Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

aklından çıkarmamak

sürekli hatırlamak, unutmamak: ‘Ben senin yengenim, amcanın karısıyım, bunu sakın aklından çıkarma!’ –P. Safa.

aklından çıkmak

unutmak.

aklından geçirmek

bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak: ‘Aklından geçirdiği gerçekmiş gibi telaşlanmıştı.’ –N. Cumalı.

aklından geçmek

düşünmek.

aklından zoru olmak

akla sığmayacak işler yapmak.

aklını (bir şeyle) bozmak

bir şey üzerine çok düşerek hep onunla uğraşıp durmak.

aklını başına almak (toplamak, devşirmek)

akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak: ‘Burası Ankara değil, aklını başına al, uslu otur.’ –R. H. Karay.

aklını başka yere vermek

konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak.

aklını devşirmek

aklı başına gelmek.

aklını kaçırmak

1) delirmek: ‘Cesareti de adamakıllı kırılmış, aklını kaçıran babasının hâli onu perişan etmişti.’ –İ. O. Anar. 2) gereksiz, yersiz iş yapmak.

aklını kullanmak

iyice düşünüp taşınarak hareket etmek: ‘Hayatta güçlü olacaksın, parasız kalmayacaksın, aklını kullanacaksın.’ –Ü. Dökmen.

aklını oynatmak

çıldırmak: ‘Allah Allah, bu adam gittikçe aklını oynatıyor.’ –Y. Kemal.

aklını peynir ekmekle yemek

alay akılsızca ve düşüncesizce davranışta bulunmak.

aklını şaşırmak

yerinde olmayan bir iş yapmak, yersiz düşünmek: ‘Bu kadar genç bir kızla evlenmek için Şakir amca aklını şaşırdı herhâlde.’ –P. Safa.

aklını takmak

aklına takmak.

aklını yormak

hatırlamaya çalışmak, zihnini zorlamak: ‘Aklını yorma, bulamazsın.’ –R. N. Güntekin.

aklının ayarını bozmak

doğru düşünemez, davranamaz duruma gelmek.

aklının bir köşesine yazmak

ileride hatırlamak üzere belleğine almak.

aklının köşesinden geçmemek

hiçbir zaman düşünmemek: ‘Rahmetliyi suçlamak aklımın köşesinden geçmez.’ –H. Taner.

aklının terazisi bozulmak

akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek.

aklının ucundan bile geçirmemek

hiçbir biçimde düşünmemek.

aklınla bin yaşa

herhangi bir sorun karşısında hemen çözüm üreten kişiye bu özelliğinin beğenildiğini belirtmek için kullanılan bir söz.

akraba çıkmak

konuştuktan sonra akraba olduklarını anlamak.

akrep gibi

her fırsatta sözleriyle başkalarını inciten veya onlara kötülük eden.

akşam ahıra sabah çayıra

hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenen bir söz.

akşama kalmak

iş gecikmek, bitmemek.

akşamdan kalmış (kalma)

geceki sarhoşluğun mahmurluğunu taşıyan.

akşamdan kavur, sabaha savur

1) kazandığını günü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılan bir söz; 2) söylediği sözü tutmayan kişiler için kullanılan bir söz.

akşamdan sonra merhaba

iş işten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilginin yararlı olmayacağını belirten bir söz.

akşamı akşam etmek

akşamın olmasını sabırsızlıkla beklemek.

akşamı bulmak (etmek)

akşamlamak, günü bitirmek: ‘Halk baharları ve yazları, dolmalarla, helvalarla gidip akşamı eder, şen şatır dönerlermiş.’ –S. M. Alus.

akşamı zor etmek

bir türlü akşam olmamak.

aksi gibi

istenmediği hâlde, aksilik olarak: ‘Oysa ki askerdeyken aksi gibi, bir kere bile hastalanmamıştı.’ –N. Hikmet.

aksi şeytan

işler yolunda gitmediği zaman ‘ne kadar ilgisiz, münasebetsiz’ anlamında kullanılan bir söz.

aksiliği tutmak

güçlük çıkarmak, inadında direnmek.

aksiliği üstünde (olmak)

olumsuz davranış içerisinde (olmak): ‘Hacı Ömer’in bütün aksiliği üstündeydi.’ –R. N. Güntekin.

aküsü bitmek

1) taşıtlarda depolanan enerji bitmek; 2) mec. bitkin düşmek, çok yorulmak: ‘Ok gibi taa Viyanalara kadar gelmişsiniz ama şimdi akünüz bitmiş, yürümeye korkuyorsunuz.’ –F. Baykurt. 3) mec. iyice yaşlanmak, elden ayaktan düşmek.

al (alın) …

işte: ‘Uykuysa, uyumak bir marifetse al uykuyu diyerek akşama kadar uyudum.’ –T. Buğra.

