ayvaz, kasap hep bir hesap

hlk. ‘ha öyle ha böyle, ikisi de bir’ anlamında kullanılan bir söz.

ayyuka çıkmak

1) ses yükselmek: ‘Camlar çerçeveler parçalanıyor, küfürler ayyuka çıkıyordu.’ –A. Ümit. 2) dedikodu herkesçe duyulmak, yayılmak: ‘Rezalet ayyuka çıktı, bütün İstanbul bundan bahsediyor.’ –N. F. Kısakürek.

az bulmak

yeterli görmemek, az saymak, azımsamak.

az buz olmamak

bir şey azımsanacak kadar olmamak: ‘Saçlarının tamamı ağarmış. Az buz değil üç yılı doldurduk birlikte.’ –A. Kulin.

az değil

birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığını anlatmak için söylenen bir söz: Sen de az değilsin, muziplikte ona taş çıkartırsın.

az görmek

1) umduğundan eksik bulmak; 2) azımsamak.

az günün adamı olmamak

çok yaşamış, çok görmüş bulunmak.

az kaldı (kalsın)

1) bir işin gerçekleşmesi söz konusuyken gerçekleşmemesi durumunda kullanılan bir söz: ‘Zavallıyı az kalsın gırtlağından yakalayıp boğacaktı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir işin gerçekleşmemesi söz konusuyken gerçekleşmesi durumunda kullanılan bir söz: ‘Az kalsın açmadan onu da buruşturup atacaktı.’ –O. Aysu.

aza çoğa bakmamak

olanla yetinmek.

azamet satmak

büyüklük taslamak, çalım satmak, böbürlenmek.

azap çekmek

1) eziyet çekmek, üzüntü içinde olmak; 2) ceza görmek.

azap duymak

acı çekmek, üzülmek: ‘Bu şehrin, takdir fukaralarının orta malına dönüşmüş olmasından azap duyuyorum.’ –A. Boysan.

azap vermek

acı çektirmek, üzmek: ‘Bu düşünce ona epeyce azap verdi.’ –A. Midhat.

azar işitmek

azarlanmak.

azizlik etmek

muziplik etmek.

azı çoğa saymak (tutmak)

verilen küçük bir armağanı çok beğenmek.

azınlıkta kalmak

bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karşı düşünceye oy verenlerden daha az olmak.

aznavur gibi

zalimce davranan.

Azrail’e bir can borcu olmak (kalmak)

1) nasıl olsa öleceğini kabul etmek; 2) hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak.

Azrail’in elinden kurtulmak

ölümden kurtulmak.

Azrail’le burun buruna gelmek

ölümle karşı karşıya gelmek.

baba değil, tırabzan babası

çocuklarına karşı babalık görevlerini yerine getirmeyen, onlara hayrı olmayan baba.

babalık fırın has işler

babasının parası ile geçinenlere sitem olarak kullanılan bir söz.

babana rahmet

tkz. yapılan bir iş, bir davranış karşısında ‘Allah senden razı olsun.’ anlamında kullanılan bir söz.

babasının (babalarının) çiftliği

bir malı veya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapanlar için kullanılan bir söz.

babasının hayrına

hiçbir çıkar gözetmeksizin: Herkes babasının hayrına çalışmıyor ya!

babasının kızı

her yönüyle babasına benzeyen kız çocuğu.

babasının oğlu

her yönüyle babasına benzeyen erkek çocuğu.

babasız oğlan doğurmak

bir işte aşırı zorluk, büyük güçlük çekilmesine rağmen başarılı olmak.

bacağına geçirmek

bir şeyi aceleyle giymek.

bacak kadar

ufacık: ‘Bacak kadar çocuğa da ne oluyordu sanki.’ –T. Buğra.

bacakları kopmak

çok yorulmak.

bacakları tutmaz olmak

yürüyemeyecek duruma gelmek.

bacaklarını uzatmak

hiçbir şey yapmadan, hiçbir şeyle ilgilenmeden oturmak, tembel tembel zaman öldürmek.

bacası tütmek

ailenin yaşamı sürüp gitmek.

bacası tütmez olmak

aile dağılmak veya işi bozulmak.

badem gibi

taze ve gevrek (salatalık).

badem olmak

argo sonu kötü olmak, kötü bitmek.

bağ bozmak

bağın üzümlerini toplamak.

bağın vurmak

çökmemesi için kazı duvarlarını bağınlarla desteklemek.

bağırıp çağırmak

öfkeyle bağırmak.

bağırsakları bozulmak

ishal olmak.

bağışıklık kazanmak

1) bazı mikroplara karşı aşı veya doğal yolla dirençli duruma gelmek; 2) mec. korunaklı olmak.

bağlanıp kalmak

tutulmak, sevdalanmak: ‘Bunca güzellere bağlandım kaldım / Ne bir vefa aldım ne faydalandım’ –Halk türküsü.

Sayfa 20 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü