(birinin) omzuna binmek
yük olmak, ağırlık vermek.
(birinin) onuruna … vermek
birine saygı göstermek için yemek, toplantı vb. ağırlamada bulunmak.
(birinin) pabuçlarını çevirmek
dolaylı olarak kovmak.
(birinin) parasını çekmek
para sızdırmak, birinden birtakım gerekçelerle para almak: ‘Şunu yaparız, bunu yaparız diye Paşa’yı aldatmaktan ve parasını çekmekten başka bir şey yaptıkları yok.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) parasını yemek
çalışmadan bedavadan geçinmek, birinin sırtından geçinmek.
(birinin) parmağı ağzında kalmak
şaşakalmak, şaşmak, hayret etmek: ‘Haftasına kalmadı, o sert şiş kayboldu, semirmeye başladım. Doktorların parmağı ağzında kaldı.’ –P. Safa.
(birinin) parmağını aramak
ilgisini, bağlantısını aramak, kurulan düzeni araştırmak: ‘Bu polemik kampanyasında bazı gizli teşekküllerin parmağını aramak gerektiği fikrinde idi.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(birinin) pasaportunu eline vermek
kovmak, işten atmak.
(birinin) pastırmasını çıkarmak
tkz. bir kimseyi iyice dövmek, hırpalamak.
(birinin) peşinde dolaşmak (gezmek)
bir amaçla birisini izlemek: Tarlayı satın almak için peşinde dolaşıyor.
(birinin) peşinde gitmek
1) bir kimseyi izlemek; 2) düşünce ve görüşlerini benimsemek.
(birinin) pestilini çıkarmak
1) çok yormak; 2) çok dövmek: ‘Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı.’ –S. F. Abasıyanık.
(birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek)
alıngan, çabuk darılır olmak, şakadan anlamamak.
(birinin) pöstekisini sermek
döverek kımıldamayacak duruma getirmek, pestilini çıkarmak.
(birinin) postuna oturmak
bir başkasının makamına geçmek.
(birinin) sakalına gülmek
ciddi gibi görünen sözlerle alay etmek.
(birinin) sakalının altına girmek
yakınlık kurarak ona düşüncesini aşılamak.
(birinin) şapkasını giymek (taşımak)
kendi kimliğinin veya düşüncelerinin dışında başka birinin kimliğini geçici olarak taşımak veya onun düşünceleriyle ortaya çıkmak.
(birinin) sesi çıkmamak (kesilmek)
bir şey söylemeyerek susmak.
(birinin) sesi soluğu çıkmamak (kesilmek)
sesi çıkmamak: ‘Koskoca adam eriyiverdi sanki, sesi soluğu çıkmazdı.’ –Y. Atılgan.
(birinin) sinirleri altüst olmak
sinirleri bozulmak, sinirlenip ne yapacağını şaşırmak.
(birinin) sinirleri gerilmek
sinirlenmeye hazır bir durumda bulunmak.
(birinin) sinirlerini bozmak
kızdırmak, sinirlendirmek.
(birinin) sinirlerini germek
birini sinirlenmeye hazır bir duruma getirmek: ‘Bu olay, on beş gündür sıcak yemek yemeyen askerlerin morallerini bozup sinirlerini iyice gerdi.’ –İ. O. Anar.
(birinin) sırtından (para) kazanmak
para kazanmak için birini kullanmak: ‘Benim bu marifetimi bilmeyenlerle bahse girip sırtımdan para kazanan açıkgözler bile oldu.’ –H. Taner.
(birinin) sırtından çıkarmak
o kimseye ödetmek.
(birinin) sırtından geçinmek
geçimini o kimseden sağlamak: ‘Öteki karınca türlerinin yuvalarını yağma edip kendi boyunduruklarına alıyor, onların sırtından geçiniyorlarmış.’ –T. Halman.
(birinin) sırtını sıvazlamak
birini desteklediğini göstermek.
(birinin) sırtını yere getirmek
1) güreşte hasmı sırtüstü yere yatırarak yenmek; 2) üstün gelmek.
(birinin) sözüne gelmek
sonunda birinin söylediğini kabul etmek.
(birinin) sözünü tutmak
öğüdüne uymak.
(birinin) suçundan geçmek
suçunu bağışlamak.
(birinin) sulbünden gelmek
bir kimsenin öz evladı olmak: ‘Yarım asır evvel göç etmiş Çekoslovak Yahudisi bir babanın sulbünden geliyordu.’ –H. Taner.
(birinin) tebdili şaşmak
ne yapacağını bilememek, telaşa kapılmak: ‘Haydar’ın kılıcını görenin tebdili şaşar.’ –Y. Kemal.
(birinin) tepesinde bitmek
1) istenmediği hâlde birinin yanına gelip ayrılmak istememek, türlü isteklerle canını sıkmak, rahatsız etmek; 2) ansızın yanına gelmek.
(birinin) tepesine binmek (çıkmak)
genellikle kendinden daha güçsüz kimseleri ezmek, kötü davranmak: ‘Böyle kız gibi nazik bir zabiti askerler sayarlar mı? Askerlerimiz tepenize çıkıyordur, nedir?’ –R. N. Güntekin.
(birinin) tepesine dikilmek
başına dikilmek.
(birinin) terbiyesini vermek
sert sözlerle terbiyesizliğini kendisine anlatmak.
(birinin) tırnağı olamamak
birinden değerce çok aşağı olmak.
(birinin) tırnaklarını sökmek
elindeki güçten yoksun bırakmak, etkisini yok etmek.
(birinin) türküsünü çağırmak
bir kimsenin hoşuna gidecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak: ‘Azizim, biz kimsenin arabasında kimsenin türküsünü çağırmayız, kendi havamızı mırıldanırız.’ –S. F. Abasıyanık.
(birinin) tütününü tüttürmek
ev ve aile düzeninin sürmesini sağlamak: ‘Ben rahmetlinin tütününü tüttürmek için o rahatlığı da teptim.’ –A. Sayar.
(birinin) tüyleri diken diken olmak
üşümekten veya korkmaktan vücuttaki kılların dipleri kabarıp kıllar dikilmek: ‘Hayret! Bu tür yakıştırmalardan tüylerimin diken diken olduğunu sanırdım.’ –A. Ağaoğlu.
(birinin) tüylerini diken diken etmek
korkutmak, tiksindirmek: ‘Ne vahşi, ne korkunç; insanın tüylerini diken diken eden bir ölü sessizliği var.’ –O. V. Kanık.
(birinin) üstü başı dökülmek
giyecekleri çok eski olmak: ‘Böyle üstü başı dökülen bir adama bu kadar yakınlık göstermesi karşısında şaşırıp kaldı.’ –T. Yücel.
(birinin) üstünden geçmek
ırzına geçmek.
(birinin) üstünden silindir gibi geçmek
perişan etmek, çok yormak.
(birinin) üstüne atmak
bir suçu birine yüklemek.
(birinin) üstüne başına etmek
kaba ağır bir biçimde sövmek.
(birinin) üstüne gül koklamamak
sevdiği birinden başkasını sevmemek.
(birinin) üstüne güneş doğmamak
güneş doğmadan önce kalkmak.
(birinin) üstüne kalmak
güçlükler birinin omuzlarına yüklenmek: ‘O giderse bütün yük kızın üstüne kalacak.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) üstüne sevmek
birini severken bir başkasını daha sevmek: ‘Sanki ben sizin üstünüze birini sevmişim, herkese rezil olmuşum, siz de onu duymuşsunuz.’ –M. Ş. Esendal.
(birinin) üstüne varmak
1) bir şey yapmasını baskı yaparak istemek: ‘Bir gün o kadar üstüne vardılar ki Resul Efendi zıvanadan çıktı.’ –Y. Kemal. 2) saldırmak; 3) kadın evli bir erkekle evlenmek.
(birinin) üstüne vazife olmamak
görevi olmamak, o görev kendini ilgilendirmemek: ‘Hiç de değil, üstümüze vazife olmayan şeylere ne karışalım.’ –P. Safa.
(birinin) üstüne yıkılmak
yamanmak: ‘Kız belli ki seni gözüne kestirmiş. Üstüne yıkılmak istiyor.’ –E. İ. Benice.
(birinin) üstüne yıkmak
1) kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkalarına yüklemek: ‘Tek tük torunlar doğmaya, yetişmeye başlamış, kendi havalarında olan genç babalar, cahil anneler bu çocukların bütün yükünü onunla karısının üstüne yıkmışlar.’ –R. N. Güntekin. 2) kendi suçunu başkasına yüklemek.
(birinin) üstüne yürümek
korkutmak, yıldırmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak: ‘Bir gün üstüme yürüdü, sen benim kâğıtlarımı karıştırıyorsun, beni polise gammazlıyorsun diye.’ –A. İlhan.
(birinin) üzerine atmak
üstüne atmak.
(birinin) yâdını uyandırmak
onu hatırlatmak: ‘Ona ait her hatıra muazzez ve yâdını uyandıracak her vesile kıymetlidir.’ –İ. A. Gövsa.
(birinin) yakasına asılmak (yapışmak)
hesap sormak veya bir şey istemek için tutup bırakmamak: ‘Sonra eşyaya bir zarar gelecek olursa Gülsüm’ün yakasına yapışıyordu.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) yakasına sarılmak
istediği şeyi almak veya dövüşmek için birini bırakmamak, zorlamak.
(birinin) yakasını bırakmamak
bezdirecek kadar üstüne düşmek, rahat vermemek, ısrar etmek: ‘Kendimi unutturup kaybettirmeye çalıştığım burada da Başkan, yakamı bırakmadı.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) yalancısı olmak
doğruluğu bilinmeyen bir bilgiyi başkasından duyup iletmek.
(birinin) yasını tutmak
kötü bir olay sonunda acı ve üzüntü duymak: ‘Ben gittiğimde karısı hasta olduğu için kliniğe götürülmüş, hepsi onun yasını tutuyordu.’ –F. R. Atay.
(birinin) yatağına girmek
kadın biriyle evlilik dışı ilişkide bulunmak.
(birinin) yoluna bakmak
beklemek.
(birinin) yüreğine işlemek
yüreğe işlemek.
(birinin) yüreğine oturmak
çok üzmek: ‘İşte, yine başındaki bu dert de gelip yüreğine oturmuştu.’ –S. F. Abasıyanık.
(birinin) yüreğini tüketmek
bir şeyi anlayıncaya kadar anlatanı çok yormak.
(birinin) yuvasını yapmak
tkz. birine gereken ceza veya cevabı vermek, hakkından gelmek: ‘Hiç canını sıkma, dedi, ben şimdi onun yuvasını yaparım!’ –O. Kemal.
(birinin) yüzü kâğıt gibi olmak
kanı çekilip benzi solmak: ‘Babuş da uyanmış ve yatağın içine oturmuş. Korkudan onun da yüzü kâğıt gibi.’ –P. Safa.
(birinin) yüzüne bağırmak
birine öfke ile saygısızca sözler söylemek.
(birinin) yüzüne karşı
bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden: Yüzüne karşı da söylerim.
(birinin) yüzünü ağartmak
beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak: ‘Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.’ –E. C. Güney.
(birinin) yüzünü gözünü açmak
bir çocuğa veya gence o zamana kadar bilmediği birtakım cinsel bilgiler vermek.
(birinin) yüzünü güldürmek
birini mutlu etmek, birine iyilik etmek: ‘Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.’ –E. C. Güney.
(birinin) yüzünü kızartmak
bir kimsenin utanmasına sebep olmak, birini utanacak duruma düşürmek.
(birinin) zayiçesine bakmak
bir inanışa göre, yıldızlara bakarak birinin gelecekteki talihini anlamak.
(birinin) zebunu olmak
birini çok sevmek, ona aşırı düşkün olmak.
(birinin) zihnine girmek
düşüncesini değiştirmesine yol açmak: ‘Nezihe ne yapıp yapmış, genç zabitin zihnine girmiş, bir hafta sonra, onunla nişanlanmış.’ –R. N. Güntekin.
(birinin) zihnini çelmek
1) bir kimseyi yanıltmak, yanlış yola sürüklemek; 2) baştan çıkarmak.
(birinin) zimmetine geçirmek
bir hesabı birinin borcuna eklemek.
(biriyle, bir şeyle) baş başa kalmak
biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak: ‘Düşünceleriyle, iç sesiyle baş başa kalmayı tercih ederdi.’ –A. Kulin.
(biriyle, bir şeyle) baş edebilmek
bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek.
(biriyle, bir şeyle) ilişiği olmamak
bağlantısı olmamak.
(biriyle) alıp verememek
anlaşamamak, çekememek, geçinememek: Onunla alıp veremediğiniz nedir, ne alıp veremiyorsunuz?
(biriyle) arası hoş (iyi) olmamak
o kimseyle aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak.
(biriyle) arası olmamak
geçinememek.
(biriyle) aşık atmak
1) yarış etmek, yarışmak: ‘Yonca, bu iki erkek çocuktan ayrı bir yaratık olduğunu, onlarla aşık atamayacağını bilir.’ –O. Rifat. 2) boy ölçüşmek.
(biriyle) başa çıkmak
güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek: ‘Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.’ –A. Kulin.
(biriyle) boy ölçüşmek
yarışmak: ‘Hani yüksek dağlarla boy ölçüşen dalgalar? / Kartalı gökten alıp yola düşen dalgalar’ –F. N. Çamlıbel.
(biriyle) düşüp kalkmak
1) erkek kadınla veya kadın erkekle yasa ve töre dışı yakın ilişki kurmak: ‘Beni tanımadan önce de beni tanıdıktan sonra da başka erkeklerle düşüp kalktı.’ –N. Cumalı. 2) biriyle çok yakın arkadaşlık etmek: ‘Onu bu hâle sokan düşüp kalktığı arkadaşlarıdır.’ –Y. K. Karaosmanoğlu.
(biriyle) geçmişi olmak
1) aralarında eskiye dayanan dostluk, arkadaşlık olmak; 2) aralarında kırgınlığa yol açacak bir durum geçmiş bulunmak.
(biriyle) gır gır geçmek
alay etmek: ‘Kendi sinema serüveniyle gır gır geçen Sadri Bey, herhâlde yaşantısını sinemaya yansıtmak isterdi.’ –S. İleri.
(biriyle) hesabı kesmek
alışverişi veya ilgiyi kesmek: ‘Bu hırsızın hesabını kesip kanunun pençesine teslim etmeliyiz.’ –R. H. Karay.
(biriyle) ilişki kurmak
bağlantı sağlamak, ilgi sağlamak: ‘Hasta ile ofis dışı ilişki kurduğunu duyarsam şikâyet dilekçemi işleme koyacağım.’ –A. Kulin.
(biriyle) ilişkiye girmek
1) bağlantı kurmak; 2) yakınlaşmak; 3) cinsel ilişkide bulunmak.
(biriyle) kafa bulmak
alay etmek.
(biriyle) kozunu paylaşmak (pay etmek)
aralarındaki anlaşmazlığı zora başvurarak çözümlemek, sona erdirmek: ‘Mümeyyiz Efendi varsın bekçi ile kozunu pay etsin.’ –R. N. Güntekin.
