ayakaltına almak
hakir görmek, gözden çıkarmak: ‘Bunlar kolay kolay ayakaltına alınamaz, değil mi?’ –R. N. Güntekin.
ayakaltında bırakmak
ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak.
ayakaltında dolaşmak
bir işe yaramadığı hâlde herkesin işine engel olacak bir biçimde ortalıkta dolaşmak.
ayakkabı vurmak
ayakkabı ayağı zedelemek, ayağı rahatsız etmek.
ayakkabılarını çevirmek
1) konuk ayakkabılarını gidiş yönüne doğru düzgün bir biçimde sıralamak; 2) mec. bazı davranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.
ayaklar altına almak
önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek: Şerefini, namusunu ayaklar altına aldı.
ayaklar baş, başlar ayak olmak
değersiz kimseler başa geçip değerli kimseler ise en geride bırakılmak.
ayakları geri geri gitmek
bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek.
ayakları üstünde durmak
başkasının yardımına ihtiyaç duymadan güçlü bir biçimde sorunları çözebilecek durumda olmak.
ayakları yere değmemek
çok sevinmek.
ayaklarına (ayağına) kara su (sular) inmek
çok yorulmak, güçsüz, dermansız kalmak: ‘Bu şehirde akşama doğru / İçime korku / Ayaklarıma kara su iner’ –B. Necatigil.
ayaklarını yerden kesmek
bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak.
ayakta kalmak
1) oturacak yer bulamamak; 2) yıkılmamak, çökmemek: Bu yapı beş yüz yıldan beri ayakta kalmıştır. 3) değerini yitirmemek, önemini korumak: ‘Ömrü boyunca bu vatan için, bu devletin ayakta kalabilmesi için çalıştı.’ –A. Ümit.
ayakta uyumak
aşırı dalgın, şaşkın veya yorgun olmak.
ayaz kesmek
uzun süre soğukta kalıp üşümek.
ayaz vurmak
sebze ve meyveler donmak.
ayazda kalmak
1) soğukta kalmak; 2) argo boş yere beklemek; 3) argo eline bir şey geçmemek.
aydedeye misafir olmak
gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek.
aygır gibi
iri yarı, cüsseli, güçlü (kimse).
ayı gibi
1) iri yarı; 2) kaba, anlayışsız (kimse).
ayı yavrusu ile oynuyor
alay iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakası yapması veya gücünü onda denemesi karşısında söylenen bir söz.
ayıbını yüzüne vurmak
birinin kusurunu yüzüne söylemek.
ayıkla pirincin taşını!
bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılan bir söz: ‘Karıya bir de nikâh yaptırdı mı ondan sonra ayıkla artık pirincin taşını!’ –O. Kemal.
ayılık etmek
kaba davranmak.
ayılıp bayılmak
1) birini kendinden geçercesine sevmek; 2) aşırı ölçüde sinir bunalımları geçirmek.
ayın on dördü gibi
yüzü çok güzel (kadın veya kız).
ayınları çatlatmak
ayın harfinin Arapçaya özgü sesini gırtlakta boğumlamaya çalışmak.
ayıp kaçmak
argo uygun düşmemek: ‘Daha ne sözler ki açıklayamam burada, ayıp kaçar.’ –M. Seyda.
ayıptır söylemesi
1) ‘bunu söylemek size karşı saygısızlık olacak ancak söylemek zorundayım’ anlamında özür dilemek için kullanılan bir söz: ‘Ayıptır söylemesi, muzundan dalağına kadar ne bulurlarsa yedirdiler.’ –A. Ümit. 2) ‘övünmek gibi olmasın ama’ anlamında kullanılan bir söz: Ayıptır söylemesi, akşam kuzu dolması yedik.
ayıya kaval çalmak
anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.
ayıyı vurmadan postunu satmak
henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak.
aykırı düşmek
uygun gelmemek, ters gelmek, ters düşmek: ‘Yüzük ona biraz aykırı düşen bir parlaklıkla parmağında parlıyordu.’ –T. Buğra.
aylak adam işidir
‘işsiz güçsüz adama uygun bir iştir’ anlamında kullanılan bir söz.
