Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

arı gibi sokmak

iğnelemek, acı söz söylemek.

arı kovanı gibi işlemek

bir yerin gireni çıkanı çok olmak.

arık çekmek

tıkanan, bozulan arkları temizleyip açmak: ‘Beş gün belinin, kollarının ağrısını duymadan Binnaz’ın önü sıra arık çekti.’ –N. Cumalı.

arına dokunmak

utanç duymak: ‘Hele meydanı hasımlarına bırakmak arıma dokunuyor.’ –R. H. Karay.

arının yuvasına kazık (çöp) dürtmek

tehlikeli kişiyi kışkırtmak.

arka (geri) planda kalmak

1) gözden düşmek; 2) önemini yitirmek, değersizleşmek.

arka arkaya vermek

birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak.

arka bulmak

bir koruyucu, kayırıcı bulmak.

arka çevirmek

sırt çevirmek.

arka çıkmak

bir kimseyi başkalarına karşı korumak, kayırmak: Annesi arka çıktı da çocuğu dayaktan kurtardı.

arka kapıdan çıkmak

okuldan başarısızlık nedeniyle ayrılmak.

arka olmak

maddi veya manevi yönden destek olmak.

arka plana kaymak

1) gözden düşmek: ‘Bu üslubu ve bakış açısı yüzünden arka plana kaymış.’ –T. Buğra. 2) önemini yitirmek, değersizleşmek.

arka vermek

1) desteklemek: ‘Sen ona arka vermesen o bize böyle sırtarmazdı.’ –O. Kemal. 2) dayamak.

arkada kalmak

1) geriden gelmek, geride kalmak; 2) değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek.

arkadan söylemek

kendisi bulunmadığı bir yerde bir kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak.

arkadan vurmak

bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.

arkadaş değil, arka taşı

zarar veren arkadaş için söylenen bir söz.

arkası alınmak

sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak: Kaçakçılığın arkası alındı.

arkası olmamak

kayıracak kimsesi olmamak.

arkası yere gelmemek

sırtı yere gelmemek.

arkasına (bile) bakmadan gitmek (kaçmak)

arkada kalanlarla ilgilenmeden bir yerden hızlıca ayrılmak: ‘O kadar korktular, o kadar pıstılar ki arkalarına bile bakmadan kaçmaya başladılar.’ –İ. O. Anar.

arkasına almak

1) sırtına yüklemek, taşımak; 2) mec. desteğini sağlamak.

arkasında dolaşmak (gezmek)

bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığı yerlere giderek görüşme fırsatı aramak.

arkasında yumurta küfesi yok ya! (olmamak)

sırtında yumurta küfesi yok ya!

arkasından atlı kovalamak

bir işi gereksiz bir telaşla yapmak.

arkasından atmak (konuşmak)

dedikodusunu yapmak.

arkasından koşmak

1) iş yaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatı aramak; 2) birine çok ilgi duymak.

arkasından sürüklemek

arkasından gelmesini sağlamak.

arkasından teneke çalmak

tenekeye sopa vb. ile vurarak giden bir kişiye hakaret etmek.

arkasından zil takıp oynamak

birinin bir yerden ayrılmasına veya bir işte başarısızlığa uğramasına çok sevinmek.

arkasını (bir şeye) vermek

dönmek: Ateşe arkasını verdi.

arkasını (birine) vermek

birinin koruyuculuğuna güvenmek.

arkasını almak

bir işi tamamlamak.

arkasını bırakmak

peşini bırakmak.

arkasını getirememek

başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.

arkasını sağlama almak

bir işe başlarken çok güçlü bir destek bulmuş olmak.

arkaya bırakmak (koymak)

sonraya, başka zamana bırakmak, ertelemek.

arkaya kalmak

geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.

arma donatmak

den. armayı yerli yerine koymak.

arma soymak

den. hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.

arma uçurmak (budatmak)

den. armayı rüzgâra kaptırmak.

armudun sapı var, üzümün (kirazın) çöpü var demek

her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.

armut gibi

çok anlayışsız, bön.

armut piş ağzıma düş!

bir işe emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatan bir söz.

arpa ektim, darı çıktı

ters sonuç veren işler için söylenen bir söz.

arpacı kumrusu gibi düşünmek

içinde bulunduğu sorunu nasıl çözeceğini uzun uzun düşünmek: ‘Bak, o şoförün yanında arpacı kumrusu gibi düşünen maarif müdürü beye.’ –R. N. Güntekin.

arpalık yapmak

bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.

arpası çok gelmek

coşmak, azmak, kudurmak.

art eteğinde namaz kılmak

çok temiz huylu olmak.

artist gibi

boylu boslu, güzel ve alımlı, yakışıklı (kimse).

arzu duymak

birine veya bir şeye karşı istek duymak.

arzuhâl gibi (kadar)

çok uzun (mektup).

arzusu kalmak

isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak: ‘Arzum kaldı toprağında taşında’ –Halk türküsü.

asabına dokunmak

sinirine dokunmak: ‘Bombardımanlar asabıma dokunuyordu, sakin bir yere kaçmak istiyordum.’ –R. H. Karay.

aşağı (aşağısı) kurtarmaz

1) ‘bundan daha ucuza olmaz’ anlamında kullanılan bir söz; 2) alay ‘daha aşağı bir durumu kendine layık görmez’ anlamında kullanılan bir söz.

aşağı almak

devirmek, yıkmak.

aşağı çekmek

değerini düşürmek.

aşağı düşmek

düzeyi, miktarı, niteliği azalmak: ‘Bunlar arasında birkaç gazete ve dergi alanları hesaba katacak olursanız gazete ve dergi okuyucularının nispeti daha da aşağı düşer.’ –N. F. Kısakürek.

aşağı görmek

küçük görmek, beğenmemek, hor görmek: ‘Bu kadar fütursuz bir kitleyi ne diye aşağı görüyoruz?’ –Y. K. Beyatlı.

aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık

iki karşıt ve aynı derecede sakıncalı durum karşısında karar verme zorluğunu anlatan bir söz.

aşağıdan almak

alttan almak.

asayiş berkemal

güvenliğin yerinde olduğunu anlatan bir söz: ‘Efendiler, mühim bir şey yok yahu!.. Asayiş berkemaldir.’ –N. Hikmet.

aşinalık göstermek

ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.

aşı vurmak (yapmak)

bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşı vermek.

asıda olmak (kalmak)

bir işe son verilmeyip öylece bırakılmış olmak: Bu iş bundan fazla asıda kalamaz.

aşığı cuk oturmak

işi çok olumlu bir biçim almak.

asıp kesmek

işbaşında bulunan bir kimse yasayı çiğneyerek sert davranmak.

aşırı gitmek

ölçüyü kaçırmak, usandırmak.

aşka düşmek

âşık olmak.

aşka gelmek

tkz. bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek: ‘Meltemler tanrısı aşka gelip bu yeni varlığı yelpazelemeye koyuldu.’ –Halikarnas Balıkçısı.

asker gibi

disiplinli, düzgün.

askıda bırakmak

sonuca vardırmamak.

askıda kalmak

bir iş bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.

askıya almak

1) altı boşalıp desteği kalmayan yapıyı dikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak; 2) oturmuş veya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak; 3) mec. bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.

askıya çıkarmak

evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan etmek.

askıya çıkmak

1) ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak; 2) evlenecek kimselerin durumu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan edilmek.

aslan gibi

1) boylu boslu, güçlü ve yakışıklı; 2) sağlığı yerinde.

aslan kesilmek

aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.

aslı astarı olmamak

gerçekliği, doğruluğu bulunmamak.

aslı çıkmak

gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak: Söylenenlerin aslı çıkarsa güç duruma düşecek.

aslı faslı olmamak

gerçekliği, doğruluğu bulunmamak: ‘Birtakım aslı faslı olmayan ağrılar yaratan sıtma mikrobu gibi sinsi bir yorgunluk vardı.’ –S. F. Abasıyanık.

aslı faslı yok

yalan, uydurma.

aslına bakarsan

‘doğruyu, gerçeği ararsan’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ömrü savaş içinde geçer insanın, aslına bakarsan ekmeğini topraktan çıkarmak için.’ –A. Erhat.

astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek)

bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak.

astığı astık, kestiği kestik

acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimse.

at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak

iş işten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak.

at gibi

vücudu iri yarı olan (kadın).

at izi it izine karışmak

iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak.

at koşturacak kadar

pek geniş, çok geniş.

at nalı kadar

alay pek büyük (nişan, madalya, elmas, plaka vb. şeyler).

at oynatmak

1) atla hüner göstermek; 2) mec. yarışmak: Ben onunla at oynatamam. 3) mec. bildiği ve istediği gibi davranmak: ‘Bizde ilk kurulan parlamento da Avrupa’daki benzerleri gibi, özel menfaatlerin gizlice at oynattığı bir alan olmakta gecikmemiş.’ –H. Taner.

at pazarında eşek osurtmuyoruz!

kaba söyleneni dinlemeyene uyarı amacıyla söylenen bir söz.

ata et, ite ot vermek

bir işi ters yapmak.

atbaşı (beraber) gitmek

eşit durumda olmak: ‘Bu çeneyle atbaşı giden keskin bir zekâsı var.’ –C. S. Tarancı.

ateh getirmek

bunamak: ‘Sen sahiden budalaymışsın dostum hem adamakıllı ateh getirmişsin.’ –R. H. Karay.

ateş açmak

ateşli silahla mermi atmaya başlamak.

ateş almak

1) yanmak, tutuşmak; 2) ateşli silah patlamak; 3) mec. coşmak: ‘Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır.’ –M. Ş. Esendal. 4) mec. telaşlanmak, heyecanlanmak; 5) mec. öfkelenmek; 6) mec. acele davranmak, acele etmek.

ateş almaya mı geldin?

uğradığı yerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenen bir söz.

ateş bacayı (saçağı) sarmak

bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.

Sayfa 18 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü