arı gibi sokmak
iğnelemek, acı söz söylemek.
arı kovanı gibi işlemek
bir yerin gireni çıkanı çok olmak.
arık çekmek
tıkanan, bozulan arkları temizleyip açmak: ‘Beş gün belinin, kollarının ağrısını duymadan Binnaz’ın önü sıra arık çekti.’ –N. Cumalı.
arına dokunmak
utanç duymak: ‘Hele meydanı hasımlarına bırakmak arıma dokunuyor.’ –R. H. Karay.
arının yuvasına kazık (çöp) dürtmek
tehlikeli kişiyi kışkırtmak.
arka (geri) planda kalmak
1) gözden düşmek; 2) önemini yitirmek, değersizleşmek.
arka arkaya vermek
birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak.
arka bulmak
bir koruyucu, kayırıcı bulmak.
arka çevirmek
sırt çevirmek.
arka çıkmak
bir kimseyi başkalarına karşı korumak, kayırmak: Annesi arka çıktı da çocuğu dayaktan kurtardı.
arka kapıdan çıkmak
okuldan başarısızlık nedeniyle ayrılmak.
arka olmak
maddi veya manevi yönden destek olmak.
arka plana kaymak
1) gözden düşmek: ‘Bu üslubu ve bakış açısı yüzünden arka plana kaymış.’ –T. Buğra. 2) önemini yitirmek, değersizleşmek.
arka vermek
1) desteklemek: ‘Sen ona arka vermesen o bize böyle sırtarmazdı.’ –O. Kemal. 2) dayamak.
arkada kalmak
1) geriden gelmek, geride kalmak; 2) değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek.
arkadan söylemek
kendisi bulunmadığı bir yerde bir kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak.
arkadan vurmak
bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.
arkadaş değil, arka taşı
zarar veren arkadaş için söylenen bir söz.
arkası alınmak
sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak: Kaçakçılığın arkası alındı.
arkası olmamak
kayıracak kimsesi olmamak.
arkası yere gelmemek
sırtı yere gelmemek.
arkasına (bile) bakmadan gitmek (kaçmak)
arkada kalanlarla ilgilenmeden bir yerden hızlıca ayrılmak: ‘O kadar korktular, o kadar pıstılar ki arkalarına bile bakmadan kaçmaya başladılar.’ –İ. O. Anar.
arkasına almak
1) sırtına yüklemek, taşımak; 2) mec. desteğini sağlamak.
arkasında dolaşmak (gezmek)
bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığı yerlere giderek görüşme fırsatı aramak.
arkasında yumurta küfesi yok ya! (olmamak)
sırtında yumurta küfesi yok ya!
arkasından atlı kovalamak
bir işi gereksiz bir telaşla yapmak.
arkasından atmak (konuşmak)
dedikodusunu yapmak.
arkasından koşmak
1) iş yaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatı aramak; 2) birine çok ilgi duymak.
arkasından sürüklemek
arkasından gelmesini sağlamak.
arkasından teneke çalmak
tenekeye sopa vb. ile vurarak giden bir kişiye hakaret etmek.
arkasından zil takıp oynamak
birinin bir yerden ayrılmasına veya bir işte başarısızlığa uğramasına çok sevinmek.
arkasını (bir şeye) vermek
dönmek: Ateşe arkasını verdi.
arkasını (birine) vermek
birinin koruyuculuğuna güvenmek.
arkasını almak
bir işi tamamlamak.
arkasını bırakmak
peşini bırakmak.
arkasını getirememek
başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.
arkasını sağlama almak
bir işe başlarken çok güçlü bir destek bulmuş olmak.
arkaya bırakmak (koymak)
sonraya, başka zamana bırakmak, ertelemek.
arkaya kalmak
geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
arma donatmak
den. armayı yerli yerine koymak.
arma soymak
den. hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.
arma uçurmak (budatmak)
den. armayı rüzgâra kaptırmak.
armudun sapı var, üzümün (kirazın) çöpü var demek
her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
armut gibi
çok anlayışsız, bön.
armut piş ağzıma düş!
bir işe emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatan bir söz.
arpa ektim, darı çıktı
ters sonuç veren işler için söylenen bir söz.
arpacı kumrusu gibi düşünmek
içinde bulunduğu sorunu nasıl çözeceğini uzun uzun düşünmek: ‘Bak, o şoförün yanında arpacı kumrusu gibi düşünen maarif müdürü beye.’ –R. N. Güntekin.
arpalık yapmak
bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
arpası çok gelmek
coşmak, azmak, kudurmak.
art eteğinde namaz kılmak
çok temiz huylu olmak.
artist gibi
boylu boslu, güzel ve alımlı, yakışıklı (kimse).
arzu duymak
birine veya bir şeye karşı istek duymak.
arzuhâl gibi (kadar)
çok uzun (mektup).
arzusu kalmak
isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak: ‘Arzum kaldı toprağında taşında’ –Halk türküsü.