aylığa geçmek
1) çalışması karşılığı olarak her ay belirli bir para alınacak bir işe başlamak, maaşa geçmek; 2) gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.
aylık bağlamak
emekli olan veya başka sebeplerle çalışmayanlara her ay için belirli bir parayı ödemeyi üstlenmek, maaş bağlamak.
ayna gibi
1) dümdüz ve parlak; 2) kımıltısız, durgun (deniz).
aynı ağzı kullanmak
aynı şeyi söylemek, aynı düşünceyi ileri sürmek.
aynı kapıya çıkmak
sonuç bakımından fark etmemek, aynı sonuca varmak.
aynı karede yer almak (bulunmak)
1) kameranın çektiği görüntü içinde birlikte bulunmak; 2) mec. biriyle duygu ve düşüncesi aynı olmak.
aynı potada erimek
benzer konuları ve sorunları birlikte düşünmek veya değerlendirmek.
aynı telden çalmak
aynı şeyi söylemek.
aynı yolun yolcusu (olmak)
1) kötü sonları birbirine benzer olan: ‘O haspa da aynı yolun yolcusu, elbet birbirlerini kollayacaklar.’ –A. İlhan. 2) kaderleri, düşünceleri, davranışları birbirine benzer olan: ‘Bu inanç aynı yolun yolcusu olmak niteliğini yitirecek ve siyasal rekabete dönüşecektir.’ –M. C. Anday.
ayraç açmak
söz veya yazı içine, asıl konu ile ilgisi az olan bir bölüm sıkıştırmak.
ayranı kabarmak
1) öfkelenmek, coşmak; 2) aşırı bir cinsel arzu duymak: ‘Sadrazamın ayranı kabarsın diye üç gün beklenildikten sonra … gelini, alayla, eşinin konağına iletmişlerdir.’ –S. Birsel.
ayranı yok içmeye, atla (tahtırevanla) gider sıçmaya
kaba yoksulluğuna bakmadan gösteriş yapmaya kalkanların gülünçlüğünü anlatmak için kullanılan bir söz.
ayranım budur, yarısı sudur
bir iş yarım yamalak yapıldığında özür dilemek için söylenen bir söz.
ayrı baş çekmek
topluluktan ayrılıp kendi başına iş yapmak.
ayrı düşmek
1) birbirinden uzakta kalmak: ‘Köyümden, şehrimden ayrı düştüm.’ –A. Kabaklı. 2) mec. uyuşmamak: Düşüncelerimiz ayrı düşüyor.
ayrı seçi yapmak
birkaç şey arasında fark gözetmek.
ayrı tutmak
farklı davranmak.
ayrıcalık gözetmek
ayrıcalık tanımak: ‘Annem, babam çocuklar arasında hiçbir ayrıcalık gözetmezlerdi.’ –A. Erhat.
ayrıcalık tanımak (göstermek)
1) birine özel hak vermek; 2) birini kayırmak.
ayrıntıda boğulmak
1) gereksiz ayrıntılarla ilgilenmek zorunda kalmak; 2) mec. ilgilenilen herhangi bir konunun aslından uzaklaşmak.
ayrıntıya inmek
bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak: ‘Ne var ki genelleyici bakış açısı, bizi bazen yararlı ayrıntılara inmekten ister istemez alıkoyuyor.’ –H. Taner.
ayrısı gayrısı olmamak
birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak, samimi olmak.
ayvayı yemek
argo kötü duruma düşmek, işi bozulmak: ‘Ortak bir kaderimiz var biz kadınların, sonunda ayvayı yiyen biz oluyoruz.’ –A. Kulin.
ayvaz, kasap hep bir hesap
hlk. ‘ha öyle ha böyle, ikisi de bir’ anlamında kullanılan bir söz.
ayyuka çıkmak
1) ses yükselmek: ‘Camlar çerçeveler parçalanıyor, küfürler ayyuka çıkıyordu.’ –A. Ümit. 2) dedikodu herkesçe duyulmak, yayılmak: ‘Rezalet ayyuka çıktı, bütün İstanbul bundan bahsediyor.’ –N. F. Kısakürek.
az bulmak
yeterli görmemek, az saymak, azımsamak.
