Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

(bir kızı) leğen başından almak

hamarat diye seçerek almak.

(bir olayın) arası soğumak

aradan zaman geçerek önemini yitirmek.

(bir şey başka bir şeyi) mumla aratmak

daha kötü olan yeni bir şey, bir durum, bir kimse, pek iyi olmayan eskisini aratmak.

(bir şey birine) alay gibi gelmek

inanılacak gibi olmamak.

(bir şey birine) haram olmak

bir şeyden gereği gibi yararlanamamak: ‘Yanında oturup iki laf etmek haram oldu bize.’ –M. İzgü.

(bir şey birinin) aklını başından almak

bir şey birini düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak: ‘Beyim böyle latife olur mu? Aklımızı başımızdan aldınız diye isyan etti.’ –R. N. Güntekin.

(bir şey birinin) aklını çalmak

ilgisini aşırı derecede çekmek.

(bir şey birinin) başının altından çıkmak

birinin hilesiyle yapılmak: ‘Anlaşıldığına göre bu iş Saniye’nin İstanbullu anasının başının altından çıkmıştı.’ –R. N. Güntekin.

(bir şey birinin) belini bükmek

çaresizlik içinde bırakmak: ‘Şu kör olası işsizlik belimi fena hâlde büküyordu.’ –H. Taner.

(bir şey birinin) boyunu aşmak

kişinin gücünün, yeteneğinin, yetkisinin üstünde olmak.

(bir şey birinin) gözünde olmamak

herhangi bir üzüntü veya zor durum dolayısıyla o şeye değer verecek durumda bulunmamak.

(bir şey birinin) gücüne gitmek

gönlü kırılmak, onuruna dokunmak: ‘Bugünkü hâlimizle tabiatın sırlarını kavrayamayacağımızı düşünmek bizi sinirlendiriyor, gücümüze gidiyor.’ –N. Ataç.

(bir şey birinin) tuhafına gitmek

o şeyi tuhaf bulmak: ‘Ömründe bu kadar tuhafına giden söz işitmemiş olduğunu söylerdi.’ –A. Ş. Hisar.

(bir şey birinin) zevkini okşamak

o şeyden hoşlanmak.

(bir şey birinin) zihnini bulandırmak

kuşkuya düşürmek.

(bir şey birinin) zihnini kurcalamak (tırmalamak)

1) bir şey sık sık hatırlanıp insanı düşündürmek: ‘Beni sevmiyor, yeniden zihnimi kurcalamak, sinirlerimi üzüntü içinde bırakmak istiyor.’ –E. İ. Benice. 2) çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak.

(bir şey birinin) zıddı olmak

bir şey birini tedirgin etmek, hoşuna gitmemek.

(bir şey birinin) zoruna gitmek

onuruna dokunmak, gücüne gitmek.

(bir şey için veya bir şeye) deli olmak

tkz. 1) çok sevmek: Deli oluyordu çocuklara, onlarsız edemiyordu. 2) çok sinirlenmek; 3) delirmek.

(bir şey için) birebir gelmek

etkisini hemen ve kesin olarak göstermek: ‘Şeftali suyu ile yapılacak gargaranın sonradan olma kekemeliğe birebir geleceğini söyler.’ –S. Birsel.

(bir şey olmaya) yüz tutmak

1) bir şey, olmak üzere bulunmak: ‘Duvarları sıvasız, kepenkleri boyanmadan bırakıldığı için çürümeye yüz tutmuş evde Hatice nine oturuyordu.’ –N. Cumalı. 2) giderek biçim ve renk değiştirmek: ‘Hepimiz gölgelenmeye yüz tutan ateşe gözlerimizi dikmiştik.’ –S. F. Abasıyanık.

(bir şey veya bir şeyi) suya düşmek

gerçekleşme olasılığı kalmamak: ‘Artık karşı koyma ümidi suya düşmüştü, harp her cephede kaybedilmişti.’ –R. H. Karay.

(bir şey, bir şeyi) ağır basmak

1) taşıdığı özellikler üstün gelmek: ‘Yerli halıları gördüm; koyu sıcak kırmızılarla diri maviler ağır basıyordu.’ –B. R. Eyuboğlu. 2) bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek: ‘Peki deyişleri de akılları yattığı için değil, korkuları ağır bastığı için oldu.’ –T. Buğra.