asabına dokunmak
sinirine dokunmak: ‘Bombardımanlar asabıma dokunuyordu, sakin bir yere kaçmak istiyordum.’ –R. H. Karay.
aşağı (aşağısı) kurtarmaz
1) ‘bundan daha ucuza olmaz’ anlamında kullanılan bir söz; 2) alay ‘daha aşağı bir durumu kendine layık görmez’ anlamında kullanılan bir söz.
aşağı almak
devirmek, yıkmak.
aşağı çekmek
değerini düşürmek.
aşağı düşmek
düzeyi, miktarı, niteliği azalmak: ‘Bunlar arasında birkaç gazete ve dergi alanları hesaba katacak olursanız gazete ve dergi okuyucularının nispeti daha da aşağı düşer.’ –N. F. Kısakürek.
aşağı görmek
küçük görmek, beğenmemek, hor görmek: ‘Bu kadar fütursuz bir kitleyi ne diye aşağı görüyoruz?’ –Y. K. Beyatlı.
aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık
iki karşıt ve aynı derecede sakıncalı durum karşısında karar verme zorluğunu anlatan bir söz.
aşağıdan almak
alttan almak.
asayiş berkemal
güvenliğin yerinde olduğunu anlatan bir söz: ‘Efendiler, mühim bir şey yok yahu!.. Asayiş berkemaldir.’ –N. Hikmet.
aşinalık göstermek
ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.
aşı vurmak (yapmak)
bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşı vermek.
asıda olmak (kalmak)
bir işe son verilmeyip öylece bırakılmış olmak: Bu iş bundan fazla asıda kalamaz.
aşığı cuk oturmak
işi çok olumlu bir biçim almak.
asıp kesmek
işbaşında bulunan bir kimse yasayı çiğneyerek sert davranmak.
aşırı gitmek
ölçüyü kaçırmak, usandırmak.
aşka düşmek
âşık olmak.
aşka gelmek
tkz. bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek: ‘Meltemler tanrısı aşka gelip bu yeni varlığı yelpazelemeye koyuldu.’ –Halikarnas Balıkçısı.
asker gibi
disiplinli, düzgün.
askıda bırakmak
sonuca vardırmamak.
askıda kalmak
bir iş bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.
askıya almak
1) altı boşalıp desteği kalmayan yapıyı dikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak; 2) oturmuş veya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak; 3) mec. bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.
askıya çıkarmak
evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan etmek.
askıya çıkmak
1) ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak; 2) evlenecek kimselerin durumu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan edilmek.
aslan gibi
1) boylu boslu, güçlü ve yakışıklı; 2) sağlığı yerinde.
aslan kesilmek
aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
aslı astarı olmamak
gerçekliği, doğruluğu bulunmamak.
aslı çıkmak
gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak: Söylenenlerin aslı çıkarsa güç duruma düşecek.
aslı faslı olmamak
gerçekliği, doğruluğu bulunmamak: ‘Birtakım aslı faslı olmayan ağrılar yaratan sıtma mikrobu gibi sinsi bir yorgunluk vardı.’ –S. F. Abasıyanık.
aslı faslı yok
yalan, uydurma.
aslına bakarsan
‘doğruyu, gerçeği ararsan’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ömrü savaş içinde geçer insanın, aslına bakarsan ekmeğini topraktan çıkarmak için.’ –A. Erhat.
astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek)
bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak.
astığı astık, kestiği kestik
acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimse.
at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak
iş işten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak.
at gibi
vücudu iri yarı olan (kadın).
at izi it izine karışmak
iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak.
at koşturacak kadar
pek geniş, çok geniş.
at nalı kadar
alay pek büyük (nişan, madalya, elmas, plaka vb. şeyler).
at oynatmak
1) atla hüner göstermek; 2) mec. yarışmak: Ben onunla at oynatamam. 3) mec. bildiği ve istediği gibi davranmak: ‘Bizde ilk kurulan parlamento da Avrupa’daki benzerleri gibi, özel menfaatlerin gizlice at oynattığı bir alan olmakta gecikmemiş.’ –H. Taner.
at pazarında eşek osurtmuyoruz!
kaba söyleneni dinlemeyene uyarı amacıyla söylenen bir söz.
ata et, ite ot vermek
bir işi ters yapmak.
atbaşı (beraber) gitmek
eşit durumda olmak: ‘Bu çeneyle atbaşı giden keskin bir zekâsı var.’ –C. S. Tarancı.
ateh getirmek
bunamak: ‘Sen sahiden budalaymışsın dostum hem adamakıllı ateh getirmişsin.’ –R. H. Karay.
ateş açmak
ateşli silahla mermi atmaya başlamak.
ateş almak
1) yanmak, tutuşmak; 2) ateşli silah patlamak; 3) mec. coşmak: ‘Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır.’ –M. Ş. Esendal. 4) mec. telaşlanmak, heyecanlanmak; 5) mec. öfkelenmek; 6) mec. acele davranmak, acele etmek.
ateş almaya mı geldin?
uğradığı yerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenen bir söz.
ateş bacayı (saçağı) sarmak
bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
