Allah bana, ben de sana
‘şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim’ anlamında kullanılan bir söz.
Allah bilir
1) ‘belli değil’ anlamında kullanılan bir söz: Yağmur yağar mı dersin? -Allah bilir! 2) ‘bana öyle geliyor ki’ anlamında kullanılan bir söz.
Allah bir dediğinden başka sözüne inanılmaz
birinin çok yalancı olduğunu anlatmak için söylenen bir söz.
Allah derim
yapılan bir iş için sorulan ‘ne dersin?’ sorusuna karşı ‘söyleyecek başka söz bulamıyorum’ anlamında kullanılan bir söz.
Allah için
gerçekten, doğrusu: ‘Allah için kız buna layık görünüyordu.’ –H. E. Adıvar.
Allah manda şifalığı versin
tkz. çok veya ağır yemek yiyenler için söylenen bir söz.
Allah ne verdiyse
‘yiyecek olarak evde ne varsa’ anlamında kullanılan bir söz.
Allah övmüş de yaratmış
çok güzel olanlar için söylenen bir söz.
Allah vere de
‘inşallah, dileriz ki’ anlamında kullanılan iyi dilek sözü: Allah vere de yağmur yağmasa.
Allah yarattı dememek
kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.
Allah yürü ya kulum demiş
az zamanda çok para kazananlar veya işinde çok ilerleyenler için söylenen bir söz: ‘Son yıllarda Allah yürü ya kulum demiş ve birdenbire ünlü bir iş adamı oluvermiştir.’ –İ. Aral.
Allah’a emanet
1) ‘Tanrı esirgesin’ anlamında birini överken söylenen bir söz: Allah’a emanet, iyi çocuktur. 2) tutar yanı olmayan kimse veya nesne için şaka yollu söylenen bir söz.
Allah’a ısmarladık
ayrılanın kalan veya kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
Allah’ın adamı
garip, saf, zavallı (kimse).
Allah’ın belası
sıkıntı veren, kötü olan.
Allah’ın binasını yıkmak
kendini veya başkasını öldürmek.
Allah’ın cezası
pek yaramaz, şirret.
Allah’ın emri
kader.
Allah’ın evi
1) cami, mescit; 2) Kâbe; 3) mec. insan gönlü.
Allah’ın gazabı
çok sıkıntı veren şey.
Allah’ın günü
hemen hemen her gün.
Allah’ın hikmeti
beklenmeyen, sebebi anlaşılmayan veya şaşılan şeyler için kullanılan bir söz: Allahın hikmeti, kayanın içinde kocaman bir ağaç bitmiş.
Allah’ın işine bak
bir işin, bir olayın beklenmedik, şaşılacak bir durum alması karşısında kullanılan bir söz.
Allah’ın kulu
insan, kimse, kişi: Burada yol gösterecek bir Allah’ın kulu yok mu?
Allah’ından bulsun
‘ben kendisine bir şey yapmayacağım, yaptığı kötülüğün cezasını Tanrı versin’ anlamında kullanılan bir söz.
Allah’ını seversen
olması ve gerçekleşmesi çok istenilen bir durum karşısında kullanılan yalvarma sözü.
Allah’tan
1) iyi ki: ‘Allah’tan sessizdi sarhoşluğu.’ –C. Uçuk. 2) yaradılıştan: Gözleri Allah’tan sürmeli.
Allah’tan korkmaz
can yakıcı, insafsız, acımasız.
allahı çok, insanı az bir yer
pek ıssız ve kuytu bir yer.
allahlık Ali Bey
hiçbir şeyle ilgilenmeyen, olaylardan habersiz olan.
allame kesilmek
allamelik taslamak.
allamelik taslamak
bilgisiz olduğu hâlde her şeyi bilir görünmek.
alnı açık yüzü ak
çekinecek hiçbir durumu veya ayıbı olmayan.
alnına kara sürmek
bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak.
alnında yazılmış olmak
bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah yazmış olmak.
alnından öpmek
beğenmek, takdir etmek.
alnının akıyla
ayıplanacak bir duruma düşmeden, şerefiyle başarı göstermiş olarak: ‘Bütün savaşlardan alnının akıyla çıkmış bir denizci. Hiç yenik düşmemiş.’ –Z. Selimoğlu.
alnının kara yazısı
kötü kaderi, kötü talihi: ‘Alnımın ne kara yazısı varmış.’ –H. R. Gürpınar.
alt alta üst üste
birbirleriyle itişir kakışır durumda: ‘Alt alta üst üste boğuşmaya başladık.’ –H. R. Gürpınar.
alt çenesi oynamak
rüşvet alıp yemek.
alt etmek
üstünlük sağlamak, yenmek: ‘Sanatı kendi şartları, kendi ölçüleri içinde alt etmeye yanaşmadıkça gerçek sanatkâr olmaya imkân yok.’ –O. V. Kanık.
alt olmak
yenilmek.
alt perdeden konuşmak
hafif sesle yavaş konuşmak: ‘Gözlerini süze süze alt perdeden, tane tane konuşur.’ –K. Korcan.
alt yanı çıkmaz sokak
sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenen bir söz.
altı alay üstü kalay
içi, dışı gibi özenilmiş olmayan şeyler için söylenen bir söz.
altı karış beberuhi
alay kısa boylu kimse.
altı kaval, üstü şişhane (şeşhane)
giysilerini birbirine uygun düşüremeyen, yakıştıramayanlar için söylenen bir söz.
altıdan yemek
hastanelerde perhizi olmayan hastalara verilen tam yemek.
altın adını bakır etmek
kötü işler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak.
altın çağını yaşamak
en başarılı, en verimli döneminde bulunmak.
altın gibi
1) altına benzeyen; 2) mec. değerli, kıymetli; 3) mec. saf.
altın kesmek
çok para kazanır olmak.
altın leğene kan kusmak
varlık içinde hastalık veya sıkıntı çekerek yaşamak.
altın top gibi
güzel ve tombul (çocuk).
altın yumurtlayan tavuk
1) mesleği, sanatı, parası olan, gelirli kimse; 2) turist.
altın yürekli olmak
çok iyi niyetli, merhametli olmak: ‘O kadar fazla altın yürekli olacağına bir parça daha zarif ve cazibeli bir adam olsaydı.’ –R. N. Güntekin.
altına etmek (kaçırmak)
1) yatağına veya donuna işemek; 2) mec. çok korkmak.
altına imza koymak
konuyu veya anlaşmayı kabul ettiğini belirtmek: ‘İlgili sözleşmelerin altına imzamızı koyarken bu imzaya sadık kalma konusunda ne ölçüde niyetliydik?’ –A. Cemal.
altında kalmamak
karşılığını vermek, gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak.
altından çapanoğlu çıkmak
girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak: ‘Kısa kesmekten yanaydı ama paraları uzatsa altından bir çapanoğlu çıkar mıydı?’ –O. Kemal.
altından girip üstünden çıkmak
1) malı, parayı düşüncesizce harcayıp tüketmek: ‘Babasından kalan servetin altından girip üstünden çıkmıştı.’ –R. N. Güntekin. 2) ne yapıp edip istediğini yaptırmak; 3) halletmek; 4) karıştırmak.
altından kalkamamak
1) bir işi başaramamak, becerememek, üstesinden gelememek: Bu işin altından kolay kolay kalkamaz. 2) mec. kendini savunamamak: Altından kalkamayacağı suçlamalar ileri sürdüler.
altını çizmek
bir sözün önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak.
altını üstüne getirmek
1) bir şey bulmak için aramadık yer bırakmamak; 2) söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek: ‘İnsanın gözü bir şey görmedi mi dünyanın altını üstüne getirmeli.’ –Z. Selimoğlu.
altmışaltıya bağlamak
geçici bir çözümle durumu kurtarmış görünmek.
altta kalmak
1) herhangi bir iyiliğin karşılığını ödeyememek; 2) herhangi bir çatışmada, çekişmede yenilmek.
altta yok üstte yok
yoksul, fakir.
alttan almak
sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, aşağıdan almak.
alttan güreşmek
gizli gizli yenme yollarını kollamak.
altüst etmek
1) alt yüzünü üst yüzüne getirmek; 2) çok karışık duruma getirmek, düzenini bozmak: ‘Ama tutkunluklarımız yapraklara benzer, en hafif bir rüzgâr altüst edebilir onları.’ –C. Meriç. 3) yıkmak, harap etmek: Deprem köyü altüst etti. 4) huzursuz etmek, rahatsızlık vermek: ‘Kalbini altüst eden yeni durumu orada öğrendi.’ –H. E. Adıvar.
altüst olmak
1) çok karışık duruma gelmek; 2) üzülmek, tedirgin olmak, yıkılmak: ‘Tasarısı birdenbire altüst olan insanlar gibi bakınıyordu.’ –İ. H. Baltacıoğlu. 3) rahatsızlanmak: Yediğim yemekten midem altüst oldu.
ama ne
1) ‘ne hoş’ anlamında kullanılan bir söz: Ama ne manzara! Ama ne film! 2) ‘şaşılacak niteliği olan’ anlamında kullanılan bir söz: Ama ne kılık!
amaç gütmek
bir amacı gerçekleştirmeye çalışmak: ‘Dernekler, 13’üncü maddedeki genel sınırlamalara aykırı hareket edemeyecekleri gibi siyasi amaç güdemezler.’ –Anayasa.
aman bulmak
kurtulmak.
aman dedirtmek (amana getirmek)
karşı koyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, zor durumda bırakmak: ‘Galiba bu sene soğuk aman dedirtecek.’ –R. H. Karay.
aman derim!
‘sakın ha, böyle bir iş yapayım deme’ anlamında kullanılan bir söz: Evi satacakmışsın, aman derim!
aman vermek
canını bağışlamak, öldürmemek: ‘Teslim olan halka aman vererek hepsini evlerine yolladı.’ –F. R. Atay.
aman vermemek
1) rahat bırakmamak, göz açtırmamak: ‘İri sivrisinekler gece gündüz aman vermiyordu.’ –N. Cumalı. 2) acımayıp öldürmek.
aman zaman bilmemek
fırsat vermemek.
aman zaman dedirtmemek
aman vermemek.
amana gelmek
önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.
aması maması yok!
hiçbir özrün geçerli olamayacağını anlatan bir söz: ‘Ama diye sözünü kestim adamın. Aması maması yok, dedi o, sert bir sesle. Niye istifa etmedin?’ –N. Eray.
ameliyat (… ameliyatı) geçirmek
ameliyat edilmiş olmak: ‘Bu koğuşta ayak ameliyatı geçirmiş hasta Şahin’di.’ –H. R. Gürpınar.
ameliyata almak
gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra hastayı ameliyat etmek.
ameliyata girmek
1) ameliyat işlemlerini gerçekleştirmek; 2) ameliyat olmak.
amma da yaptın ha!
söylenen bir söze pek inanılmadığını ve şaşıldığını anlatan bir söz.
ana baba bir
aynı anne ve babadan olan.
ana baba eline bakmak
ana ve babanın verdiği para ile geçinmek.
ana baba yavrusu
nazlı büyütülmüş çocuk.
ana bir, baba ayrı
anaları bir, babaları ayrı olan (kardeşler).
ana rahmine düşmek
döl yatağında cenin oluşmak: ‘Ulan Mustafa, insanoğlu ana rahmine düşer de dokuz ay on gün sonra capcanlı fırlar.’ –S. F. Abasıyanık.
anadan doğmuşa dönmek (anadan yeni doğmuş gibi olmak)
1) dertsiz, tasasız bir duruma gelmek; 2) günahlardan arınmış duruma gelmek.
anafora kaptırmak
başkasının emeksiz ve karşılıksız olarak yararlanmasına sebep olmak.
anahtar vermek
tiy. tuluat tiyatrosunda komiğe nükte yapma kolaylığı vermek.
anahtarı beline takmak
evde yönetimi ele almak.
analı kuzu, kınalı kuzu
1) her işi yolunda giden; 2) annesi sağ olan çocukların mutluluğunu anlatan bir söz.
anam babam
içtenlik bildiren bir söz: Bilir miyim ben anam babam!
anan yahşi, baban yahşi
birini, bir işe razı etmek için onu övmek amacıyla söylenen bir söz.
ananın (anasının) ak sütü gibi (helal olsun)
‘anamın sütü bana nasıl helal ise bu da sana öyle helal olsun’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Şimşek gibi çakan ağrılardan beni kurtarsınlar, servetimin yarısını anamın ak sütü gibi vereyim.’ –R. N. Güntekin.
anası turp (sarımsak), babası şalgam (soğan)
hlk. ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğu.