al aşağı vur yukarı

çekişe çekişe pazarlık yapılırken söylenen bir söz.

al benden de o kadar

tkz. ‘ben de aynı düşüncedeyim, aynı durumdayım’ anlamında kullanılan bir söz.

al birini, vur ötekine (birine)

hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda.

al giymedim ki alınayım

‘bu işle hiçbir ilgim olmadığı için söylenen sözleri kendi üzerime almadım’ anlamında kullanılan bir söz.

al gülüm ver gülüm

1) çıkar ilişkilerinde bazı sıkıntıları karşılıklı olarak görmezden gelme; 2) bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu: ‘Yooo, dedi, al gülüm ver gülüm. On para için ben senin canını alırım, on para için sen benim canımı al.’ –R. N. Güntekin.

al kanlara boyanmak

1) yaralanmak; 2) vurularak ölmek; 3) şehit olmak.

al kiraz üstüne kar yağmış

düşünülmeyen, beklenilmeyen şeylerin de olabileceğini anlatan bir söz.

al sana bir … daha

yeni bir aksilik olduğunda bezginlik bildirmek için ‘işte’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Al sana bir hayal kırıklığı daha!’ –A. Erhat.

al takke ver külah

1) uzun bir çekişmeden sonra, çekişe çekişe: ‘Al takke ver külah, kırsal kesimi çocuğunu okutmanın yararına inandırdık.’ –A. İlhan. 2) aralarındaki senli benli ilişkiyi sürdürerek.

alabanda vermek

argo azarlamak, paylamak, haşlamak.

alabandayı yemek

argo adamakıllı azarlanmak.

alabora olmak

1) tekne, sandal vb. deniz araçları devrilip ters dönmek: ‘Kaptan, gemiyi ağzına kadar doldurmuş, gemi yan yatmış, bir deniz çalkantısıyla alabora olmuş.’ –N. Hikmet. 2) mec. işler altüst olmak.

alaca düşmek

meyve olgunlaşmaya başlamak.

alacağına şahin, vereceğine karga (kuzgun)

alacağını isterken ısrar eden, borcunu öderken de güçlük çıkaran kimse.

alacaklı çıkmak

alacağı vereceğinden çok olmak.

alaka (alakasını) çekmek (toplamak, uyandırmak)

ilgi çekmek: ‘Bu sahneyi mangalın başında Havva Hanım bize kaç defa tekrar etti, hatırlayamam. Ama her defasında bizde büyük bir alaka uyandırıyordu.’ –H. E. Adıvar. ‘Yahu, biz bu hanımın sadece elini öpebilmek için ne yapacağımızı bilemez ve alakasını çekemezdik.’ –N. F. Kısakürek.

alaka duymak

ilgi duymak.

alakayı (alakasını) kesmek

ilgisi kalmamak, ayrılmak: Fabrikayla alakamı kestim.

alarma geçmek

beliren tehlikeye karşı direnebilecek, dayanabilecek duruma gelmek.

alaşağı etmek

1) yetkilerini elinden alıp birini yerinden uzaklaştırmak, atmak, kovmak; 2) kapıp yere vurmak; 3) mec. kötülemek, değersiz göstermek: ‘Her on yılda bir, geçmişten bu yana süregelen edebiyatı alaşağı ediyoruz.’ –T. Uyar.

alay geçmek

argo alay etmek.

alaya almak

alay etmek, eğlenmek: ‘Büyük İskender’den de bir şey yaşadığını seziyor ve kendi kendisini alaya alıyor.’ –N. F. Kısakürek.

alaya bozmak

alay niteliği vermek.

alaya vurmak

ciddiyken sonradan alay ediyormuş gibi bir havaya girmek: ‘Hep şakaya almış, alaya vurmuştu ablasıyla eski kocasının savaşını.’ –A. Kulin.

albeni vermek

çekiciliğini artırmak, ilgi toplamak, hoş ve güzel göstermek: ‘Son yirmi yılın matematikçileri bilimlerine albeni verebilmek için yeni bir matematik buldular.’ –H. Taner.

alçacık dağları ben yarattım demek

çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek.

alçaktan uçmak

argo atılan palavra düzeyi az olmak.

aldı

hlk. ‘söylemeye başladı’ anlamında kullanılan bir söz: Aldı Kerem. Aldı Köroğlu.

aldı sazı eline

hiç kimseyi konuşturmadan konuşan kimseler için kullanılan bir söz.

aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek

sağladığı yarar, verdiği zararı karşılamamak.

aldırış etmemek

1) ilgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak; 2) önem vermemek, aldırmamak, umursamamak: ‘Kendi alanına dokunmayan bir şeye aldırış etmez.’ –H. E. Adıvar.

