Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

anası yerinde

anne gibi kabul edilen (kadın).

anasından doğduğuna bin pişman

1) çok tembel, üşengeç; 2) canından bezmiş.

anasından doğduğuna pişman olmak

çok eziyet görmek, çok üzülmek, bezdirilmek.

anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek

bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek: ‘Mütercim olarak işe başladığım gün anamdan emdiğim süt burnumdan gelmiştir.’ –B. R. Eyuboğlu.

anasından emdiği sütü burnundan getirmek

birine bir iş yaptırırken çok sıkıntı çektirmek: ‘Hiç belli olmaz insanoğlu! Bir gün anadan emdiği sütü burnundan getirir.’ –B. R. Eyuboğlu.

anasını bellemek

kaba en büyük kötülüğü yapmak: ‘Geçmeyen zamanın anasını uyku beller.’ –N. F. Kısakürek.

anasını eşek kovalasın!

kaba sözü edilen kimse veya iş için bıkkınlık, dikkate almama ve umursamama anlatan bir söz.

anasını sat! (satayım!)

hlk. ‘önem verme (vermem), aldırma (aldırmam), umursama (umursamam)!’ anlamında kullanılan bir söz.

anasının gözü

argo çok kurnaz, çok açıkgöz, dalavereci, hinoğluhin.

anasının ipini satmış (pazara çıkarmış)

ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).

anasının kızı

her yönüyle annesine benzeyen kız çocuğu.

anasının körpe kuzusu

pek küçük kucak çocuğu.

anasının nikâhını istemek

bir şeye değerinden çok para istemek.

anasının oğlu

her yönüyle annesine benzeyen erkek çocuğu.

andını bozmak

andına uymamak, andına aykırı davranmak.

angarya (angaryasını) çekmek

bir işi isteksizce, hatır için yapmak zorunluluğunda olmak: ‘Benim bu angaryalarımı da başka türlü kimsecikler çekmez.’ –O. C. Kaygılı.

angaryaya koşmak

birini zorunlu olmadığı hâlde bir işte çalışmaya zorlamak.

anız bozmak

anızı altüst etmek için toprağı yüzden sürmek.

anladımsa arap olayım

tkz. ‘hiçbir şey anlamadım’ anlamında kullanılan bir söz.

anlam çıkarmak

1) bir cümleden veya metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak; 2) mec. yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlış değerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek.

anlam vermek

kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.

anlamazlıktan gelmek (anlamazlığa vurmak)

bir şeyi anladığı hâlde anlamamış gibi davranmak: ‘Anlamazlığa vuruyorum, teşekkür ederek ayrılıyorum daireden.’ –A. Ümit.

anlamına gelmek

bir anlam bildirmek.

anlarsın ya!

açıklanmaması gereken bir olayı dolaylı yoldan anlatmak için kullanılan bir söz.

anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi

‘işin içyüzü, gerçeği öğrenildi’ anlamında kullanılan bir söz.

anlaşmaya varmak

bir konuda birisiyle anlaşmak.

anlaşmazlığa düşmek

anlaşamamak, uyuşamamak: ‘Anlaşmazlığa düşmezdik. İyi çocuklardı.’ –A. Kutlu.

anlaşmazlık çıkmak

bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak: ‘Miras dağılımında üvey annesiyle aralarında anlaşmazlık çıkmış.’ –C. Külebi.

anlayıp dinlemek

bir olayı iyice anlamak.

anlayış göstermek

istenilen veya söylenilen bir şeyi hoşgörüyle karşılamak: ‘Yaşamı her yönden yalnızlığa yaslanmış olan bu kadına tek çocuğun bile anlayış gösterdiğini sanmam.’ –A. Kutlu.

ant içmek

bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek, yemin etmek: ‘Böyle uzaklaşınca ağır ağır o bizden / Biz ayrı düşmemeye ant içmiştik denizden’ –F. N. Çamlıbel.

ant verdirmek

1) ant içmesini sağlamak; 2) herhangi bir şeyi yapmaması için söz almak.

ant vermek

Allah aşkına, çocuklarının başı için vb. sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak.

antant kalmak

anlaşmak, uzlaşmak.

antikasını bilmek

en iyisini bilmek.

antipati duymak

kanı kaynamamak.

antipatik bulmak

sevimsiz bulmak, kanı kaynamamak.

apışıp kalmak

ne yapacağını bilemez duruma gelmek: ‘Bu sonsuzluğun içinde işte besbelli sen de kendini kaybederek apışıp kalmışsın.’ –H. R. Gürpınar.

apoletleri sökülmek

bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak.

aportta beklemek

1) köpek avını kovalamak üzere hazırda beklemek; 2) fırsat kollamak.

aptal yerine koymak

1) hiçbir şeyden anlamaz, bilmez sanmak: ‘Bu kadını zaman zaman aptal yerine koymam, büyük aptallık galiba.’ –R. Erduran. 2) birine, aptal gözüyle bakmak.

aptallığa vurmak

bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.

ar damarı çatlamış

utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapan, utanmaz.

ar etmek

utanmak.

ar namus tertemiz

utanması olmayan.

ar ve hayâ perdesi yırtılmak

1) utanmamak, utanç duymamak: ‘Atalarımızın ar ve hayâ perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır.’ –R. N. Güntekin. 2) yüzsüzlük etmek.

arabanın tekerine taş koymak

güçlük çıkarmak.

arabasını düze çıkarmak

karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür duruma getirmek.

aracı koymak

bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek.

arada çıkarmak

başka işler arasında bir işi de yapıvermek.

arada kalmak

iki tarafı uzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek.

arada kaynamak

karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek.