az buz olmamak
bir şey azımsanacak kadar olmamak: ‘Saçlarının tamamı ağarmış. Az buz değil üç yılı doldurduk birlikte.’ –A. Kulin.
az değil
birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığını anlatmak için söylenen bir söz: Sen de az değilsin, muziplikte ona taş çıkartırsın.
az görmek
1) umduğundan eksik bulmak; 2) azımsamak.
az günün adamı olmamak
çok yaşamış, çok görmüş bulunmak.
az kaldı (kalsın)
1) bir işin gerçekleşmesi söz konusuyken gerçekleşmemesi durumunda kullanılan bir söz: ‘Zavallıyı az kalsın gırtlağından yakalayıp boğacaktı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir işin gerçekleşmemesi söz konusuyken gerçekleşmesi durumunda kullanılan bir söz: ‘Az kalsın açmadan onu da buruşturup atacaktı.’ –O. Aysu.
aza çoğa bakmamak
olanla yetinmek.
azamet satmak
büyüklük taslamak, çalım satmak, böbürlenmek.
azap çekmek
1) eziyet çekmek, üzüntü içinde olmak; 2) ceza görmek.
azap duymak
acı çekmek, üzülmek: ‘Bu şehrin, takdir fukaralarının orta malına dönüşmüş olmasından azap duyuyorum.’ –A. Boysan.
azap vermek
acı çektirmek, üzmek: ‘Bu düşünce ona epeyce azap verdi.’ –A. Midhat.
azar işitmek
azarlanmak.
azizlik etmek
muziplik etmek.
azı çoğa saymak (tutmak)
verilen küçük bir armağanı çok beğenmek.
azınlıkta kalmak
bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karşı düşünceye oy verenlerden daha az olmak.
aznavur gibi
zalimce davranan.
Azrail’e bir can borcu olmak (kalmak)
1) nasıl olsa öleceğini kabul etmek; 2) hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak.
Azrail’in elinden kurtulmak
ölümden kurtulmak.
Azrail’le burun buruna gelmek
ölümle karşı karşıya gelmek.
baba değil, tırabzan babası
çocuklarına karşı babalık görevlerini yerine getirmeyen, onlara hayrı olmayan baba.
babalık fırın has işler
babasının parası ile geçinenlere sitem olarak kullanılan bir söz.
babana rahmet
tkz. yapılan bir iş, bir davranış karşısında ‘Allah senden razı olsun.’ anlamında kullanılan bir söz.
babasının (babalarının) çiftliği
bir malı veya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapanlar için kullanılan bir söz.
babasının hayrına
hiçbir çıkar gözetmeksizin: Herkes babasının hayrına çalışmıyor ya!
babasının kızı
her yönüyle babasına benzeyen kız çocuğu.
babasının oğlu
her yönüyle babasına benzeyen erkek çocuğu.
babasız oğlan doğurmak
bir işte aşırı zorluk, büyük güçlük çekilmesine rağmen başarılı olmak.
bacağına geçirmek
bir şeyi aceleyle giymek.
bacak kadar
ufacık: ‘Bacak kadar çocuğa da ne oluyordu sanki.’ –T. Buğra.
bacakları kopmak
çok yorulmak.
bacakları tutmaz olmak
yürüyemeyecek duruma gelmek.
bacaklarını uzatmak
hiçbir şey yapmadan, hiçbir şeyle ilgilenmeden oturmak, tembel tembel zaman öldürmek.
bacası tütmek
ailenin yaşamı sürüp gitmek.
bacası tütmez olmak
aile dağılmak veya işi bozulmak.
badem gibi
taze ve gevrek (salatalık).
badem olmak
argo sonu kötü olmak, kötü bitmek.
bağ bozmak
bağın üzümlerini toplamak.
bağın vurmak
çökmemesi için kazı duvarlarını bağınlarla desteklemek.
bağırıp çağırmak
öfkeyle bağırmak.
bağırsakları bozulmak
ishal olmak.
bağışıklık kazanmak
1) bazı mikroplara karşı aşı veya doğal yolla dirençli duruma gelmek; 2) mec. korunaklı olmak.
bağlanıp kalmak
tutulmak, sevdalanmak: ‘Bunca güzellere bağlandım kaldım / Ne bir vefa aldım ne faydalandım’ –Halk türküsü.