(bir şey, bir) vadiye dökülmek

sohbet belirli bir konuya kaymak: ‘Musahabe bu vadiye dökülünce tekrar karışmak ihtiyacını duydum.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir şey, birinin) ağzının kaşığı (kalıbı, lokması) olmamak

1) bir şey, bir kimsenin uğraşabileceği konulardan olmamak; 2) bir şey, bir kimsenin sözünü edemeyeceği kadar değerli olmak.

(bir şey, birinin) vazifesinden olmak

bir şey o kimsenin görevleri arasında olmak.

(bir şey) abanoz kesilmek

1) sertleşerek dayanıklılığı artmak; 2) kirden dolayı matlaşmak, rengini kaybetmek.

(bir şey) akılda kalmak

akılda yer etmek, unutulmamak.

(bir şey) akıldan çıkmak

unutulmak.

(bir şey) aleyhe dönmek

destek vermekten vazgeçip karşı duruma geçmek: ‘Şimdi iş tamamıyla aleyhimize döndü.’ –A. Rasim.

(bir şey) aslanın ağzında olmak

elde edilmesi çok güç olmak.

(bir şey) ayağa düşmek

1) ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak; 2) artık her yerde bulunabilir olmak: Bu ürünler ayağa düştü.

(bir şey) az gelmek

yetmemek.

(bir şey) bini aşmak

çok fazla olmak, sınırı aşmak.

(bir şey) buradayım diye bağırmak

göze çarpacak bir yerde bulunmak.

(bir şey) çok gelmek

1) gereğinden fazla olmak: ‘Mahkeme masrafı çok geldiği için bu isteklerini gerçekleştiremediler.’ –Ü. Dökmen. 2) çekilmez ve katlanılmaz olmak.

(bir şey) dişe dokunur (olmak)

işe yarar, belirtilmeye değer, önemli (olmak): ‘Bu türlü yazıları okumaktan -içlerinde dişe dokunur bir şey olmadığı için midir, nedir- pek hoşlanmıyorum.’ –O. V. Kanık.

(bir şey) el değiştirmek

bir şeyin kullanımı veya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek.

(bir şey) elden gitmek

bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak: ‘Kahramanlıktı yurdun meyve veren tek dalı / O da elden giderse nereye başvurmalı?’ –F. N. Çamlıbel.

(bir şey) eli altında olmak

buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek.

(bir şey) gözüne ilişmek

birdenbire, istemeden görmek: ‘Tam kapı yanında bir sütçü dükkânı gözüme ilişti.’ –R. H. Karay.

(bir şey) gözünü almak

1) şiddetli ışık sebebiyle gözü iyi göremez duruma getirmek; 2) mec. aşırı biçimde etkilenmek.

(bir şey) haritada olmak

göz önünde bulundurulması gerekmek.

(bir şey) hava almak

içine hava girmek.

(bir şey) içinde yüzmek

olumlu veya olumsuz bir durumun aşırı derecesinde bulunmak: Para içinde yüzmek. Sefalet içinde yüzmek.

(bir şey) iki baştan olmak

bir şey, her iki tarafın aynı şeyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleştirilebilmek: İyi geçim iki baştan olur.

(bir şey) kanına işlemek

1) bir şeyi aşırı ölçüde benimsemek: ‘Kanıma işleyen müzik ateşinden, kurduğum şarkıcılık düşlerinden ne yazık ki söz edemeyeceğim.’ –M. Mungan. 2) büyük ölçüde etkisinde kalmak: ‘Her şeye karşın iş adamlığı kanına işlemişti.’ –T. Yücel.

(bir şey) kapak atmak

aşırı, tıka basa dolmuş olmak: Elbise dolabı kapak atıyor.

(bir şey) kir götürmek

kirini belli etmeyecek bir renkte olmak.

(bir şey) kir tutmak

kirini hemen belli edecek bir renkte olmak, çok kirlenmek.

(bir şey) kursağında kalmak

istenilen bir şey gerçekleşememek, yarım kalmak.

(bir şey) mecrasında gitmek

bir iş kurallarına uygun bir biçimde yürümek.

(bir şey) muallakta olmak (kalmak)

sonuca bağlanmamak, sürüncemede kalmak.

(bir şey) su gibi gitmek

bol bol harcanmak.

(bir şey) su sabun görmemek

çok kirli olmak: ‘Elleri, tırnakları, yüzü günlerdir su sabun görmemişti sanki.’ –A. Kulin.

(bir şey) suyu nereden geliyor?

‘bir işi görmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor?’ anlamında kullanılan bir söz.

(bir şey) ters gitmek

bir iş doğru ve düzgün yürümemek, sorun çıkmak: ‘Kadın elinde olmadan yutkundu, bir şeylerin ters gittiğini hemen anlamıştı.’ –O. Aysu.

(bir şey) yolunda görünmek

sorunsuz olduğu anlaşılmak: ‘Gecekondunun ışıkları yanıyor ve her şey yolunda görünüyordu.’ –O. Aysu.

(bir şey) yüzü görmemek

…-den yoksun olmak, uzak bulunmak: ‘Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir şeyde) gönlü olmak

sevip istemek.

(bir şeyde) gözü olmak

bir şeyi ele geçirmek isteği beslemek: ‘Allah bilir, milletvekilliğinde de gözü vardır.’ –H. Taner.

(bir şeyde) gözü olmamak

1) bir şeye sahip olmayı istememek; 2) heves beslememek, fazla önem vermemek: ‘Giyinip kuşanmakta, gezip tozmakta gözüm yok.’ –R. N. Güntekin.

(bir şeyde) hayır kalmamak

işe yarar durumu kalmamak, artık işe yaramaz olmak: ‘Bir iki yıla varmaz, ne evden ne eşyadan hayır kalır.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

(bir şeyde) iş yok

tkz. ‘o şeyden yarar beklememeli’ anlamında kullanılan bir söz.

(bir şeyde) karar bulmak

1) kararlı bir durum almak; 2) yatışmak.

(bir şeyde) tuzu olmak

katkısı olmak.

(bir şeyden, birinden) geri kalmamak

1) yapmaktan kaçınmamak: ‘Daima müttefikler lehine çarpışmaktan geri kalmadılar.’ –F. R. Atay. 2) birinden daha az başarılı olmamak.

(bir şeyden) baş alamamak

çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak: ‘Benim hilem hurdam yoktur, canı isteyen baktırmasın, zaten bu sanattan memnun değilim. Lakin baş alamıyorum ki.’ –H. R. Gürpınar.

(bir şeyden) baş almak

fırsat bulmak: ‘Ara sıra işten baş aldıkça Semiha’yı özlüyordum.’ –R. N. Güntekin.

(bir şeyden) başını alamamak

bir şeyden kurtulamamak: Dertten başını alamıyor.

(bir şeyden) dem vurmak

bir şeyden söz etmek, konu açmak: ‘Benim gibi kurak çölde yaşayanların şiirden, hünerden dem vurmaları nasıl mümkün olur?’ –A. Kabaklı.

(bir şeyden) el ayak (etek) çekmek

uzaklaşmak, kaybolmak: ‘Tarzının, yönteminin piyasadan el ayak çekmek zorunda kalacağını açık seçik kavrıyorsunuz.’ –S. İleri. ‘Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.’ –S. Ayverdi.

(bir şeyden) geçilmemek

bol, çok, aşırı olmak: Çarşıda meyveden geçilmiyor.

(bir şeyden) gözünü ayırmamak

bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak: ‘Ateşoğlu, bir yandan da gözlerini deniz yüzüne gelen ve yüzde suyu fokurdatan hava habbelerinden ayırmıyordu.’ –Halikarnas Balıkçısı.

(bir şeyden) hayır görmemek

bir şey kendisine yararlı olmamak: ‘Ne o, ne ben bu seçimlerimizin hayrını görmüştük!’ –H. F. Ozansoy.

(bir şeyden) hayır yok

‘bir şey yararlı değil’ anlamında kullanılan bir söz.

(bir şeyden) ileri gelmek

1) oluşmak, meydana gelmek: ‘O kadar üşümesi trende saatlerce hareketsiz kalmasından ileri geliyordu.’ –S. F. Abasıyanık. 2) neden olmak; 3) bağlı bulunmak.

