Deyimler ve Deyimlerin Anlamları

11209 Sonuç bulundu.

ağzıyla kuş tutsa…

‘ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalık gösterse’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Aktör, o her günkü pırtısını giyip de sahneye çıkarsa, ağzıyla kuş tutsa seyirciye Demirhane Müdürü olduğunu yutturamaz.’ –S. F. Abasıyanık.

ah almak

birinin ilenmesini üstüne çekmek.

ah çekmek

derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.

ah etmek

1) acı ile içini çekmek; 2) mec. ilenmek: ‘Vakit vakit gözlerini kapayarak o herkesin / Ah ettiği sevda adlı günahkârı düşündün mü?’ –E. B. Koryürek.

ah vah etmek (demek)

pişman olmak: ‘Yaptığım deliliğe ne zaman ah vah diyeceğimi bir kestirebilsem.’ –S. F. Abasıyanık.

ahbap çıkmak

önceden tanışmış olmak: ‘Gümrükten itibaren her rast geldiği adamla ahbap çıktı.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.

ahenk almak

uyumlu duruma gelmek.

ahenk vermek

düzeni, uyumu sağlamak: ‘Türk diline en asil ahengini veren sanatkârı düşüneceğiz.’ –O. S. Orhon.

Ahfeş’in keçisi gibi başını sallamak

söylenen sözü anlama dan kafa sallayarak onaylamak.

ahireti boylamak

tkz. ölmek.

ahiretini yapmak (zenginleştirmek)

hayır işleri yaparak sevap kazanmak.

ahirette on parmağı yakasında olmak

kendisine karşı sorumlu olan kimseden ahirette hesap sormak: ‘Artık sana dünyada rastlayamazsam yarın ahirette on parmağım yakanda olsun!’ –H. R. Gürpınar.

ahı çıkmak

yaptığı ilenme, etkisini göstermek.

ahı gitmek vahı kalmak

iyice zayıflamak, iş göremez duruma gelmek.

ahını yerde koymamak

öcünü almak: ‘Sen öz babanın öcünü alamadın diye o da dedesinin ahını yerde mi koyacaktı?’ –N. Hikmet.

ahkâm çıkarmak

kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.

ahkâm kesmek

1) çekinmeden kesin yargılarda bulunmak: ‘İşin içinde olmanın verdiği rahatlıkla bol keseden ahkâm kesen akıl hocalarının eleştirilerine hedef olmayı önleyemezler.’ –T. Halman. 2) bilir bilmez konuşmak.

ahkâm yürütmek

bir sözden kendi anlayışına göre sonuçlar çıkarmak.

ahtapot gibi

1) sırnaşık, yapışkan (kimse); 2) sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan (kimse).

ahu gibi

çok güzel, çekici.

ak sakaldan yok sakala gelmek

çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek.

akamete uğramak

başarısız olmak, sonuçsuz kalmak.

akan sular durmak

itiraz edememek, söyleyecek sözü kalmamak: ‘Böyle duru bir mantık karşısında akan sular duruyordu.’ –A. Kulin.

akarı kokarı olmamak

bilinen herhangi bir eksiği, kusuru bulunmamak: ‘Ev bize dar geliyor, çürük çarık, akarı kokarı eksik değil.’ –N. Kurşunlu.

akarına bırakmak

işin sonucunu sabırla beklemek, doğal gelişmeyi beklemek: ‘İçeriğin nasıl aktarılacağına dikkat etmiş, dilin olanaklarını akarına bırakmıştır.’ –S. İleri.

akarsu gibi

aralıksız, kesintisiz: ‘Cevapları pek açık ve akarsu gibi idi.’ –F. R. Atay.

akideyi bozmak (akidesi bozulmak)

doğru bilinen bir inanış veya gidişten ayrılmak.

akim kalmak

sonuca ulaşamamak, başarı sağlayamamak.

akis uyandırmak

bir konu üzerinde düşünülmesine, tartışılmasına yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak.

akı ak karası kara

beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı.

akıl almak

danışmak, görüş almak.

akıl almamak

inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek.

akıl bırakmamak

kafa karıştırmak.

akıl danışmak

bir konuda birinin görüşünü sormak: ‘O cinayeti işlemeden evvel gelip bize akıl mı danıştın?’ –P. Safa.

akıl durdurmak

bir şey çok şaşırtıcı olmak, insanı şaşırtmak.

akıl erdirememek (ermemek)

1) ne olduğunu anlayamamak, sırrını çözememek: ‘Çalıştıkça da borcumuz azalacağına artıyor, işte buna bir türlü akıl erdiremiyorum.’ –Halikarnas Balıkçısı. 2) kabul edememek.

akıl erdirmek

ne olduğunu anlamak, sırrını çözmek: ‘Yaşadığımız müddetçe bu muammaya akıl erdirmek bizim için pek kabil değildi.’ –H. C. Yalçın.

akıl ermek

anlamak, çözmek.

akıl etmek

herhangi bir önlem veya çareyi zamanında düşünmek: ‘Duvar saatine bakmayı akıl ettiğinde ise zihni adamakıllı bulandı.’ –İ. O. Anar.

akıl havsala almamak

akla mantığa sığmamak: ‘Artık bu kadarını akıl havsala alamaz.’ –R. H. Karay.

akıl hocalığı taslamak

bir işte doğruyu, iyi olanı gösterdiğini sanmak: ‘Burada akıl hocalığı taslıyorum ama ben böyle akılsızlıkları çok yapıp birkaç kere sorunla karşılaştım.’ –R. Erduran.

akıl işi değil

‘akla uygun değil, doğru değil’ anlamında kullanılan bir söz.

akıl öğretmek

birine nasıl davranacağını göstermek, yol göstermek, akıl vermek: ‘Sana ne oluyor? Akıl öğretecek sen mi kaldın?’ –N. Hikmet.

akıl vermek

akıl öğretmek.

akıl yürütmek

1) herhangi bir konuda fikir vermek; 2) tahminde bulunmak.

akılda tutmak

unutmamak.

akıldan çıkarmak

1) düşünmemek; 2) unutmak.

akıllı geçinmek

kendini çok akıllı sanmak: ‘Akıllı geçinen kadınlardan beklenebilecek tepkileri vermedi hiç.’ –R. Erduran.

akıllı olmak

gerçeklere uygun davranmak: ‘Mesut olmak için akıllı olmak kifayet eder, baht, talih bunlar boş şeydir!’ –M. Ş. Esendal.

akıllılık etmek

1) yerinde ve uygun davranmak; 2) uyanık davranmak.

akılsızlık- akılsızlık etmek

düşüncesiz ve yersiz davranmak.

akım derken bokum demek

kaba sözünü yerli yerince söyleyememek.

akıntıya (akıntıya karşı) kürek çekmek

olmayacak bir iş uğrunda boşuna çabalamak: ‘Böyle akıntıya kürek çektiğine çok acıdım doğrusu.’ –N. Hikmet.

akıntıya kapılmak

1) bir akıntının etki alanına girmek, akıntı ile birlikte sürüklenmek: ‘Aralarından biri akıntıya kapıldığı zaman ötekiler var kuvvetleriyle dayanarak onu geri çekiyorlardı.’ –R. N. Güntekin. 2) mec. etki altında kalarak bir topluluğun davranışına katılmak.

akıp gitmek

çabuk geçmek: ‘Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.’ –Atatürk.

akla (akıllara) durgunluk vermek

hayranlık uyandırmak: ‘Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin akıllara durgunluk veren bir fetihle Osmanlı mülkü hâline getirdiği İstanbul dünyanın en güzel, en harikulade şehridir.’ –B. Akyavaş.

akla fenalık vermek

çok şaşırtmak, çıldırtmak, zıvanadan çıkarmak: ‘Aman ya Rabbi, akla fenalık verecek hadiseler bundan sonra başladı.’ –R. H. Karay.

akla gelmek

hatırlamak.

akla gelmemek

1) hatırlanamamak; 2) olabileceğini düşünmemek.

akla hayale gelmemek

inanılmamak: ‘En akla hayale gelmeyen şeylere dikkat eder, bunları derler toplar ve umumi büyük neticeler çıkarır.’ –N. Hikmet.

akla karayı seçmek

bir işi başarıncaya değin çok sıkıntı çekmek, güçlüklerle karşılaşmak: ‘Ben kendi hesabıma bir parça Fransızca öğrenebilmek için akla karayı seçtim.’ –B. R. Eyuboğlu.

akla sığar gibi

aklın kabul edebileceği bir biçimde, makul: Söyledikleriniz akla sığar gibi değil.

akla sığmamak

inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek: ‘Ismarlama bir hükümdar soyu bulmak ve yaratmak pek akla sığacak bir yol görünmüyordu.’ –H. C. Yalçın.

aklı (bir şeye) takılmak

zihni bir şeyle sürekli olarak uğraşmak: ‘Aklı bir şeye takılmış gibiydi komiserin, konuşuyor boyuna.’ –N. Hikmet.

aklı almamak

1) biri bir şeyi anlayamamak, kavrayamamak; 2) bir şeyin olabileceğine inanmamak; 3) uygun bulmamak: Çocuğun bu geç saatte evden izinsiz çıkıp gitmesini aklım almıyor.

aklı başına gelmek

1) davranışlarının yanlışlığını sezerek doğru yolu bulmak: ‘O zaman her şey düzelir, erkeğin de aklı başına gelir.’ –P. Safa. 2) ayılmak, kendine gelmek: ‘Bir hastalık hâli olduğu anlaşılan bu ilk sersemlikten sonra yavaş yavaş aklı başına gelmektedir.’ –R. N. Güntekin.

aklı başında olmamak

iyi düşünebilir durumda olmamak.

aklı başından gitmek

çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağını şaşırmak.

aklı başka yerde olmak

başka şeyler düşünmek: ‘Affet Kâmuran, aklım başka yerdeydi.’ –R. N. Güntekin.