aradan çekilmek

1) ara bulucu olmaktan vazgeçmek; 2) herhangi bir iş yapılırken işi başkalarına bırakmak, ilişiğini kesmek.

aradan çıkarmak

birçok işten birini yapıp bitirivermek.

aradan çıkmak

1) yapılması gereken öteki işlerle uğraşılabilmesi için bir iş önce bitirilmek; 2) sıkışık bir durumda, sıkıntılı bir zamanda işe engel olan kimse oradan uzaklaşmak; 3) kendini bir sorunun, bir davanın dışında tutmak.

aradan kaldırmak

iş yapma imkânını yok etmek.

aradan sıyrılmak

1) kötü bir işten kendini kurtarmak; 2) mec. çatışan gruplar arasındaki rekabetten yararlanarak öne çıkmak; 3) sp. yarışta rakiplerinden uzaklaşmak, öne çıkmak.

Arafat’ta soyulmuş hacıya dönmek

her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak.

araları limoni olmak

aralarında hafif bir kırgınlık olmak.

araları şekerrenk (serin) olmak

iki kişi arasında dostluk ilişkileri bozuk olmak: ‘Vergi kâtibi ile de araları şekerrenk olmuştu.’ –E. E. Talu.

aralarına kara kedi girmek

iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek.

aralarında dağlar kadar fark olmak

aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak.

aralarındaki buzları eritmek

kırgınlığı, küslüğü ortadan kaldırmak: ‘Kerim ve karısı Necla aralarındaki buzları eritmek amacıyla otele gelmişlerdir.’ –İ. Aral.

aralarından kara kedi geçmek

birbirinden soğumak, aralarına soğukluk girmek.

aralarından su sızmamak

aralarında çok yakın, sıkı fıkı arkadaşlık bulunmak: ‘Bir vakitler aralarından su sızmayan o dünya ahiret kardeş hatun kişiler, şimdi birbirlerini çekemiyor, birbirlerinin arkasından söylemediklerini bırakmıyorlardı.’ –H. Taner.

aralık vermek

1) yeniden başlamak üzere bir işi kısa süre bırakmak; 2) harfler veya satırlar arasında boşluk bırakmak.

arap gibi olmak

simsiyah olmak, kararmak.

arap olayım

söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için ‘söylediğim söz doğru değilse kararayım, esmerleşeyim’ anlamında kullanılan bir söz: Yalan söylüyorsam arap olayım.

Arap uyandı (Arap’ın gözü açıldı)

geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz.

Arap’ın yalellisi gibi

yalelli gibi.

arapsaçı gibi

karmakarışık.

arapsaçına dönmek

işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.

arası (araları) açılmak (açık olmak, bozulmak)

arkadaşlıkları sarsılmak, arkadaşlık bağları kopmak, birbirine darılmak: ‘O ara garajcı ile de araları açıldığından tiyatroculuk oyununu bırakıp dergicilik oyununa geçtiler.’ –H. Taner.

arası geçmeden

vakit geçmeden, sıcağı sıcağına.

arasına (aralarına) karışmak

büyüyüp yetişmek.

arasını (aralarını) açmak (bozmak)

iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak.

arasını (aralarını) bulmak

araları bozulmuş iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak: ‘Emine ile aralarını bulmaya çalışacağını söyledi.’ –H. E. Adıvar.

araya (aralarına) soğukluk girmek

arada kırgınlık oluşmak: ‘Hiç cevap vermedi, ağlamaya başladı ama aramıza soğukluk girdi.’ –R. Erduran.

araya almak

1) bir çevreye kabul etmek; 2) argo dövmek.

araya girmek

1) iki kişinin arasındaki bir işe karışmak; 2) iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak; 3) bir iş yapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.

araya gitmek

harcanmak, karışıklığa kurban olmak.

araya kaynayıp gitmek

göz ardı edilmek: ‘Bu arada üç beş yazarın üretimi de araya kaynayıp gidiyor.’ –N. Meriç.

araya vermek

yararsız bir işe harcamak.

arayı açmak

1) aradaki uzaklık artmak; 2) mec. görüşmemek.

arayı soğutmak

eski yakınlık, dostluk kalmamak.

arayı yapmak

arasını bulmak.

arayıp da bulamamak

beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak.

arazi açmak

fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirmek.

arazi olmak

1) sıvışmak; 2) işten kaçmak.

araziye uymak

1) ortama, çevreye uymak; 2) görünmemeye çalışmak.

ardı arası kesilmemek

aralıksız olarak gelmek: ‘Olayların ardı arası kesilmez. Hepsi birbirini kovalar.’ –N. F. Kısakürek.

ardı kesilmemek

arkası gelmemek, tükenmemek: Gidiş gelişin ardı hiç kesilmiyor.

ardından atlı kovalamak

arkasından atlı kovalamak.

ardından gitmek

1) peşine takılmak; 2) mec. aynı düşünceye sahip olmak.

ardını almak (getirmek)

bitirmek, tamamlamak.

ardını bırakmamak

peşini bırakmamak.

ardını kesmek

arkasını getirmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.

arif olan anlar (anlasın)

herkesin anlayacağı kadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamını kavrayanlar için söylenen bir söz.

arifeyi gösterip bayramı göstermemek

bir işi sonuna kadar başarılı götürüp, sonunda olumlu sonuca ulaşamamak.

arı gibi

1) çok çalışkan; 2) hızlı ve sürekli bir biçimde: ‘Gürültü etmeden, iz bırakmadan, hadise çıkarmadan çalışıyorlar, arılar gibi.’ –E. M. Karakurt.

Sayfa 17 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü