anası yerinde
anne gibi kabul edilen (kadın).
anasından doğduğuna bin pişman
1) çok tembel, üşengeç; 2) canından bezmiş.
anasından doğduğuna pişman olmak
çok eziyet görmek, çok üzülmek, bezdirilmek.
anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek
bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek: ‘Mütercim olarak işe başladığım gün anamdan emdiğim süt burnumdan gelmiştir.’ –B. R. Eyuboğlu.
anasından emdiği sütü burnundan getirmek
birine bir iş yaptırırken çok sıkıntı çektirmek: ‘Hiç belli olmaz insanoğlu! Bir gün anadan emdiği sütü burnundan getirir.’ –B. R. Eyuboğlu.
anasını bellemek
kaba en büyük kötülüğü yapmak: ‘Geçmeyen zamanın anasını uyku beller.’ –N. F. Kısakürek.
anasını eşek kovalasın!
kaba sözü edilen kimse veya iş için bıkkınlık, dikkate almama ve umursamama anlatan bir söz.
anasını sat! (satayım!)
hlk. ‘önem verme (vermem), aldırma (aldırmam), umursama (umursamam)!’ anlamında kullanılan bir söz.
anasının gözü
argo çok kurnaz, çok açıkgöz, dalavereci, hinoğluhin.
anasının ipini satmış (pazara çıkarmış)
ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).
anasının kızı
her yönüyle annesine benzeyen kız çocuğu.
anasının körpe kuzusu
pek küçük kucak çocuğu.
anasının nikâhını istemek
bir şeye değerinden çok para istemek.
anasının oğlu
her yönüyle annesine benzeyen erkek çocuğu.
andını bozmak
andına uymamak, andına aykırı davranmak.
angarya (angaryasını) çekmek
bir işi isteksizce, hatır için yapmak zorunluluğunda olmak: ‘Benim bu angaryalarımı da başka türlü kimsecikler çekmez.’ –O. C. Kaygılı.
angaryaya koşmak
birini zorunlu olmadığı hâlde bir işte çalışmaya zorlamak.
anız bozmak
anızı altüst etmek için toprağı yüzden sürmek.
anladımsa arap olayım
tkz. ‘hiçbir şey anlamadım’ anlamında kullanılan bir söz.
anlam çıkarmak
1) bir cümleden veya metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak; 2) mec. yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlış değerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek.
anlam vermek
kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.
anlamazlıktan gelmek (anlamazlığa vurmak)
bir şeyi anladığı hâlde anlamamış gibi davranmak: ‘Anlamazlığa vuruyorum, teşekkür ederek ayrılıyorum daireden.’ –A. Ümit.
anlamına gelmek
bir anlam bildirmek.
anlarsın ya!
açıklanmaması gereken bir olayı dolaylı yoldan anlatmak için kullanılan bir söz.
anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi
‘işin içyüzü, gerçeği öğrenildi’ anlamında kullanılan bir söz.
anlaşmaya varmak
bir konuda birisiyle anlaşmak.
anlaşmazlığa düşmek
anlaşamamak, uyuşamamak: ‘Anlaşmazlığa düşmezdik. İyi çocuklardı.’ –A. Kutlu.
anlaşmazlık çıkmak
bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak: ‘Miras dağılımında üvey annesiyle aralarında anlaşmazlık çıkmış.’ –C. Külebi.
anlayıp dinlemek
bir olayı iyice anlamak.
anlayış göstermek
istenilen veya söylenilen bir şeyi hoşgörüyle karşılamak: ‘Yaşamı her yönden yalnızlığa yaslanmış olan bu kadına tek çocuğun bile anlayış gösterdiğini sanmam.’ –A. Kutlu.
ant içmek
bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek, yemin etmek: ‘Böyle uzaklaşınca ağır ağır o bizden / Biz ayrı düşmemeye ant içmiştik denizden’ –F. N. Çamlıbel.
ant verdirmek
1) ant içmesini sağlamak; 2) herhangi bir şeyi yapmaması için söz almak.
ant vermek
Allah aşkına, çocuklarının başı için vb. sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak.
antant kalmak
anlaşmak, uzlaşmak.
antikasını bilmek
en iyisini bilmek.
antipati duymak
kanı kaynamamak.
antipatik bulmak
sevimsiz bulmak, kanı kaynamamak.
apışıp kalmak
ne yapacağını bilemez duruma gelmek: ‘Bu sonsuzluğun içinde işte besbelli sen de kendini kaybederek apışıp kalmışsın.’ –H. R. Gürpınar.
apoletleri sökülmek
bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak.
aportta beklemek
1) köpek avını kovalamak üzere hazırda beklemek; 2) fırsat kollamak.
aptal yerine koymak
1) hiçbir şeyden anlamaz, bilmez sanmak: ‘Bu kadını zaman zaman aptal yerine koymam, büyük aptallık galiba.’ –R. Erduran. 2) birine, aptal gözüyle bakmak.
aptallığa vurmak
bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.
ar damarı çatlamış
utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapan, utanmaz.
ar etmek
utanmak.
ar namus tertemiz
utanması olmayan.
ar ve hayâ perdesi yırtılmak
1) utanmamak, utanç duymamak: ‘Atalarımızın ar ve hayâ perdesi yırtılmak diye pek düşündürücü bir tabirleri vardır.’ –R. N. Güntekin. 2) yüzsüzlük etmek.
arabanın tekerine taş koymak
güçlük çıkarmak.
arabasını düze çıkarmak
karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür duruma getirmek.
aracı koymak
bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek.
arada çıkarmak
başka işler arasında bir işi de yapıvermek.
arada kalmak
iki tarafı uzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek.
arada kaynamak
karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek.
aradan çekilmek
1) ara bulucu olmaktan vazgeçmek; 2) herhangi bir iş yapılırken işi başkalarına bırakmak, ilişiğini kesmek.
aradan çıkarmak
birçok işten birini yapıp bitirivermek.
aradan çıkmak
1) yapılması gereken öteki işlerle uğraşılabilmesi için bir iş önce bitirilmek; 2) sıkışık bir durumda, sıkıntılı bir zamanda işe engel olan kimse oradan uzaklaşmak; 3) kendini bir sorunun, bir davanın dışında tutmak.
aradan kaldırmak
iş yapma imkânını yok etmek.
aradan sıyrılmak
1) kötü bir işten kendini kurtarmak; 2) mec. çatışan gruplar arasındaki rekabetten yararlanarak öne çıkmak; 3) sp. yarışta rakiplerinden uzaklaşmak, öne çıkmak.
Arafat’ta soyulmuş hacıya dönmek
her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak.
araları limoni olmak
aralarında hafif bir kırgınlık olmak.
araları şekerrenk (serin) olmak
iki kişi arasında dostluk ilişkileri bozuk olmak: ‘Vergi kâtibi ile de araları şekerrenk olmuştu.’ –E. E. Talu.
aralarına kara kedi girmek
iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek.
aralarında dağlar kadar fark olmak
aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak.
aralarındaki buzları eritmek
kırgınlığı, küslüğü ortadan kaldırmak: ‘Kerim ve karısı Necla aralarındaki buzları eritmek amacıyla otele gelmişlerdir.’ –İ. Aral.
aralarından kara kedi geçmek
birbirinden soğumak, aralarına soğukluk girmek.
aralarından su sızmamak
aralarında çok yakın, sıkı fıkı arkadaşlık bulunmak: ‘Bir vakitler aralarından su sızmayan o dünya ahiret kardeş hatun kişiler, şimdi birbirlerini çekemiyor, birbirlerinin arkasından söylemediklerini bırakmıyorlardı.’ –H. Taner.
aralık vermek
1) yeniden başlamak üzere bir işi kısa süre bırakmak; 2) harfler veya satırlar arasında boşluk bırakmak.
arap gibi olmak
simsiyah olmak, kararmak.
arap olayım
söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için ‘söylediğim söz doğru değilse kararayım, esmerleşeyim’ anlamında kullanılan bir söz: Yalan söylüyorsam arap olayım.
Arap uyandı (Arap’ın gözü açıldı)
geçen bir olaydan ders alındığını anlatan bir söz.
Arap’ın yalellisi gibi
yalelli gibi.
arapsaçı gibi
karmakarışık.
arapsaçına dönmek
işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.
arası (araları) açılmak (açık olmak, bozulmak)
arkadaşlıkları sarsılmak, arkadaşlık bağları kopmak, birbirine darılmak: ‘O ara garajcı ile de araları açıldığından tiyatroculuk oyununu bırakıp dergicilik oyununa geçtiler.’ –H. Taner.
arası geçmeden
vakit geçmeden, sıcağı sıcağına.
arasına (aralarına) karışmak
büyüyüp yetişmek.
arasını (aralarını) açmak (bozmak)
iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak.
arasını (aralarını) bulmak
araları bozulmuş iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak: ‘Emine ile aralarını bulmaya çalışacağını söyledi.’ –H. E. Adıvar.
araya (aralarına) soğukluk girmek
arada kırgınlık oluşmak: ‘Hiç cevap vermedi, ağlamaya başladı ama aramıza soğukluk girdi.’ –R. Erduran.
araya almak
1) bir çevreye kabul etmek; 2) argo dövmek.
araya girmek
1) iki kişinin arasındaki bir işe karışmak; 2) iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak; 3) bir iş yapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.
araya gitmek
harcanmak, karışıklığa kurban olmak.
araya kaynayıp gitmek
göz ardı edilmek: ‘Bu arada üç beş yazarın üretimi de araya kaynayıp gidiyor.’ –N. Meriç.
araya vermek
yararsız bir işe harcamak.
arayı açmak
1) aradaki uzaklık artmak; 2) mec. görüşmemek.
arayı soğutmak
eski yakınlık, dostluk kalmamak.
arayı yapmak
arasını bulmak.
arayıp da bulamamak
beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak.
arazi açmak
fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirmek.
arazi olmak
1) sıvışmak; 2) işten kaçmak.
araziye uymak
1) ortama, çevreye uymak; 2) görünmemeye çalışmak.
ardı arası kesilmemek
aralıksız olarak gelmek: ‘Olayların ardı arası kesilmez. Hepsi birbirini kovalar.’ –N. F. Kısakürek.
ardı kesilmemek
arkası gelmemek, tükenmemek: Gidiş gelişin ardı hiç kesilmiyor.
ardından atlı kovalamak
arkasından atlı kovalamak.
ardından gitmek
1) peşine takılmak; 2) mec. aynı düşünceye sahip olmak.
ardını almak (getirmek)
bitirmek, tamamlamak.
ardını bırakmamak
peşini bırakmamak.
ardını kesmek
arkasını getirmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.
arif olan anlar (anlasın)
herkesin anlayacağı kadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamını kavrayanlar için söylenen bir söz.
arifeyi gösterip bayramı göstermemek
bir işi sonuna kadar başarılı götürüp, sonunda olumlu sonuca ulaşamamak.
arı gibi
1) çok çalışkan; 2) hızlı ve sürekli bir biçimde: ‘Gürültü etmeden, iz bırakmadan, hadise çıkarmadan çalışıyorlar, arılar gibi.’ –E. M. Karakurt.