aklı bir (beş) karış yukarıda (havada) olmak

değişik sebeplerden dolayı dengeli düşünemez durumda olmak.

aklı bir yerde olmak

bir iş yaparken başka bir şey düşünmek: ‘Aklı hep evde, Gülsüm’deydi.’ –Ö. Seyfettin.

aklı bokuna karışmak

kaba korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek.

aklı çıkmak

sonucun kötü olacağını düşünerek korkuya kapılmak: Para harcayacak diye aklı çıkıyor.

aklı dağılmak

düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak.

aklı durmak

düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak.

aklı ermek

1) anlayabilmek: ‘Bir sihirbaz inceliği ile başlayan iş, bir hamal kabalığı ile bitirilmeli ki neticeye aklı ersin.’ –N. F. Kısakürek. 2) akılca olgunlaşmak: ‘Aklı her şeye eriyor, eli her işe yatıyor.’ –A. İlhan.

aklı fikri bir şeyde olmak

düşüncesini bir konuda yoğunlaştırmak: ‘Aklı fikri bostanda olduğu için bunlardan nasıl ayrılacağını tekrarlıyordu.’ –O. C. Kaygılı.

aklı gitmek

1) şaşırmak, korkmak; 2) çok beğenmek, bayılmak: ‘Leman’ın aklı gitti bu anda sinemaya.’ –N. Hikmet.

aklı kalmak

beğendiği bir şeyi düşünmekten kendini alamamak.

aklı karışmak

ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak.

aklı kesmek

1) anlamak, idrak etmek; 2) bir şeyin olabileceğine inanmak: ‘Ağzımı aradı, rahat mıydım, burada okuyacağımı aklım kesmiş miydi?’ –A. Kutlu.

aklı kesmemek

1) anlayamamak, idrak edememek; 2) sonucu tahmin edememek.

aklı sonradan gelmek

1) verdiği kararın yanlış olduğunu anlayıp vazgeçmek; 2) bir şeyi sonradan hatırlayarak yapmak.

aklı yatmak

anlamaya başlamak, olacağına inanmak: ‘Söylediklerimin doğru olabileceğine aklı yatmaya başladı.’ –A. Ümit.

aklı zıvanadan çıkmak

delirmek, aklını oynatmak.

aklıma gelen başıma geldi

‘olmasından korktuğum şey oldu’ anlamında kullanılan bir söz.

aklın süzgecinden geçirmek

etraflıca düşünmek, çok iyi muhakeme etmek: ‘Aklın olmadıktan sonra istediğin denli deneylerden geç. O deneyleri aklın süzgecinden geçirmedikten sonra.’ –M. İzgü.

aklına bir şey gelmek

hatırlamak.

aklına düşmek

1) hatırlamak: ‘Kırmızı gül goncasına kavuştu / Sılada sevdiğim aklıma düştü’ –Halk türküsü. 2) kafasında bir düşünce doğmak.

aklına esmek

daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek: ‘O da, aklına ne eserse işleyen biri.’ –N. F. Kısakürek.

aklına gelmek

1) hatırlamak, anımsamak: ‘Kız kaybolduktan sonra aklına geldi babası olduğu.’ –A. Ümit. 2) bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak: ‘Bu düşünce aklına gelince delikanlı hemen söze başladı.’ –N. Hikmet.

aklına getirmek

1) hatırlatmak; 2) olabileceğini düşünmek: ‘Ve birdenbire o kendini, şimdiye kadar gelmediği, böyle olacağını aklına bile getirmediği bir yerde buldu.’ –N. Hikmet.

aklına sığdırmak

bir şeyin olabileceğine inanmak, aklı almak.

aklına sığmamak

1) anlayamamak, kavrayamamak; 2) olabileceğine inanmamak.

aklına takmak

sürekli olarak bir şeyi düşünmek, bir düşünceye saplanıp kalmak: ‘Tartışma, grevin nereden çıktığını aklına takanlar yüzünden büyüyüp genişledi.’ –N. Uygur.

aklına turp sıkayım

tkz. aklına şaşayım: ‘Bu soğukta vapurun burasında oturmayı akıl edenin aklına turp sıkayım.’ –S. F. Abasıyanık.

aklına uymak

başka birinin düşüncesine göre iş yapmak, davranmak: ‘Zaten bizim Hacer’in aklına uydum da geldim.’ –N. Hikmet.

aklına yatmak

doğru olduğunu kabul etmek: ‘Söyledikleri aklıma yattı, eli ayağı düzgün, iyi bir Türk kızı bulup evlenebilir, geç de olsa çoluk çocuğa karışabilirdim.’ –A. Ümit.

aklına yelken etmek

düşüncesizce davranmak veya aklına geleni hemen yapmak.

aklında kalmak

1) hatırlamak: ‘Aklımda kaldığına göre, Raşit çocukla aramızda ancak iki üç aylık bir fark var.’ –R. N. Güntekin. 2) unutamamak.

Sayfa 14 / 113

 

 

Filtreleme Seçenekleri
Field not found.
Ana Menü