alet olmak

bilerek veya bilmeyerek kötü bir işe aracılık etmek, vasıta olmak: ‘Mustafa Kemal’de tek olmayan şey, ‘alet olmak’ zaafı idi.’ –F. R. Atay.

alev almak

1) tutuşmak, yanmaya başlamak: ‘Sobada çıralar hemen alev almış, odunları da tutuşturmuştu.’ –T. Buğra. 2) mec. coşmak, heyecanlanmak, heyecana gelmek; 3) mec. öfkelenmek, kızmak; 4) mec. telaşlanmak.

alev bacayı (saçağı) sarmak

ateş bacayı sarmak.

alev gibi parlamak

canlı, ışıl ışıl olmak: ‘Gözleri siyah bir alev gibi parlıyordu.’ –Ö. Seyfettin.

aleyhe dönmek

karşı durum almak, karşı duruma geçmek.

aleyhinde (aleyhine) söylemek (bulunmak)

çekiştirmek, yermek.

Ali kıran baş kesen

zorba.

Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye giydirmek

birinden aldığını öbürüne, bir başkasından aldığını da ona vererek işini yürütmek.

alı al, moru mor

telaş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş (olarak): ‘Çıplak, kuvvetli topuklarının altında şıpıdıklarının ökçelerini ezerek alı al, moru mor bir telaşla geliyordu.’ –H. R. Gürpınar.

alı alına, moru moruna

sağlıklı, kanlı canlı: ‘Şahsına bakarsan iri yarı, alı alına, moru moruna, dinç, ablak bir insan…’ –R. N. Güntekin.

alıcı çıkmak

1) müşteri olmak; 2) istemek, talip olmak: ‘İzmir’den gelmiş birtakım hanımlar onu kız sanıp alıcı çıktılar.’ –M. Ş. Esendal.

alıcı gözüyle bakmak

inceden inceye gözden geçirmek: ‘Şimdiye kadar pek alıcı gözüyle bakmamıştı.’ –S. F. Abasıyanık.

alın damarı çatlamış

ar damarı çatlamış.

alın teri dökmek

çok emek vermek, zahmetli bir iş görmek: ‘Doğrusu çok alın teri döktük amma değerdi / Neşe veren kasvetimiz yorgunluğu giderdi’ –E. B. Koryürek.

alıp başını gitmek

başını alıp gitmek.

alıp satmaz görünmek

ilgisiz görünmek veya davranmak.

alıp sattığı olmamak

hiç ilgisi bulunmamak: ‘Lisan kursunu filan alıp sattığı yokmuş.’ –H. Taner.

alıp vereceği olmamak

bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak: Onun benimle ne alıp vereceği olabilir?

alıp vermek

1) kalp çarpıntısı geçirmek; 2) herhangi bir konu üzerinde yoğun olarak düşünmek.

alıp yürümek

az zamanda çok ilerlemek, yayılmak, çoğalmak, artmak: ‘Bu kasıt tertibi, aramızı bozabilecek bir cinayet davasının alıp yürümesine, dallanıp budaklanmasına yol açtı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

alışkanlıktan (alışkanlığından) kopamamak

belli bir huydan vazgeçememek, alışıklığı bırakamamak: ‘Bir zorunluluk olmadan alışkanlıklarımızdan kolay kolay kopamıyoruz.’ –H. Taner.

alışverişe çıkmak

alım satım işi için çarşıya gitmek.

alışverişi kesmek

biriyle ilgisi kalmamak.

alkış almak

çok beğenilmek.

alkış kopmak

birdenbire güçlü bir biçimde el çırpılmak.

alkış toplamak

çok alkışlanmak.

alkış tufanı kopmak

sürekli ve coşkun alkış başlamak: ‘Daha ilk nağmelerde meyhaneyi sarsan bir alkış tufanı koptu.’ –S. F. Abasıyanık.

alkış tutmak

1) topluca el çırparak yüksek sesle ‘yaşa, var ol’ vb. sözler söyleyerek birini alkışlamak; 2) taraftar olmak, belli bir görüşten yana olmak: ‘Batıla alkış tutanların karşısına geçip hata eylediğimi yeni yeni öğrenmiş bulunuyorum.’ –S. Ayverdi.

alkol duvarını aşmak

çok sarhoş olmak.

Allah (Allah’ı) var

‘doğrusunu söylemek gerekirse’ anlamında kullanılan bir söz: Allah var, böyle bir işi o yapmaz.

Allah Allah!

1) şaşma veya can sıkıntısı anlatan bir ünlem: ‘Allah Allah! Köşedeki cılız erik ağacı böyle nasıl çiçeklenivermiş.’ –A. İlhan. 2) Türk askerinin hücum narası: ‘Misilsiz Mehmetçiğin süngüsü ucunda Allah Allah diye bir ses ihtizaz eder.’ –N. F. Kısakürek.

Sayfa 15 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü