ağız burun birbirine karışmak
1) dayak sonucunda yüz yara bere içinde kalmak; 2) yüzde aşırı öfke, üzüntü, yorgunluk vb. durumların izleri görünmek.
ağız değiştirmek
önce söylediğini başka türlü anlatmak: ‘Gelgelelim Akif, Berlin’e gidip de oradaki kahveleri gördüğü vakit ağız değiştirmek zorunda kalır.’ –S. Birsel.
ağız dil vermemek
konuşmamak, susmak.
ağız etmek
yaranmak için kibar konuşmaya çalışmak: ‘Kolonya dökmekten, şeker tutmaktan iyi gözükeceğim diye ağız etmekten yoruldu.’ –L. Tekin.
ağız kalabalığına getirmek
1) birini gereksiz sözlerle şaşırtmak; 2) ilgisiz sözler söyleyerek asıl konudan uzaklaştırmak.
ağız kullanmak
duruma, ortama göre söz söylemek: Ben nasıl ağız kullanıyorsam sen de o yolda konuş.
ağız satmak
yüksekten atarak kendini övmek.
ağız tamburası çalmak
1) sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak; 2) soğuktan dişleri birbirine çarpmak, çenesi titremek.
ağız yapmak
birini kandırmak, yanıltmak amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak: ‘Kaçacağım, tövbeler olsun, bir fırsatını bulayım diye ağız yaptı.’ –M. Ş. Esendal.
ağız yaymak
açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak.
ağızda dağılmak
genellikle hamur işi, iyi pişmiş ve lezzetli olmak.
ağızda sakız gibi çiğnemek
bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak.
ağızdan ağıza dolaşmak (geçmek)
bir söz herkes arasında söylenilmek: ‘Gazeteye yansıyan haber ağızdan ağıza geçerken açıklığını hemen hemen tamamen kaybetmiştir.’ –Halikarnas Balıkçısı.
ağlama duvarına dönmek
herkesin şikâyetini, derdini dinler duruma gelmek.
Agop’un kazı gibi bakmak
aptal aptal bakmak.
ağrısız başına kaşbastı bağlamak
‘kendine gereksiz yere iş çıkarmak’ anlamında kullanılan bir söz.
ağza (ağızlara) düşmek
dedikodu konusu olmak.
ağza alınmaz (alınmayacak)
söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür): ‘Bu ağza alınmaz söz üzerine karşıdakiler birden alevlendiler.’ –O. C. Kaygılı.
ağza almamak
anmamak, sözünü etmemek: ‘Tövbekâr olduktan sonra eskiden işlediğimiz günahlar ağza alınmaz.’ –H. E. Adıvar.
ağza tat, boğaza feryat
‘miktarı çok az olan yiyecek’ anlamında kullanılan bir söz.
ağzı açık (bir karış açık) kalmak
çok şaşırmak, şaşakalmak: ‘Başımı kaldırıp yukarı bakınca şaşkınlıktan ağzım açık kalıyor.’ –A. Ümit.
ağzı açık ayran delisi (budalası)
1) yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan; 2) saf, bön.
ağzı açık kalmak
şaşırmak: ‘Dillere destan İstanbul nezaketini o evde gördüm, ağzım açık kaldı.’ –A. Kutlu.
ağzı burnu yerinde
oldukça güzel, yakışıklı.
ağzı çiriş çanağına dönmek
ağzı kuruyup acılaşmak.
ağzı dili (ağzı) kurumak
1) susuz kalmak; 2) konuşamaz duruma gelmek: ‘Ağzım dilim kurudu, kız yalvara yalvara’ –Halk türküsü.
ağzı dili bağlanmak
herhangi bir sebeple konuşamaz olmak.
ağzı dili tutulmak
1) konuşamamak; 2) beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak: ‘Kızları gördün, ağzın dilin tutuldu gayri.’ –N. Cumalı.
ağzı dolu dolu konuşmak
heyecanlı söz söylemek: ‘Birkaç kişiyle, garip bir lisanla ağzı dolu dolu konuşmaya başladı.’ –S. F. Abasıyanık.
ağzı kilitlenmek
konuşamaz duruma gelmek: ‘Fakat yalnız kaldıkları vakit ağzı kilitlendi ve tek gözü de Gülizar’ı görmez oldu.’ –N. Hikmet.
ağzı köpürmek
çok öfkelenmek: ‘Âdeta saldırdı üstüme ağzı köpürmüş, çirkin bayan.’ –N. Hikmet.
ağzı kulaklarına varmak
çok sevinmek: ‘Çocuklarıma beni misal gösterdiğini, ağzım kulaklarıma vararak öteden beriden işitiyordum.’ –R. N. Güntekin.
ağzı laf (lakırtı) yapmak
1) kolay konuşma yeteneği olmak; 2) inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak: ‘Çok şükür, ağzı laf yapandan çok, eli işe yatkın aydınlara muhtaç olduğumuzu, anlar gibiyiz.’ –A. İlhan.
ağzı olan konuşuyor
‘konuyla ilgisi olmayan, bilir bilmez herkesin söyleyecek sözü var’ anlamında kullanılan bir söz.
ağzı oynamak
1) bir şeyler yemek; 2) konuşmak.
ağzı sulanmak
1) imrenmek; 2) yeme, içme isteği artmak.
ağzı süt kokmak
çok genç ve toy olmak: ‘Yazmaya başladığım günden bu yana ağzı süt kokan bir yazar olmaktan korkmuşumdur.’ –T. Uyar.
ağzı teneke kaplı
şaka çok sıcak veya çok acı şeyleri kolaylıkla içebilen, yiyebilen (kimse).
ağzı var dili yok
1) ‘pek sessiz, kendi hâlinde’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Benim gibi ağzı var dili yok bir kadınla ne zevkleniyorsunuz?’ –B. Felek. 2) ‘konuşamayan, derdini anlatamayan’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Hey zavallı balık, diyor, ağzın var dilin yok.’ –S. F. Abasıyanık.
ağzı varmamak
söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek.
ağzına almak
1) yemek, içmek; 2) söylemek: ‘Bir daha millet kelimesini ağzına alırsan dilini koparırım, anladın mı?’ –R. H. Karay.
ağzına bir kemik atmak
birini küçük bir çıkarla susturmak.
ağzına burnuna bulaştırmak
bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak.
ağzına etmek
argo haddini bildirmek.
ağzına geldiği gibi
önünü sonunu düşünmeden.
ağzına geleni söylemek
1) nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcı sözler söylemek; 2) gelişigüzel, saçma sapan konuşmak.
ağzına gem vurmak
susturmak, söyletmemek.
ağzına kadar
boş yeri kalmayacak bir biçimde: ‘Bir bardağı bu yeşil şerbetle ağzına kadar doldurdu.’ –İ. O. Anar.
ağzına kilit takmak (vurmak)
1) susmak; 2) susturmak.
ağzına kira istemek
söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlı davranmak.
ağzına sağlık
1) bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenen bir beğenme sözü; 2) yapılan konuşmanın beğenildiğini belirtmek için söylenen söz.
ağzına sıçmak
1) birini çok kötü duruma sokmak; 2) bir şeyi, bir işi işe yaramaz duruma getirmek, bozmak.
ağzına takılmak
bir sözü konuşması sırasında bilinçsiz bir biçimde sürekli söylemek.
ağzına taş almak
söze karışmayıp susmak.
ağzına tıkmak
susturmak, konuşmasına engel olmak: ‘Aleyhinde kim ne söylerse hemen ağızlarına tıkarlardı.’ –O. C. Kaygılı.
ağzına verilmesini beklemek (istemek)
çalışmayıp işlerinin başkaları tarafından yapılmasını beklemek.
ağzına yakışmamak
söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak.
ağzına yüzüne bulaştırmak
bir işi kötü yapmak, becerememek: ‘Yapılacak şey ehemmiyetsizce bir pansuman ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmalarından korkuyorum.’ –R. N. Güntekin.
ağzında bakla ıslanmamak
sır saklamamak.
ağzında yaş kalmamak
bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemiş olmak.
ağzından (söz, lakırtı) dirhemle çıkmak
çok az veya zorla konuşmak.
ağzından baklayı çıkarmak
baklayı ağzından çıkarmak.
ağzından bal damlamak (akmak)
çok tatlı konuşmak: ‘Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın.’ –A. İlhan.
ağzından burnundan getirmek
1) huzurunu bozmak, sıkıntıya sokmak: ‘Siz buraya bizi eğlendirmeye mi geldiniz yoksa ağzımızdan burnumuzdan getirmeye mi?’ –O. C. Kaygılı. 2) pişman etmek için uğraşmak.
ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı duymamak (işitmemek)
sözlerini tartmadan söylemek.
ağzından çıkmak
bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek, söylemiş bulunmak: Bir kez ağzımdan çıktı, o fiyata vereceğim.
ağzından çıt çıkmamak
hiçbir şey söylememek.
ağzından dökülmek
açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak.
ağzından düşmemek (düşürmemek)
her zaman sözünü etmek, söylemek: ‘Bu ne cehennemdir lafı ağzından düşmüyordu.’ –N. Cumalı.
ağzından girip burnundan çıkmak
1) türlü yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek, kandırmak: ‘O, köylülerin ağzından girip burnundan çıkmayı mükemmel becerir.’ –S. Ertem. 2) iyice dövmek: ‘Ulan, ağzını topla! Şimdi ağzından girer, burnundan çıkarım!’ –M. Rona.
ağzından inci saçmak
birbirinden güzel sözler söylemek.
ağzından kaçırmak
istemediği hâlde boş bulunup söyleyivermek: ‘Sen onun için en fena tabirleri kullanıyorsun, asabisin, ağzından çirkin şeyler kaçırıyorsun.’ –P. Safa.
ağzından lakırtı (laf) almak (çekmek)
karşısındakini konuşturarak birtakım şeyleri öğrenmek: ‘Ağzımdan lakırtı almak istiyorsun ama demeyeceğim.’ –B. Felek.
ağzından söz (laf, lakırtı) eksik etmemek
o sözü sürekli söylemek.
ağzını açıp gözünü yummak
öfke ile, sonunu düşünmeden ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek: ‘Fakat bu inat, Emine’nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken, Tevfik’e ağzını açmış, gözünü yummuştu.’ –H. E. Adıvar.
ağzını aramak (yoklamak)
konuşturarak düşüncesini öğrenmeye çalışmak: ‘Ağzımı aradı, rahat mıydım, burada okuyacağımı aklım kesmiş miydi?’ –A. Kutlu.
ağzını bırakıp kıçıyla (bir tarafıyla) gülmek
alay ederek karşısındakine gülmek.
ağzını bozmak
kaba sözler söylemek, küfretmek: ‘Bütün yapma inceliğine karşın kabaydı karısına karşı. Dövdüğü de oluyordu, ağzını bozduğu da.’ –O. Rifat.
ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek
aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek.
ağzını burnunu dağıtmak (kırmak, parçalamak)
aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek.
ağzını havaya (poyraza) açmak
alay umduğunu elde edememek.
ağzını hayra aç!
kötü ihtimaller söz konusu edildiğinde ‘Tanrı korusun’ anlamında kullanılan bir söz.
ağzını kapamak (kilitlemek)
susmak, bir şey söylemek istememek: ‘Kendini tutamıyorsun, bari ağzını kapa, sus, küçülme.’ –P. Safa.
ağzını kiraya vermek
kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek.
ağzını koklamak
niyetini ve durumunu öğrenmek istemek.
ağzını mühürlemek
konuşmamak, susmak: ‘Yine o değişmeyen ızdırap ile ağzını mühürler.’ –Y. Z. Ortaç.
ağzını sıkı (pek) tutmak
sır vermemek.
ağzını toplamak
söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek: ‘Evvela ağzını topla! Ağzını bozarsan ben de senden aşağı kalmam.’ –S. F. Abasıyanık.
ağzını tutmak
1) boşboğazlık etmemek; 2) kötü söz söylememek; 3) bir konuda arzu edilmeyen düşüncelerin açığa çıkmasını susarak önlemek.
ağzının içi yangın yerine dönmek
ağzının tadı bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek: ‘Ağzımın içi yangın yerine dönüp yine de ağrılar kesilmeyince çok sıkıntılı bir vaziyete düştüm.’ –R. N. Güntekin.
ağzının içine baktırmak
sözlerini seve seve ve dikkatle dinletmek.
ağzının kâhyası olmak
birinin alışkanlıklarına, davranışlarına, düzenine karışmak.
ağzının mührü ile
oruçlu olarak.
ağzının payını (ölçüsünü) almak
verilen karşılıkla bir kimseye söylediğine veya yaptığına pişman olmak.
ağzının perhizi yok
‘ağzına geleni söyler’ anlamında kullanılan bir söz.
ağzının suyu akmak
çok beğenip istemek, imrenmek: ‘Bu ziyafete elimiz erişmiyor, uzaktan ağzımın suyu akıyor.’ –R. N. Güntekin.
ağzının tadı bozulmak (kaçmak)
bir kimsenin kurulu düzeni, dirliği bozulmak.
ağzının tadını bilmek
1) güzel yemeklerden anlamak; 2) her şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak: ‘Demek sen artık ağzının tadını bilmiyorsun! Demek senin hiçbir zevkin kalmamış!’ –A. Ş. Hisar.
ağzının tadını kaçırmak
1) neşesini, keyfini bozmak: ‘Ben o kadınlardan değilim ki, evin büyüğü ben olacağım diye tutturup akılsızlıklarla ağzımın tadını kaçırayım.’ –M. Ş. Esendal. 2) bir kimsenin kurulu düzenini bozmak.
ağzıyla içmesini bilmek
sözünü, sohbetini karşıdaki kişiyi incitmeyecek bir biçimde ayarlamak.