(bir şeyden) kâm almak

umduğunu ve istediğini elde etmek, dilediği biçimde zevk almak, keyfini çıkarmak.

(bir şeyden) kapı açmak

1) bir şeyin sözünü etmek veya bir işe başlamak; 2) pazarlığa çok yüksek bir fiyatla başlamak.

(bir şeyden) mana (manası) çıkmak

anlamına gelmek, anlamını taşımak: ‘Kızın adını Emel koydu. Oğlanınkini Fethi … Sanki bundan emelini fethetmiş manası çıkıyordu.’ –H. R. Gürpınar.

(bir şeyden) söz etmek

o şey üzerinde konuşmak: ‘Dilin çağdaş kadın yazara hazırladığı tuzaklardan söz etmişti.’ –T. Uyar.

(bir şeyden) sünger geçirmek

silip atmak, unutmak.

(bir şeyden) zevk almak (duymak)

hoşlanmak, beğenmek: ‘Yılan gibisin, insanları sokmaktan zevk alırsın.’ –N. Hikmet.

(bir şeye şu veya bu) nazarıyla bakmak

ona öyle imiş gibi, o gözle bakmak: Ona düşman nazarıyla bakıyor.

(bir şeye, bir kimseye) yazık olmak

boş yere zarar verilmek: Masrafa yazık oldu. Adama yazık oldu.

(bir şeye, kimseye) yazık etmek

boş yere zarar vermek: Kumaşa yazık etti. Çocuğa yazık ettiniz.

(bir şeye) … gözüyle bakmak

yerine koymak: Kardeş gözüyle bakmak.

(bir şeye) akıl sır ermemek

bir işin niteliğini, gizli yönlerini anlayamamak.

(bir şeye) can dayanmamak

bir şey karşısında insanın dayanıklılığı elden gitmek: ‘Bir lacivert petunya vardır ki renginin hoşluğuna canlar dayanmaz.’ –A. Boysan.

(bir şeye) can gelmek

canlanmak, güçlenmek: ‘Vücudumuza serinlik, ferahlık yayılıyor / Kan verilen bir yaralı imişçesine cismime can geliyor’ –R. H. Karay.

(bir şeye) cila vermek

aydınlatmak: ‘Çocukluk günlerin hatırası zihinlerine cila vermişti.’ –R. N. Güntekin.

(bir şeye) doyum olmamak

1) bir şeyden bıkılmamak: ‘İnsanına, nimetine, hayaline, hürriyetine, şairine, şarabına doyum olmuyor.’ –N. Hikmet. 2) bir şey yetmemek, bir şeye kanamamak; 3) bir şeyi çok fazla beğenmek.

(bir şeye) dürbünün tersiyle bakmak

bir şeyi küçümsemek, olduğundan çok daha az önemli görmek.

(bir şeye) düşkün olmak

çok önem, değer vermek: ‘Şiire milletçe düşkün oluşumuzun sebeplerini araştırırken kafiye merakımıza takıldım.’ –B. R. Eyuboğlu.

(bir şeye) elini sürmemek

1) eliyle dokunmamak; 2) mec. hiç karışmamak, bir şey yapmamak: ‘O gün akşamı böyle ettik, kimse elini işe sürmedi.’ –M. İzgü. 3) mec. bir işi kendine yakıştırmayarak tenezzül etmemek; 4) mec. ilgi göstermemek.

(bir şeye) Fatiha okumak

o şeyden umudunu kesmek.

(bir şeye) gebe olmak

bir şeyin gerçekleşme olasılığı bulunmak.

(bir şeye) gölge düşürmek

bir şeyin değerini veya ününü azaltacak işler yapmak: ‘Bu iki yazarın usta hikâyeci vasıflarına gölge düşürmüştür.’ –A. Ş. Hisar.

(bir şeye) gönlü olmak

razı olmak.

(bir şeye) gözü (gözleri) takılmak

dikkati çeken bir şeyden bakışlarını ayıramamak: ‘Gözleri başka bir sahifenin ortalarına takıldı.’ –P. Safa.

Sayfa 2 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü